Can Atalay'ın meslektaşlarından Adliye önünde eylem: AYM’nin Atalay hakkında yarından sonra vereceği karar da uygulanmazsa başkanı istifa etmelidir
TİP Milletvekili ve Gezi tutsağı Can Atalay'ın meslektaşları ve Kartal Hukukçular Derneği üyeleri bugün Anadolu Adliyesi önünde, Atalay için basın açıklaması yaptı.
Gezi davasından tutuklu, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay, Anayasa Mahkemesi'ne 2. kez "hak ihlali" nedeniyle başvuruda bulunmuştu. Dosya 21 Aralık'ta görüşülmek üzere Genel Kurul'a sevk edilmişti.
Can Atalay’ın arkadaşları, meslektaşları ve Kartal Hukukçular Derneği üyeleri bugün Anadolu Adliyesi önünde basın açıklaması yaptı. Açıklamaya eski İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu da katıldı.
Kartal Kent Konseyi Başkanı Av. Türkan Kurtulmaz yapılan uygulamanın güçler savaşı olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi:
Can Atalay davası sadece Can'ın meselesi değil. Sadece Hataylıların temsiliyet meselesi de değil. Can Atalay meselesi hepimizin. Bu mesele, hukuk güvenliği içinde demokratik cumhuriyet içerisinde yaşama hakkımızı sonuna kadar savunma hakkımız çerçevesinde ele alınmalı. Bu, hepimizin seçme-seçilme hakkına vurulan bir darbedir. Fiili bir engellemedir. Can Atalay hukuka uygun bir şekilde seçildi. Milletvekili olmaya hak kazandı. Halihazırda milletvekili ama ve lakin Anayasa'ya aykırı bir şekilde tahliye edilmemekte. Fiili olarak özgürlüğü engellenmekte. Bu fiili engellenme hukuka aykırıdır. Haksız tutuklamayı geçmiştir. Bu milletvekili dokunulmazlığı hakkına aykırılıktır. Siyasi faaliyette bulunma ve seçilme hakkına aykırılıktır. Anayasa'da düzenlenen kişi hak ve özgürlüklerini ve kişi güvenliğine aykırılıktır ve bu söylediğimizi Anayasa Mahkemesi de tescillemiştir.
'ÜSTÜNLERİN HUKUKUNUN OLDUĞU YERDE HUZUR OLMAZ, DEMOKRASİ OLMAZ'
Anayasa Mahkemesi bu ülkede en üst mercidir. Yargının en üst mercinin 'hak ihlali' gördüğü bu haksız tutuklama, bu zorla alıkoyma olayına karşı ne yazık ki yargının diğer kurumları olan Yargıtay 3. Ceza Dairesi ve yine alt mahkeme İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi bir söz düellosuna başlamıştır. Yargı içerisinde bir siyasi klik oluşmaya başlamıştır. Ne yazık ki hukukun üstünlüğü ve Anayasa'nın uygulanması değil, güçler savaşı başlamıştır. Ve buna karşıyız. Hukukçular olarak, savunma hakkı kapsamında biz avukatlar olarak hukukun üstünlüğünü savunuyoruz. Sonuna kadar da bunu savunmaya devam edeceğiz. Ve diyoruz ki bu ülkede hukukun üstün olmadığı, üstünlerin hukukunun olduğu bir yerde barış olmaz, huzur olmaz, insan hakları olmaz, demokrasi olmaz. demokrasinin, insan haklarının olmadığı bir yere de kimse yatırım yapmaz. İşte böyle fakirleşiriz. İşte böyle çocuklarımız bir lokma ekmeğe muhtaç kalır. Bütün haklarımız birbirine bağlantılı. Kısaca, hukukun üstünlüğünü savunurken çevre haklarını savunmamak mümkün değil, hepsi birbirine bağlantılı.
'YARGIYA MÜDAHALELERE SON VERİLMELİ'
Bugün, can Atalay, aynı zamanda çocukların haklarını, madencilerin haklarını savunduğu için, yani iş cinayetlerine karşı çıktığı, çevre talanına karşı çıktığı için cezaevinde. Can Atalay, hepimizin haklarını savunduğu için cezaevinde. Eğer toplumsal muhalefeti yargıyı kullanarak susturursak yargıya büyük bir haksızlık etmiş oluyoruz. Gerçekten de yargının saygınlığı, yargının üstünlüğü, yargının bağımsızlığı yok ediliyor bu şekilde. Dolayısıyla yargıya siyasi müdahalelere artık son verilmeli. Yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığı ve güçlerin eşitliği prensibi kesinlikle en kısa zamanda uygulamaya konulmalı. Bu ülke, barış ve huzur hepimize lazım. Ve hukuk hepimize lazım. O nedenle diyoruz ki Can Atalay'ın haklarını savunurken bu bir sembol aslında hepimizin haklarını savunuyoruz."
'CEBERRUT İKTİDAR ANLAYIŞININ YANSIMASI BU'
Eski İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu ise Gezi Davası tutuklularının dün itibariyle 600 gündür cezaevinde olduğunu hatırlattı. Durakoğlu, "Ha bugün çıkacaklar ha yarın derken 600 gün geçti söze kolay. Bir ceberrut iktidar anlayışının yansıması bu. Kötü günde kadarı varmış dedirten, hukuksuzluğun nirvanası. Hukuka aykırılığın değil, düpedüz hukuksuzluğun da kadarı varmış, biz de öğreniyoruz. Yıllar geçti adliyelerin önünde bunları haykırıyoruz. Sarayların hukukunun bu koridorlara açılan odalarda neşvünema bulduğunu (geliştiğini, büyüdüğünü) haykırıp, bıkmadan aynı dilde, farklı söylemlerle, farklı kişilerle anlatmaya çalışıyoruz" dedi.
