Genç deprem bilimcilerden çağrı: Yapılaşmada yolsuzluğun önüne geçilmeli
Çalışmalarını yurt dışında sürdüren deprem bilimciler, Türkiye’deki deprem kültürünün nasıl geliştirilebileceği ve depreme nasıl hazırlıklı olunabileceğiyle ilgili rapor hazırladı. Gelecek depremlerde hasarı azaltmak için Türkiye’nin yapılaşmada yolsuzlukların önüne geçilmesi gerektiği vurgulandı.
GERÇEK GÜNDEM - 6 Şubat'ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremler Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Kilis ve Malatya'da büyük yıkıma yol açtı.
Genç deprem bilimcileri, Türkiye’deki deprem kültürünün nasıl geliştirilebileceği ve deprem hazırlıkları ile ilgili rapor hazırladı.
Alaska Üniversitesi Deprem Merkezi’nden Ezgi Karasözen, GFZ Alman Yerbilimleri Araştırma Merkezi ve Potsdam Üniversitesi Yerbilimleri Enstitüsü’nden Pınar Büyükakpınar, Trieste Üniversitesi Yerbilimleri ve Matematik Bölümü’nden Deniz Ertuncay, Jet Propulsion Laboratuvarı Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nden Emre Havazlı ve Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü Makine ve İnşaat Mühendisliği’nden Elif Oral bir araya gelerek deprem raporunu yayımladı.
TÜRKİYE DEPREM KÜLTÜRÜNÜ NASIL GELİŞTİREBİLİR?
Raporda, bilim-toplum arasındaki uçurumu kapatmak ve gelecekteki depremlerin etkilerini hafifletmek için maddeler sıralayan yer bilimcileri, 6 Şubat’taki felaketin bir daha yaşanmaması için Türk bilim insanlarını ve toplumu bu konu üzerinde daha duyarlı olmaya çağırdı.
“TÜRKİYE BİR KEZ DAHA HAZIRLIKSIZ YAKALANDI”
Türkiye’nin Kahramanmaraş depremlerinde olduğu gibi bir kez daha hazırlıksız olduğunu söyleyen raporda, “Dünya standartlarındaki yapı yönetmeliğine rağmen on ilde 10 bin 200’den fazla bina çökmüş ve 50 binden fazla kişi hayatını kaybetmiştir. Ağır hasar gören 100 bin bina arasında, depreme dayanaklı tasarım kriterlerine göre deprem sonrası işlevsel kalması gereken hastaneler, okullar ve yollar gibi kritik yapılar da yer almaktadır. Saha raporları, yapı hasarlarının kötü mühendislik tasarımı, düşük inşaat kalitesi ve eski binalar için güçlendirme eksikliği gibi başlıca nedenleri sıralamaktadır” ifadelerine yer verildi.
ŞİLİ VE JAPONYA, TÜRKİYE’NİN YAPMADIĞI NEYİ DOĞRU YAPTI?
Şili ve Japonya’da büyük depremler gerçekleşmesine rağmen zararın Türkiye’dekine göre çok daha az olduğunu ortaya koyan bunun nedenlerini bina yönetmeliklerini uygulamak ve her büyük depremden ders çıkararak kamuoyunu bilinçlendirmek olarak sıraladı.
Rapora göre, her iki ülke de ekonomik refah farklılıklarına bakmaksızın, akademi, devlet ve endüstri arasındaki iş birliğini stratejik eylem planları aracılığıyla artırmış; afetlere hazırlık, müdahale ve kamu bilinci konularında kurumsal yönetimlerini güçlendirmiştir.
YOLSUZLUK, BİNA YÖNETMELİKLERİNİN UYGULANMASININ ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGELLERDEN BİRİ
Ancak, Türkiye’de yolsuzluk, uzun zamandır bina yönetmeliklerinin uygulanmasının önündeki en büyük engellerden biri. En sonuncusu 2018 yılında kabul edilen ve imara aykırı yapılaşmayı yasallaştıran aflar durumu daha da kötüleştirdi. Afet sonrası yönetimi için ise bazı şehirlerde, şehir plancıları ve diğer birçok kamu kuruluşu ve sivil toplum örgütü tarafından uzun yıllardır eleştirildiği üzere, yeterince toplanma alanı tasarlanmadı.
“YOLSUZLUKLARIN ÖNÜNE GEÇİLEBİLMESİ İÇİN HUKUKİ VE İDARİ REFORMLARA İHTYİAÇ VAR”
Türkiye’de yapılaşmadaki yolsuzlukların önüne geçilmesi için hukuki ve idari reformlara ihtiyaç duyulduğunu belirten raporda, Hatay’ın Erzin ilçesine dikkat çekildi:
“Olumsuz uygulamaların aksine, son depremlerde en ağır hasar gören bölgelerden biri olan Hatay’ın Erzin ilçesinde ise, belediye başkanının yapılaşmada usulsüzlüğe izin vermemesi sayesinde, hiçbir can kaybı ya da yıkılan bina olmamıştır. Bu ve benzeri örneklerden de çıkarılabileceği gibi, gelecek depremlerde hasarları en aza indirgemek için, Türkiye’nin yapılaşmada yolsuzlukların önüne geçecek hukuki ve idari reformlara ihtiyacı vardır.”
