Gerçek Gündem 'yasaklı' bölgeye girdi: Menzil’in kalbinde bir gün, her yerde kamera, adım başı 'hizmetli'

Abone ol

Gerçek Gündem, Adıyaman'ın Kâhta ilçesine bağlı Menzil köyüne gitti ve bugüne kadar girilemeyen kadınlar bölümüne girdi. Filiz Gazi, vekil kadından 'açık ders' aldı, tövbeye katıldı, şeyhle karşılaştı. İçerde fotoğraf çekmek yasak. Nerdeyse adım başı kamera var.

Hava çok sıcak. Muhtemelen bu bilgiyi anlatacaklarım arasında birkaç kez daha tekrarlayabilirim. Üzerimde siyah uzun bir entari var, başım örtülü. Adıyaman'dayım.

Adıyaman havalimanı çıkış kapısının hemen solunda, Menzil köyüne gidecek müritleri Haşemi Turizm araçları bekliyor. Aracın etrafında üçten fazla erkek var. Sakallı, şalvarlı bir erkeğe yaklaşıp, "Menzil'e nasıl giderim?" diye sorduğumda aracı gösteriyor. Araca doğru adım atmışken, "Bayanlarımız arkadan, erkeklerimiz önden" dediği için arka kapıya yöneliyorum.

İlk birkaç dakika araca binenler sadece erkek. Bu benim için biraz kaygı verici. Aynı uçakta olduğumuz kadınlardan en az beşinin Menzil'e gideceğinden emin olduğumu kendime hatırlatıyorum ve gerçekten de birkaç dakika içinde kadınlar araca binmeye başlıyor.

İkisi 40'lı yaşlarda, biri 20'li yaşlarda olan kadınlarla yan yana oturuyoruz. Önümüzde başka bir grup kadın daha var. Tek olmam dikkatlerini çektiği için birkaç meraklı soruyla sohbet başlıyor. Menzilci olmaya heveslenmiş ve bu inatla yola çıkmış bir kadın imajı çiziyorum.

"Maşallah, gençsin, tek başına niyetlenip gelmişsin" deniyor. Kadınlardan biri, tövbe alıp almadığımı soruyor. Yok, henüz almadım diyorum. "Nasıl alacağım?" soruma tam yanıt verecekken vazgeçiyor. "Vekilimiz burada, adâpsızlık olur, o sana anlatır" diyor. Başımı hafifçe öne doğru eğerek gösterdiği kadını inceliyorum. Birbirimize gülümsüyoruz.

VEKİL KADINDAN 'AÇIK DERS'

'Vekil' dediği kadın 45'li yaşlarda. İsmini, geldiği şehri ve diğer bilgileri güvenliği sebebiyle buraya yazmıyorum.

Şeyh tarafından görevlendirilen 'kadın vekiller', erkeklerin giremediği alanlarda mürit topluyor, tebliğ çalışmalarında bulunuyor, tövbe alıyor. Kadın vekiller aracılığıyla mürideler yönlendiriliyor.

Orada olduğum sürenin ilk birkaç saatinde araçta tanışmış olduğum ses tonu, belagati, hitabı çok hoş olan 'vekil kadın'dan 'açık ders' aldım. Elbette gazeteci olduğumu bilmiyordu.

Sıcaktan bunalan kadınlar uyur uyanık kestirirken köye varana kadar aramızda kısa kısa konuşmalar geçiyor. Geçmiş ziyaretlerinde aracın içinde erkeklerle kadınları ayıran bir perde olduğundan ve bu araçların daha rahat olduğundan bahsediliyor. Sonra yine sessizlik.

35-40 dakika sonra Menzil köyündeyiz. Otobüs Haşemi Turizm'e ait yazıhanenin önünde duruyor. Hızlıca yazıhaneye girip ertesi günkü sefer saatlerini sorup, kadınların yanına dönüyorum. Yazıhane ile gideceğimiz yer yürüme mesafesinde. Bundan sonrası için nispeten daha rahat olurum diye düşünüyorum ama pek öyle olmuyor.

İÇERİDEKİ POLİS: GÖNÜLLÜ HİZMETLİLER

Dahil olduğum grupla büyük demir kapılı bir yerden geçtikten sonra etrafının kale duvarları gibi kapatıldığı yere, kadınlara ait bölüme giriyoruz. Kapıdan içeri girildiğinde Menzil Kahve Evi, Gıda- Hediyelik, Menzil Çarşı gibi dükkanların çevrelediği avluya çıkılıyor. İlk dikkat ettiğim şey iki üç ayrı yerde gördüğüm kameralar oluyor.

