2023 Şubat Depremleri Raporu: Tabutluk evlerde ölenlerden, çaresiz bırakılanlara... Her şey yine yoksulun aleyhine
EMEK Partisi’nin öncülüğünde gazeteciler Bahadır Özgür ve Hakkı Özdal, depremden hemen sonra bölgede birçok kenti köyleriyle birlikte dolaştı, gözlemlerini “2023 Şubat Depremleri Raporu: Mülksüzleştirme, Sermaye Transferi ve Kentlerin Yeniden Talanı” başlığı ile raporlaştırdı.
GERÇEK GÜNDEM - “Depremlerin ortaya çıkardığı felaket öncelikle ve özellikle işçi sınıfının, köylülerin, küçük üreticilerin, esnafın, toplumun her milliyetten en yoksul kesimlerin, tüm emekçilerin başına gelmiş bir felakettir. Kapitalist üretim ilişkileri ve bunun bölgedeki izdüşümü olarak merkezi- yerel siyaset, sermaye, eşraf ve dinsel-politik iktidar ağları iç içe geçmiş olarak halkın üzerine çökmüştür.”
6 Şubat depremleri en çok da emekçi sınıfların başına gelmiş bir katliam. Kimler öldü bu katliamda? İşçiler, küçük üretici köylüler, halihazırda yaşanan ekonomik yıkımdan en dramatik şekilde etkilenen, sesleri kendi içinde kalmaya mahkûm edilmiş büyük kesimler.
Deprem sonrası hızlıca inşaat plantasyonuna çevrilen bölgede olan bitenlerin hepsi devletin soğukkanlı bir şekilde, bir plan çerçevesinde hareket ettiğini gösterir nitelikte. Bu büyük hazırlığı anlatacak, fark ettirecek rapor, bugün Taksim Hill Hotel’de gerçekleştirilen toplantı ile basınla paylaşıldı. Haberin başındaki alıntı da raporun içinden.
EMEK Partisi’nin öncülüğünde gazeteciler Bahadır Özgür ve Hakkı Özdal, depremden hemen sonra bölgede birçok kenti köyleriyle birlikte dolaştı, gözlemlerini “2023 Şubat Depremleri Raporu: Mülksüzleştirme, Sermaye Transferi ve Kentlerin Yeniden Talanı” başlığı ile raporlaştırdı.
İki kısımdan oluşan rapor, bölgede yaşanan depremin ardından yaşanan mülksüzleştirme, servet transferi ve sömürüyü derinleştirme operasyonu olduğunu ifade ediyor.
AKDENİZ: YOKSULLAR, TABUTLUKLARA MAHKUM EDİLDİ
Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, raporun özgünlüğünün göz göre göre gelen cinayetin altındaki sınıfsal gerçekliğe işaret etmesi olduğuna vurgu yaparak şunları söyledi:
“Rapor iki kısımdan oluşuyor. AFAD, arama-kurtarmaya dair tüm iletişimi GSM üzerinden sağladığı için ve bağımsız bir telsiz ya da haberleşme sistemi kurmadığı için arama-kurtarma faaliyetleri iletişime erişememenin kurbanı olmuştur. Binlerce canımızı maalesef böyle kaybettik. İkinci çarpıcı örnek ve diğer rezalet, ‘Türkiye AFAD Müdahale Planı’na’ göre depreme uğrayan yerler için destek iller neresi tesit edilmiş biliyor musunuz? Hemen yanı başındaki kentler seçilmiş. Yani depreme uğrayan kentlerin yardımına yine depreme uğrayan, yanı başındaki kentin gelemeyeceği öngörülememiş. Yoksullar bu bölgede tabutluklara, en sefil barınaklara mahkûm edildi.”
Akdeniz, deprem günlerindeki “devlet varlığını” ise şu sözlerle anlattı:
“AKP’li yıllarındaki evrimi ile devlet, olağanüstü hâl ilanı ile pekişen bir zor aygıtını önümüze getirdi. Öyle ki sahada Kızılay yok, tarikat ve cemaatler var. Halka gerekli yardım yok, olağanüstü halin ilanı var. Arama- kurtarma yok, bunun karşısında koskocaman boşluk var.”
ÖZDAL: HIZLI SANAYİLEŞME, DAYANIKSIZ BİNALARA YOL AÇTI
Gazeteci Hakkı Özdal ise depremde yıkılan şehirlerin çok hızlı bir sanayileşme, kapitalistleşme ile kurulduklarına dikkat çekerek, bunun sonucunun aynı hızla inşa edilmiş, dayanıksız ve içinde yaşayan insanlara mezar olmuş binalara yol açtığına vurgu yaptı:
“Gaziantep ve Maraş arasında bir karayolu var. Yol boyu ovaları görüyorsunuz. İslâhiye, Türkoğlu, Maraş ovası… Tarihsel depremlerle oluşmuş ovalar bunlar. Tarım için son derece elverişli ama bina dikmek için elverişsiz ovalar. Buralarda doğrudan sermaye lehine oluşmuş kentleri fark ettik. İslâhiye’den Maraş’a kadar küçücük ilçelerde yol boyu kâğıt, iplik, ev eşyaları, lojistik üstleri, yol boyu dizilmiş sanayi tesislerini gördük. Peki buralarda çalışan işçiler nerede uyuyordu? Bu kentler çok hızlı bir sanayileşme ile kurulmuş kentler. Aynı hızla inşa edilmiş, dayanıksız ve içinde yaşayan insanlara mezar olmuş binalara yol açtı.”