Türkiye’nin depreme dayanıklı bir ülke olması için öncelikle toplumda bir deprem kültürü inşa edilmesinin gerekli olduğunu ifade eden raporda, yönetmeliklerin sıkı tatbik ve denetiminin yapılması gerektiğine dikkat çekildi.
“ÇÖZÜM ÖNERİMİZ OLARAK BEŞ TEMEL ADIM SUNUYORUZ”
Genç bilim insanları durumun iyileştirilmesine katkıda bulunmak ve bilim ve toplum arasındaki uçurumun nasıl kapatılabileceğiyle ilgili beş madde sıraladı:
1)Öncelikle kapsamlı bir yerbilimleri eğitim ve öğretimine ihtiyacımız var. Yerbilimleri eğitimi kuşkusuz bilim ve toplumu yakınlaştırmakta en önemli unsurdur. Yerbilimlerini okul öncesinden itibaren eğitim sisteminin her kademesine dahil etmeliyiz. İlkokuldan liseye kadar olan müfredat, fizik, kimya ve biyolojiyi içerdiği gibi yerbilimlerini de içermelidir. Geleceğin bilim insanlarını yetiştirmek için yerbilimleri eğitimini teşvik etmeli; alanın önemini ve kariyer yollarını göstererek lise öğrencilerine hitap etmeliyiz. Üniversiteler de destekleyici ve iş birlikçi danışmanlık uygulamalarıyla yerbilimleri programlarını zenginleştirmelidir. Lisans ve lisansüstü öğrencileri hem endüstride hem de akademide çeşitli iş olanaklarına erişebilmeli; yerel ve uluslararası iş birlikleri, stajlar ve burslarla desteklenmelidir.
2)Yerel deprem merkezleri kurmalıyız. Daha fazla yerbilimciye ihtiyacımız var. Ancak Türkiye’de lisans düzeyinde yerbilimlerine kayıtlar giderek azalıyor. ABD’de de benzer şekilde, yerbilimleri kapsayıcılığın en az olduğu bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik alanları arasında yer almaktadır. En önemli caydırıcı faktörlerden biri iş olanaklarının kısıtlı olmasıdır. Son verilere göre, yeni mezun yerbilimcilerin yarısının iş bulması en az altı ay sürmektedir ve bu işlerin yalnızca yarısı yerbilimleri alanındadır. Bu gidişatı, ABD’deki İleri Ulusal Deprem Sistemi benzeri, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’na (AFAD) entegre edilebilecek yerel merkezler kurarak tersine çevirebiliriz. ABD’deki Ulusal Deprem Tehlikelerini Azaltma Programı’na benzeyen böyle bir program, partiler üstü bir kuruluş olmalı ve sadece Türkiye’de deprem tehlikesi yönetimini geliştirmeye odaklanarak siyaset dışı kalmalıdır.
3)Bilim insanları olarak etkili bilim iletişimini öğrenmeliyiz. Yerbilimciler, herhangi bir büyüklükteki depremden sonra sık sık bilirkişi olarak halkın karşısına çıkarlar. Hemen hemen her defasında kendimizi bilim dışı deprem tahminlerinin safsatadan ibaret olduğunu izah ederken buluyoruz. Ancak çoğumuz bunu uygun bir bilim iletişimi eğitimi almadan yapıyoruz. Ickert and Stewart’ın beklenen İstanbul depremi ile ilgili olarak deprem riski iletişimi üzerine yaptıkları çalışma, bu mevcut zorlukların altını çizmektedir. Deprem bilimcinin her zaman halka dönük bir yönü olacaktır. Bu nedenle, bilgimizi daha geniş bir kitleye nasıl ileteceğimizi öğrenmeye ve deprem bilgisi geliştikçe iletişim stratejilerini gerektiği şekilde uyarlamaya öncelik vermeliyiz
4)Bir sonraki deprem için hemen şimdi hazırlanmaya başlamalıyız. İstanbul gibi en riskli yerlerden başlayarak Türkiye genelinde benzer deprem senaryolarını modellemeli ve olası bir depremin etkilerini ve sonrasında yapılacakları değerlendirmeliyiz. Böyle çok aşamalı deprem senaryoları mevcut tüm güncel araştırmalar ışığında, yerbilimciler, sosyologlar, mühendisler ve idari yöneticiler arasında yakın ve devamlı bir iş birliğini gerektirecektir.
5)Türkiye’de köklenecek bir deprem kültürünün tohumlarını ekmeliyiz. Geçmiş depremleri hatırlayan toplumlar gelecek depremlere daha iyi hazırlanırlar. Türkiye’nin deprem hafızasını canlı tutmamız gerekiyor. İşe, kaybettiğimiz insanlara ve depremzedelere ithafen, bir başka felaketi engellemek için halka verilmiş söz mahiyetinde, bir Kahramanmaraş deprem müzesi inşa ederek başlamalıyız. Benzer deprem müzeleri ve sergileri dünya çapında yaygındır (Büyük Doğu Japonya Depremi ve Nükleer Felaket Anma Müzesi.)