Namaz saati yaklaştığı için abdest tazelemek üzere abdesthaneye iniyoruz. Avluda yer alan merdivenlerden geniş bir alanı kaplayan abdesthaneye iniliyor. İkinci dikkat kesildiğim şey etrafta mavi yelekli, üzerinde 'hizmetli' yazan kadınların çokça olması. Kısmen oranın polisi gibi davranıyorlar. Çekine çekine fotoğraf çeken bir kadının telefonundaki fotoğrafları silecek kadar içerdeki düzenden sorumlular. İçerde fotoğraf çekmek yasak. Çoğu kez, hizmetlilerin uyarısına gerek kalmadan, kadınlar birbirinin polisi gibi davranıyor.

Bunlar dışında kadınlar birbirine "sofi" diye sesleniyor. Gördüğüm kameralar iki tane ile sınırlı değil. Her yerde hatta nerdeyse adım başı diyebileceğim kadar kamera var. Sanki maksadı 'görünmeden görmek' olan hapishane metaforu hayat bulmuş.

18 YAŞIN ALTI DA OLMAK ÜZERE HER YAŞTAN 'HİZMETLİ' VAR

Abdesthanenin çıkışında sigara içerken bir hizmetliyle laflıyoruz. Menzil şeyhlerinin tütün sevdiği bilindiği için kadınların sigara içmesi sorun teşkil etmiyor.

Karadeniz'deki bir şehirden geldiğini söyleyen kadın övünerek 1,5 aydır 'hizmette' yani Menzil'de görevli olduğunu söylüyor. Bunun için önce vakfa başvuruluyor, 'incelendikten' sonra Menzil'de hizmete başlanıyor. Anlatırken çok az yüzüme bakıyor. Sigara dumanını üflerken gururla "Herkes olmaz, önce bir tartıyorlar" diyor.

Çalışanlara herhangi bir ücret ödenmiyor, müritler gönüllü çalışıyor. Temizlik, günde iki kez verilen çorbanın yapılışı ve dağıtımı, çevredeki tarlalarda çalışmak ayrıca şeyh ve ailesinin işleri bu hizmetliler tarafından yürütülüyor. Yani içerideki düzenin işleyişi, külfetsiz bir şekilde, halihazırda gönüllü gelen müritler tarafından yürütülüyor.

Üzerinde 'hizmetli' yazan mavi yelekli kadınlar arasında her yaştan insan var. Tek başına bir yerde oturan, canının sıkkın olduğu belli, 18'den küçük olduğuna emin olduğum bir başka görevliye ne kadar süredir hizmette olduğunu sorunca "6,5 ay" diyor. "Ailen?" diye sorduğum tek sözcüklük soruma yanıt gelmiyor. Dikkat çekeceğim için üsteleyemiyorum.

İÇ İÇE GEÇMİŞ YAPILAR, BAŞKA BÖLÜMLERE ÇIKMANIZI SAĞLAYAN KAPILAR

Namaz için tabanı halılarla kaplanmış, eşyasız, genişçe bir yere geçiyoruz. Buraya 'adap yeri' de deniyor. İçerisi tıpatıp bir cami gibi. Çoluk çocuk herkes burada, geceleri ise kim nerede boş yer bulursa oraya kıvrılıp yatıyor. Kazancı şeyhlere ait, köyün biraz dışında olan Buhara Evleri'nin gecelik ücreti ise 2 bin 500 TL. Yani 'ibadet' edenler, 'mürşitin nurundan nasiplenecekler' arasında da sınıf farkı kendini gösteriyor.

Çantalarımızı 'adap yerine' yerleştirdikten sonra türbeye gidileceği söyleniyor. Türbeye bir dehlizden geçilerek çıkılıyor. Taşlarına kadar en iyi malzemenin kullanıldığı, üstü kapalı, dar ve uzun geçit; kadın ve erkek müritlerin karşılaşmaması için özel olarak tasarlanmış.

Daha iyi anlaşılması için şu bilgiyi eklemeliyim: Menzil'deki kadınlar bölümü, içinde birçok yapının olduğu, o yapılar içinde yer alan göz göz odaların çeşitli 'ibadetler' için kullanıldığı, bir yerden bir yere geçmenizi sağlayan kapılarla kısmen labirenti andıran kompleks bir yapılar toplamı.

