KESK'ten afer raporu: Yaşamını yitiren insan sayısının neredeyse 2-3 katı olduğunu yapmış olduğumuz diyaloglarda gördük
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) tarafından hazırlanan afet raporunda ihmallere dikkat çekildi. KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik, yaşamını yitiren insan sayısının daha fazla olduğu izlenimine sahip olduklarını açıkladı.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) deprem bölgesindeki incelemelerini rapor haline getirdi.
KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik ile bağlı sendikaların yöneticilerinden oluşan heyet 27 Şubat – 2 Mart arasında Malatya, Adıyaman, Besni, Gölbaşı, Narlı, Pazarcık, Nurdağı, İslâhiye, Samandağ, Antakya, İskenderun ve Osmaniye’de inceleme yaptı. KESK bugün Sendika Genel Merkezi’nde incelemelerle ilgili hazırladığı 4. raporunu açıklamak için basın toplantısı yaptı. Raporu, KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik kamuoyuyla paylaştı. Raporda şu tespitlere yer verildi:
“Deprem devlet kurumlarının, organlarının nasıl da işlevsizleştirildiğini, içinin boşaltıldığını, nitelikten uzaklaştırıldığını, güvenlikçi devlet anlayışının sosyal devleti nasıl da ortadan kaldırdığını en net haliyle gözler önüne sermiştir. Tek Adam rejiminin adeta mottosu haline gelen “işler hızlı yürüsün” gerekçesinin de ne kadar da içi boş olduğunu, hantallaşmanın ve bürokrasinin rejimin temel karakteri haline geldiğini deprem sonrası yaşananlar üzerinden herkes daha net gördü.
“TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER OHAL ELİYLE İKTİDARIN KUŞATMASI ALTINA ALINMIŞTIR”
Net olan diğer bir husus ise OHAL’in niçin ilan edildiğidir! Depremin sonuçlarının bu denli ağır olmasına yol açan politikaların teşhirini önleme amacıyla temel hak ve özgürlükler OHAL eliyle iktidarın kuşatması altına alınmıştır. İstanbul’da, aralarında çok sayıda sendika şube yöneticilerimiz ve üyelerimizin de olduğu Kızılay’ın ne insanlığa ne ahlaka ne de hukuka sığan çadır satışını, iktidarın depremin sonuçlarının ağırlaşmasına yol açan politikalarını protesto etmek isteyenlere yönelik polis saldırısı iktidarın faşizan yüzünü, OHAL’in amacını bir kez daha göstermiştir. Depremden sonra ortada olmayan devlet şimdi kalkanıyla, copuyla, gazıyla, cezaevi ile ortada dolaşmaktadır. Tribünlerden hükümeti istifaya çağıran sloganlar sonrası İçişleri Bakanı’nın ‘burada bizim bu deprem meselesine gömüldüğümüzü zannedenler, güvenlik meselesinde kalkanlarımızı kaldırmayacağımızı zannetmesinler’ tehdidi ve hodri meydan çağrısı da kaynakların depreme, kamu hizmetlerine değil polis devletine ayrıldığının itirafı niteliğindedir.
“TEK BİR KİŞİNİN DAHİ İSTİFA ETMEMESİNİN DÜNYADA BİR BENZERİ YOKTUR”
Basında her gün gözaltına alınan ya da tutuklanan müteahhitlerle ilgili haberleri okuyoruz. Marmara depreminden sonra yaşananları göz önüne aldığımızda bunun bir gaz alma, tepkileri dindirme, müteahhitlerle sınırlayarak kendine koruma çemberi oluşturma politikası olduğu çok açıktır. Binlerce konut depreme dayanıksız ve yönetmeliğe aykırı yapılırken buna sessiz kalan, denetlemeyen, imar aflarıyla teşvik eden iktidardan bugüne kadar tek bir kişinin dahi istifa etmemesinin dünyada bir benzeri yoktur. Bu kadar kibirli, bu kadar tahammülsüz, koltuklarını korumak için bu kadar hukuksuzluğa bulaşmış bir iktidar örneğine rastlamak mümkün değildir.