‘SEKİZ KATLI BİNANIN DÖRT KATINA ASANSÖR ÇIKIYOR. ÇÜNKÜ KALAN DÖRT KAT KAÇAK’
Özdal, 6 Şubat depremlerinin ortaya çıkardığı katliamın Türkiye’deki başka katliamlar gibi esasen emekçi sınıflarının başına gelmiş bir katliam olduğunu yineleyerek şunları söyledi:
“Türkiye’de şöyle bir alışkanlık var. Bir yerde bir şey oluyor. Hemen herkes Google’u açıyor, ‘Dur bakalım, bunlar kime oy vermiş. Ha şuna vermiş, size müstahak…’ Bu korkunç kötü bakışın anlayamadığı bir rıza üretimini fark ettiler. İslâhiye gibi biberi ile meşhur ovaya 8- 9 katlı evler yapılmış. Bir yerde şöyle bir şey gördük. Bina, sekiz katlı ama içine girmek mümkün değil. İlk dört katına asansör çıkıyor. Çünkü kalan dört kat kaçak. Bu binalar 2018 seçiminden önceki ‘İmar Barışı’ ile affedildiler. Devlet buna ‘imar barışı’ demeyi tercih etti. ‘Barış’ sözcüğünün cazibesini kullanmak istedi. İmar affı, yüz binlercesi deprem bölgesinde olan ve depremde yıkılmış olan kaçak yapıların affedilmesi üzerine kuruldu.”
‘KARLILIK GÖZETEN ÜÇ BÜYÜK İLETİŞİM TEKELİNİN BAZ İSTASYONLARI DEVRE DIŞI KALDI’
Özdal, üç büyük iletişim tekeli olan GSM şirketlerinin beceriksizliğinin, karlılık gözetmelerinden ve esas olarak 2005 yıllında başlayan özelleştirmeden kaynaklı olduğuna dikkat çekerek şöyle konuştu:
“Bölgede 9 bin civarında baz istasyonu var. Üç büyük iletişim tekeli, büyük karlar elde ederek çalışıyorlar. Vodafone, Turkcell ve Türk Telekom. Bu şirketlerin istasyonlarının üçte biri devre dışı kaldı. Bunun en büyük nedeni bu baz istasyonlarının binalara bitişik yapılmış olması. Kule tipi baz istasyonu olarak bilinen, binalardan ayrı yapılan istasyonları tercih etmedikleri için bunlar yaşandı. İletişim sektöründe faaliyet gösteren şirketlerin karlılık gözetmesi, depremin ertesi günü korkunç bir tablo ortaya çıkardı. 2005 yılında Türk Telekom’un özelleştirmesi ile başlayan sürecin, nasıl yıkıcı ve ölümcül sonuçlar doğuracağı 6 Şubat, sabaha karşı karşımıza çıktı.”
‘MARAŞ’A KONTEYNIR VE ÇADIR KENT KONUSUNDA BONKÖR DAVRANILIYOR. ÇÜNKÜ SANAYİNİN DÖNMESİ GEREK’
Özdal, Maraş ve Antakya’da devletin soğukkanlı bir şekilde iki ayrı politika yürütmesinin nedenlerini ise şöyle anlattı:
“Devlet, muhtemel İstanbul ve Ankara’da toplantı, saray odalarında planlanmış bir strateji geliştiriyordu. Şöyle ki, depremin çok sıcak günlerinde örneğin Antakya’da yurttaşlara yeterince çadır getirmeyerek, konteynır kurmayarak göçe zorladıkları bir yöntem uyguladılar. Şöyle soğukkanlı bir plan yapıldı. Antakya, bir tarih ve turizm kenti olarak sermeyenin gövereceği yeni bir Antakya olarak yaratılabilir. Bunun için Antakya’nın boşalması gerekir. Maraş’taki sanayinin dönmesini istiyorlar. Maraş’ta konteynır ve çadır kent konusunda daha bonkör davranmalarının nedeni buydu.”
ÖZGÜR: DİKKAT EDİN, TÜM BUNLAR SADECE ANTAKYA’DA UYGULANIYOR
Gazeteci Bahadır Özgür ise konuşmasında Antakya’da sermeye lehine niyetlenen planın hukuki alt yapısının hazırlandığına dikkat çekti:
“Eğer ki bu iktidar değişmezse Antakya’da bir mülksüzleştirme, mülkiyetin el değiştirmesi için bütün hukuki alt yapı hazırlanmış durumda. OHAL ilanı, 23 Şubat’ta 126 No’lu Cumhurbaşkanlığı kararı, Mart ayının ilk haftasında zorla el koyma kararı ve 5 Nisan’da da riskli alan ilan edilmesi… Bütün bunlar sadece Hatay’da uygulanıyor. Başka hiçbir yerde uygulanmadı. Hatay’ın yüzde 70’i yıkıldığı halde riskli alan edilmesi çok tehlikeli bir durumdur. Riskli ilan edilen yerlere girmek yasaktır. Yani artık bu saatten sonra mimarların, meslek odalarının, uzmanların dahi oralara girip, ne yapıldığını görme imkânı kalmadı. Bütün hukuki haklar da askıya alındı. ÇED raporu yok, planları göremiyoruz. Bu sadece Antakya’da uygulanıyor.”