'Vekil kadın'la birlikte türbeye doğru yürüyoruz. Diğer kadınlar hemen arkamızda. Benimle özel olarak ilgileniliyor.

Geçtiğimiz günlerde ölen Abdulbaki Erol'un naaşı ve ailedeki diğer 'şeyhlerin' naaşları bu türbede. "Abla" diyerek hitap ettiğim vekil, "Mübarek'in" hayalinin; kadınla erkeği haram deryasından ve göz göze gelme ihtimalleri bulunan zinadan kurtarmak olduğunu, bunun için böyle bir yer istediğini ve sonunda yaptırdığını anlatıyor.

Ablanın anlatımı dinleyeni alıkoyacak kadar akıcı, hayatı kaskatı hale getirecek dogmatik bilgileri verirken ses tonu sakin ve yumuşak. Buna rağmen halden anlayan bir halinin de olduğunu söyleyebilirim. Başka zamanda, başka yerde karşılaşmak ve apayrı dünyalarımız üzerine tartışmak isterdim.

GRUPTAN VE VEKİL'DEN ZORUNLU AYRILIŞ

Kadınlar "mübarek, gavs" diye adlandırdıkları Erol'un naaşını görmek için türbenin küçük avlusunda sıraya dizili. Kimisi birbirine sarılarak ağlıyor. Gözyaşlarını yüzünden silmeden, dalıp gitmiş, sessizce ağlayan 30'lu yaşlarındaki bir kadına peçete uzatıp uzatmama konusunda kararsızım. Çünkü içeride romanesk bir hava var. Yani herkes birbirinin gözyaşlarını görmeli; bu aslına bakılırsa kötü niyetli olmayan bir duygu gösterişi gibi.

Ben de sıradayım. O esnalarda ağlamadığım ve hiçbir şey hissetmediğim anlaşılmasın diye kendimce bildiğim duaları okumaya başlıyorum. Naaşın karşısında geçtiğimde ise geçmiş yıllarda ve yakın zamanda kaybettiğim yakınlarımı düşünüyorum. En azından o dakikalarda, derdim başka olsa da psikolojik atmosferin yarattığı etkiden uzak değilim.

Türbe ziyaretinden sonra namaza çıkılıyor. Tam bu anlarda dahil olduğum grubun içinden ayrılmak için kalabalığa karışıyorum. Bu bir zorunlu ayrılış, sorular artmaya başladı, beni koruyup kollayan vekil kadınla aramızda bağın oluşması demek vicdanen rahat etmemem demek. Kadınlar arasında kaybolup, izimi kaybettiriyorum.

Namazın bitiminde kadınların bir kısmı koşarak iki katlı, ahşap merdivenlerle çıkılan bir yere yöneliyor. Ben de peşlerinden gidiyorum. Çıktığımız bölümde görebildiğim kadarıyla üç dört küçük oda var ve hepsi hıncahınç dolu. İçerde ne olacağına ne yapılacağına dair hiçbir fikrim yok. Yine de kendimi bir odaya atıyorum.

ŞEYH AİLESİNDEN OLAN, HERKESİN "ANNE" DEDİĞİ KADIN

Tam karşımızda, bizden yüksekte, herkesin "anne" dediği, 40'lı yaşlarda olan bakımlı, oldukça güzel bir kadın oturuyor. Üzerindeki elbise leopar ve zincir desenli. Hepimizden daha şık ve daha bakımlı. Ona gösterilen ilgi karşısında kayıtsız gibi davranıyor ama diğer taraftan bir an önce işini bitirip çıkmak istediği her halinden belli.

"Annelerin", şeyhin ailesindeki kadınlardan olduğunu ise sonrasında öğreniyorum. Menzil tarikatında yaşları ne olursa olsun "anne" olarak adlandırılan bu kadınlar diğer kadınlar tarafından kutsal bir yerde görülüyor.

Bu anlarda bana ders veren vekilin "hatme" dediği şeyi hatırlıyorum. Yani toplu zikre ve mürşit rabıtası. Küçücük odada 50'ye yakın kadın dip dibe oturuyoruz. Ne olduğunu, nasıl davranacağımı bilmediğim için yanımda olan 20'li yaşlardaki gençlerin davranışlarını taklit ediyorum. Çıt çıkmıyor. "Zikir kalbin gıdasıdır" diye anlatılan farklılaştırıcı bir duygu temasına hazırlanılıyor gibi.