“ÖNÜMÜZDEKİ AYLARDA GIDAYA ERİŞİMİN DAHA DA ZORLAŞACAĞINI YERİNDE GÖZLEMLEDİK”
Sendikalarımızın Genel ve Eş Genel başkanlarından oluşan bir heyetle 27 Şubat Pazartesi gününden 2 Mart Perşembe gününe kadar Malatya’dan başlayarak KESK koordinasyon çadırları, demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler ve yerel yönetimler ziyaret ederek deprem bölgelerindeki son durumu yerinde gördük, inceledik. Depremzedelerle görüşerek sorunlar ve çözüme dair fikir alışverişinde bulunduk. Kır yaşamının çekiciliğini bitiren politikalarla insanları kente sıkıştırma, beton yığınına dönen kentlerin ekolojik yaşamdan uzak olması, yeşil alanların neredeyse bitirilmiş olması tespitini ve gerçekliğini deprem anında bir kez daha hissettik. Ara sokakların (aslında sokak yok) cadde olmasından kaynaklı kaçacak bir yerin bulunmaması, caddelerdeki araçların panik halinde trafik kazası yaşama ihtimalinin yüksek olması ve bunun yarattığı hareketsiz kalma halini bizler de yaşadık. Aynı şekilde hayvan ve bitkilere bir önem atfetmeyen yönetim anlayışı nedeniyle sokak hayvanları sayısında aşırı artış olduğunu, tarım alanlarına beton dökülerek yeni konteyner ve çadırkentler yaratma çabasının ekolojik yıkımı artırdığını, aynı zamanda tarımla uğraşanların geçiminin daha da zora sokulduğunu, bu nedenle önümüzdeki aylarda gıdaya erişimin daha da zorlaşacağını yerinde gözlemledik.
“ADIYAMAN’DA 35-40 BİN ARASINDA İNSANIN YAŞAMINI YİTİRDİĞİ, ÖZELLİKLE İLK BİRKAÇ GÜN HERKESİN KENDİ İMKÂNLARI İLE CENAZESİNİ ÇIKARMAK ZORUNDA KALDIĞI İFADE EDİLMİŞTİR”
Yıkılan binaların enkazı kaldırılırken herhangi bir önlem alınmadığını, enkaz kaldırmada çalışan personelin N-95 (FFP2) maske kullanmadığını, sendikamız SES ve TTB’nin yaptığı uyarılar sonrası normal cerrahi maskelerin kullanıldığını yerinde gördük. Bunun ciddi sağlık sorunlarına yol açacağı hususu işkolu sendikamız SES ile TTB başta olmak üzere birçok kesim tarafından ifade edilmektedir. Malatya ve depremin yaşandığı tüm bölgelerde nüfusun yüzde 90’ının kenti boşalttığı tespiti birçok kesim ve geride kalan depremzedeler tarafından dillendirilmektedir. Gölbaşı ilçesinin yüzde 75’inin yıkıma uğradığı, merkezi hükümetten bir destek alınmadığı, yer yer gönüllü grupların çalışmalarının engellendiği bilgisi paylaşılmıştır. Farklı farklı sayılar verilse de genellikle Adıyaman’da 35-40 bin arasında insanın yaşamını yitirdiği, özellikle ilk birkaç gün herkesin kendi imkânları ile cenazesini çıkarmak zorunda kaldığı ifade edilmiştir. Kentte sağlık çalışmalarının ağırlıklı olarak sendikamız SES, TTB ve uluslararası gönüllüler tarafından yapıldığı, müdahale ve ilk yardımda iktidarın panik içinde depremi aratmayacak hatalar yaptığını gözlemledik. Adıyaman’daki kamu emekçilerine depremden kendileri de ağır şekilde etkilenmelerine rağmen işe gitme zorunluluğu getirildiğini, kendileri de depremzede olan yerel idarecilerin durumu anlayışla karşılayarak esnek yaklaşmaya çalıştıklarını ancak OHAL valilerinin baskıcı politikalarla insanların deprem yaralarını sarma, aile, komşu ve akrabaları ile zaman geçirip yaslarını tutmasına bile müsaade etmediğini yaptığımız çalışmalar ve görüşmeler sonucunda tespit ettik. Diğer yerlerde de dile getirilen ve canımızı bir kez daha yakan bir gerçekliğin Narlı’da daha yaygın yaşandığını gördük. Yapılan yardımların bile yandaşa verildiği, muhtarlar eliyle yapılan dağıtımda yandaşlara ve birinci derece yakınlarına öncelik verildiği, halka eşit bir şekilde yardımın gitmediği birçok kişi tarafından dile getirildi.