'GEZİ PROTESTOSUNUN TARİHE FARKLI GEÇMESİNİ İSTEDİLER AMA OLMADI'
Gezi Parkı direnişinin, yasal, meşru ve barışçıl bir eylem olduğunu ancak bu toprakların gördüğü en demokratik protesto gösterisini kriminalize edildiğini anlatan Durakoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Onun bir protesto gösterisi olması, onun da ötesinde demokratik niteliği tarihe öyle yansımasın istediler. Gezi mahkum edilirse başka tanımlamalarla yaftalanırsa başka türlü yazacaktı tarih. Dava buydu aslında. 17-25 ile 15 Temmuz ile yan yana getirmeye gayret etmeleri de Arap Baharı'nın meydanlarıyla özdeşleştirme çabaları da bundandı. Demem o ki öyle planlanırsa başka yazacaktı tarih Gezi'yi. Üstelik bir de geleceğe taşınırsa bu karar kitleleri sindirmenin planı da öylece tutacaktı. Öyle olmadı işte. Öyle yazmıyor tarih. Öyle yazmayacak biliyorum. Gepegenç insanların isyanlarındaki duygunun ne denli saygıdeğer olduğunu tanıyorum herkes gibi. Kendimden biliyorum kendimden. Elimle dağıttığım tek sayfalık Haklar Bildirisi'ndeki gibi helaldi hissedilenler. Masumdu, yasaldı, halka rağmen projeye tepkiyle aslında kenti sahiplenme duygusunun somutlaşmasıydı her şey. Ve herkes barışçıydı. Barışın sadece savaşta değil barışta da gerekliliğini vurgulanmasıydı. her şey yasaldı. Rezidansa çevrilecek bir alana kurulan çadırların her bir metrekaresinde işgaliyenin tek ereği, gözü gibi korumaktı Gezi'yi, sahiplenmekti. Davalar açılırsa, bu masumiyet gölgelenirse, hukuksuzluk da meşru kılınır diye düşünüldü. O nedenle yargılandılar, şimdi o nedenle içerideler. Biz avukatız. İster özel yetkiler atfedin mahkemelerinizde, ister OHAL ister KHK gücünde yargılayın insanları, biz yasalarla kurulmuş olsalar bile bu kararların toplum vicdanında haklı olmadığını biliriz ve söyleriz. Şimdi de öyle yapıyoruz. Tarihteki haksız davalardan birisi bu. Bizim Dreyfusumuz. Bunu tarihe böyle yazacağız. Göreceksiniz bu itham da barındıracak."
'AYM İKİNCİ KEZ AYNI KARARI VERECEK'
AYM'nin 21 Aralık günü toplanarak Can Atalay ile ilgili yeni bir karar daha vereceğini anımsatan Durakoğlu, şunları ifade etti:
"Biliyoruz vereceği kararı. Ama öğrendik hukuksuzluğun kadarı olmadığını. Yargıtay TBMM'ye ayar verdi. Sustu TBMM, HSK suskun... Anayasa'nın ihlalini seyrediyor herkes. Hukuksuzluğu kanıksadık zaman geçtikçe. Bir avukatlar kaldı susmadık. AYM yarından sonra bu iklimde bir karar verecek. Daha önce de olduğu gibi ikinci kez aynı kararı verecek.
'BU KARAR SONRASI YAŞANACAKLAR AYM ÜYELERİ İÇİN SAYGINLIK MESELESİDİR'
Buradan haykırıyoruz şimdi yine; bu karar sonrası yaşanacaklar AYM için bir ‘kişilik ve saygınlık’ sorunudur. Bütün AYM üyeleri tarihsel bir görevle karşı karşıyadır. Ya anayasal bir devletin mahkemesi olacaklar, ya da tarih, bu karar sonrasında yaşanacaklarla ilgili onlara ayrı bir sayfa açacaktır. Bu ülkenin hukukçuları için Anayasa Mahkemesi yaşamsal bir öneme sahiptir. Sadece soyut ve somut norm denetimlerinde değil, özellikle de bireysel başvurular bağlamındaki kararları, bu ülkenin evrensel hukukla bağlantı kurduğu ve maalesef o konuma kadar incelen- pamuk ipliğidir. Karar vermeyi yeterli görüp onunla iktifa edilirse, uygulanmayan kararlar karşısında kendilerini seyir kulesine atarlarsa, hukuk dünyasının ‘yüksek hakimden’ beklediği bütün yüksek değerler kaybolacaktır.
'AYM'NİN VERECEĞİ BU KARAR DA UYGULANMAZSA BAŞKANI YARGISAL AKTİVİZM GÖSTERMELİDİR'
AYM'nin yarından sonra vereceği karar da uygulanmazsa, AYM'nin başkanı zehir zemberek istifa etmelidir. Yıllardır görev yaptığı mahkemesinin saygınlığını korumak için, yarından sonra verilecek kararın altına imza atan bütün üyeler adına, gerçek bir ‘yargısal aktivizm’ göstermelidir. Öyle olursa hukuk devletine tutunabiliriz. Ancak öyle olursa yargının bağımsızlık istediği, tarafsızlığı savunduğu, yürütmenin yargıyı kuşatma projesinde yargının yer almadığını, bunu reddettiğini konuşabiliriz. Öyle olursa insan haklarının yaşamak için değil, onurlu yaşamak için gerekli olduğunu söyleyen bir yargıdan söz edebiliriz.”