Gençler gözlerini kapatıyor. Ben de… Derin bir konsantrasyonla "annenin" söyledikleri tekrarlanıyor. Hatme bitene kadar gözler açılmıyor ama ben açmak zorundayım. Kalabalık arasında dolaşan genç bir kadın, kadınların eline beyaz bir boncuk bırakıyor. Arapça sözler arasında "Nakşibendi" ifadesi ve şeyhlerin adı geçiyor. Odada ilkin çekingen bir hıçkırık duyuluyor, ardından sakıncasız hıçkırıklar ve az sonra hıçkırıklar yanı başımda. Hatme uzun sürmüyor. "Anneye" yol açıldıktan sonra odadan çıkıyoruz.

KARARSIZ ANLAR, ŞEYHLE KARŞILAŞMA

Bu kez şeyhe, "mürşid-i kâmil-e" intisap ritüeli ve tövbe töreni başlıyor. Hatmeden çıkan kadınlarla birlikte ikinci büyük avluya koşuyoruz. Az sonra geçtiğimiz günlerde ölen Abdulbaki Erol'un oğulları Saki Erol, Fettah Erol ve Mübarek Erol sırayla avludan geçecek. Sonradan kendilerine buldukları sıfatlarla Seyyid Saki El Hüseyni, Seyyid Muhammed Fettah El Hüseyni, Seyyid Mübarek El Hüseyni.

Onlarca hizmetli ellerindeki hoparlörlerle kadın müritleri yönlendirirken, ilk gelecek kişinin Saki Erol olduğunu anlıyorum. Fazla fazla kutsallık yüklenen bir diğer adıyla Seyda Şeyh Seyyid Muhammed Saki el- Hüseyni.

Hizmetliler, "Sufiler sağa kayın. Merak etmeyin, hepiniz nasipleneceksiniz. Bakmaya doyacaksınız" diyerek kadınları avlunun sol tarafında yığıyor. Çoğu kadının gözleri dolu. Üstten bir dille yazmıyorum; akli verilere ihtiyaç duymayan bir an yaşanıyor.

Hemen hemen en önlerde yerimi alarak, kadınlarla birlikte beklemeye başlıyorum.

Birkaç dakika sonra beyaz cübbesi ve elindeki kırmızı gülleriyle ilahi imajını tamamlamış Saki Erol gözüküyor. Şeyhin görünmesiyle kalabalığın uğultusu bıçak gibi kesilip yerini sessizlik alıyor. Erol'un hemen arkasında ellerini önüne kavuşturmuş, kafasını asla yerden kaldırmayan bir erkek daha var. Erol, kalabalığın başında ve sonunda iki kez durup, şunları söylüyor:

"Ya Rabbi! Bütün yapmış olduğum günahlardan ben pişmanım. Keşke yapmasaydım. İnşallah bir daha ben yapmayacağım."

'Şeyhle' aramızda bir metre var yok. Kısa bir an röportaj için önüne atlamayı düşünüyorum. Birkaç adım atıyorum, sonra yine geri adım. Şeyh önümden geçip gidiyor.

EN BÜYÜK OĞUL SAKİ EROL REVAÇTA

Kalabalığın büyük bir kısmı şeyhin geçişinden sonra dağılıyor. Geri kalan çok az kadın, gelecek olan iki oğuldan birine intisap edecekler.

Dağılan kadınların kimisinin avlunun ortasında olan kulübedeki üç kadına sorular sorduğunu görünce oraya yöneliyorum. Camlı bölmenin arkasından kağıtlar dağıtılıyor. Bölmeye yaklaştığımda kime bağlandığım soruluyor. "Seyyid Muhammed Saki" diyorum ve bana uzatılan kâğıdı alıyorum.

Kâğıdın bir yüzünde "Sekiz Şart Talimatı" diğer yüzünde Sadat-ı Kiramın (Ehlibeytten olanlar, tarikat büyükleri ve şeyhleri anlamında kullanılıyor) isimleri yazıyor. Güneş tepemde, talimatları dikkatlice okuyorum.

Saki Erol'a olan rağbetin diğer kardeşlere de olduğu söylenemez. Hizmetliler hoparlör ellerinde tövbe almaya kalmış çok az kadına sesleniyor:

'Şeyh Seyyid Muhammed Mübarek hazretlerinden tövbe alacak olan sofiler bu tarafa doğru geçsinler. Şeyh Seyyid Muhammed Fettah hazretlerinden tövbe alacaklar adap kapısının önüne geçsinler."

'Tövbe yetkisi' ve 'irşad faaliyetleri' Erol'un oğulları arasında paylaşılamadığı için böyle bir yöntem bulunmuş. Konuşmalardan anladığım kadarıyla müritlerin de kafası karışık. Kime intisap edecekler? Himmet isteklerine cevap verecek, onları güvende hissettirecek 'mürşit-i kâmil' hangisi?

YAŞLI KADIN TALİMATLARI, ŞEYHLERİN İSİMLERİNİ ÖĞRENMEYE ÇALIŞIYOR

Avlunun ortasında Fettah Erol'a bağlanacak müritler bekliyor. 30- 40 kadın ancak var. 80'in üzerinde yaşlı bir teyzeye 'vekil' olduğunu anladığım 50'li yaşlardaki başka bir kadın "İsimlerini öğrendin mi?" diye soruyor. Yaşlı kadın "Öğrendim. Fettah" diyor ve başka şeyler geveliyor ama gerisini getiremiyor. Bunun üzerine vekil, şeyhlerin adını sıralıyor. Yaşlı teyze duymuyor, üstelik zor da yürüyor. Yanı başımdaki yeri gösterip, teyzeyi oturtuyoruz. Avludaki şemsiyenin altındaki taşın üstüne beraber oturuyoruz. Vekil kadının teyzeyi bırakmaya niyeti yok, konuşmaları devam ediyor.

Vekil elinde tespih teyzeye, "33 kere Estağfurullah, 100 kere…" diye birtakım talimatları yapması gerektiğini anlatıyor. Yaşlı kadın duymadığı için bir kez daha soruyor. Kadın usanmış olduğu belli olacak şekilde tekrar anlatıyor. Tekrarlanan sözler arasında teyze öksürüyor. Vekil kadın, "Yüzüme öksürüyorsun" deyip, çömeldiği yerden bir iki adım geri gidiyor.

Tekrar yazmakta bir beis görmüyorum: Güneş tepemizde. 45 derecenin altında yaşlı bir kadına yapılan manevi baskıya müdahale edememek ise göğsü sıkıştıran bir his.

AKIN AKIN, YILIN HER MEVSİMİ ADIYAMAN'A GELEN MÜRİTLER

Menzilciler için önemli olan, bitmediği iddiasıyla kerametli sayılan, şifa verdiğine inanılan ortak tabakta yenilen bulgur çorbası dağıtılırken Menzil'den çıkıp önce Kahta'ya oradan da Adıyaman'a geçiyorum. Bu kısa yolculukta yavaş yavaş, çok da dikkat çekmeden başörtümü çıkartıyorum.

Gazeteci Uğur Mumcu, vakti zamanında, şimdilerde üç eşi olduğu iddia edilen Yeniden Refah Partisi'nden Konya milletvekili seçilen Ali Yüksel'e, "Süleymancıların çok zengin oldukları söyleniyor. Kemal Kaçar neyle geçiniyor örneğin?" diye sormuştu. Yüksel'in yanıtı çok kısaydı: "Süleymancılıkla!"

Aynı durum Menzilciler için de geçerli: Menzil tarikatı, Türkiye'nin dört bir tarafından, yılın her mevsiminde Adıyaman'a gelen ziyaretçilerle beslendiği için Erol ailesinin de dinle geçindiğini söylemek yanlış olmaz.

Şimdilerde tarikatta kimin güçlü olacağı belirsiz ama kesin olan şu ki 1960'lı yıllardan bu yana ailenin çocukları ve torunları, yüz binlerce insana hükmeden padişahlık düzeni içinde yaşıyor.

Menzil köyünde olan lokanta, pastane, kahve, hediyelik eşya dükkânı, fabrika, tarlalar, Buhara Evleri gibi yerlerin hepsi aileye ait. Yani kasaya her gün milyonlarca para giriyor.

Perde arkasında konuşulan isimlerden biri belli oldu Siyaset İmamoğlu, kameralar karşısında Kılıçdaroğlu'nu aradı: 'Cebinizi aradım ama ulaşamadım' Güncel CHP'li Torun'dan Erdoğan'a "fındık" tepkisi: Fiyatı yüzde 58 artırmak hak yemektir Güncel Bakanlık genelgesi: Rafineriler en az 1 gram altın üretebilecek Ekonomi