“SAMANDAĞ VE ANTAKYA DA HALKTA KENTİN DEMOGRAFİK YAPISININ DEĞİŞTİRİLME KAYGISININ ÇOK GÜÇLÜ OLDUĞUNUN ALTINI ÇİZMEK İSTİYORUZ”
Yıkımın en yoğun olduğu ilçelerden olan Nurdağı’ndan sonra sırasıyla Gaziantep, İslâhiye, Samandağ, Antakya, İskenderun ve Osmaniye’de KESK Koordinasyon çadırlarını, diğer sivil dayanışma ağlarını ziyaret ettik. Yıkılan yerleri, kaldırılan enkazları da yerinde görme fırsatımız oldu. Samandağ ve Antakya da halkta kentin demografik yapısının değiştirilme kaygısının çok güçlü olduğunun altını çizmek istiyoruz. Aslında bu kaygı İskenderun, Elbistan, Pazarcık, Adıyaman gibi yerlerde de mevcuttur. İktidarın tekçi anlayışı, depremde dahi geçmişi karanlık gerici vakıflarla girilen ilişkiler bu kaygının anlaşılır ve haklı olduğunu göstermektedir. Bu il ve ilçelerde de ilk müdahalelerin, yardımlaşma ve dayanışmanın KESK, demokratik kitle örgütleri ve belediyeler tarafından yapıldığı, enkaz kaldırmada gerekli önlemlerin alınmadığı, elbise yıkama ve duş sorunundan kaynaklı sağlık sorunları olduğu ifade edilmiştir. Heyetimizin ziyareti sırasında KESK, SES, TTB, Veteriner Hekimler Birliği, Eczacılar Odası ve Demokratik kitle örgütlerinin bulunduğu Sevgi Parkı’nın Valilik talimatıyla boşaltılmak istenmesi durumu yaşanmış, buna karşın Antakya Dayanışma Platformu olarak basın açıklaması yapılarak anti demokratik tutum protesto edilmiştir. Bir gün sonra yapılan görüşmeler sonucu Sevgi Parkı’ndaki çadırlar daha uygun bir alana taşınmıştır.
“YAŞANANLARI ‘KADER’ DİYE TARİF EDENLER SUÇLULUK TELAŞI İÇERİSİNDEDİRLER”
Bir kez daha altını çizerek belirtmek isteriz ki, yıkılan ve çürüyen binalar değil kapitalist barbar sistemin aşırı kar hırsı, rant ve talan düzenidir, bunun zihniyetidir. Ormanlık ve tarım alanlarımızı, derelerimizi, suyumuzu, toprağımızı inşaat alanlarına çevirenler depremin sonuçlarının katliam boyutuna varmasına neden olmuşlardır. Yaşananları ‘kader’ diye tarif edenler suçluluk telaşı içerisindedirler. Devleti şirket gibi yönetmekle övünenlerin, devletin denetim görevini şirketlere devredenlerin, özelleştirmelerle devletin sosyal yanını ortadan kaldıranların söylediği hiçbir sözün karşılığı ve samimiyeti yoktur.
“TEK ADAM REJİMLERİNİN BELLEK SİLME KONUSUNDAKİ PRATİKLERİ, DEPREM SONRASI BU TEHDİDİ DAHA DA BÜYÜTMEKTEDİR”
İktidarın deprem bölgelerindeki çalışmalarında çok yönlü bir ayrımcılık olduğuna dair yoğun eleştiriler ve değerlendirmeler mevcuttur. Etnik kimliğe, mezhebe, muhalif kimliğe, cinsiyete dayalı, mülteci karşıtlığı şeklinde gelişen ayrımcılık depremin yarattığı zorluklara toplumsal fay hatlarının derinleşmesi gibi yeni kırılmalar eklenmektedir. Depremin dahi iktidarı ayrımcı politikasını zerre kadar sorgulamaya götürmemiş olmasını ideolojik felsefesine, kapitalist zihniyetine ve tekçi anlayışına bakarak değerlendirmek bizleri daha objektif sonuçlara ulaştıracaktır. Deprem sonrası devletin geç gelmesi, çadırkent ve konteynerkentlerin hala yetersiz oluşu, havaların soğuk oluşu gibi nedenlerden dolayı adeta kavimler göçüne benzer bir göç yaşanmaktadır. İktidarın yerinde tedbir almak ve ihtiyaçları karşılamak yerine adeta göçleri teşvik ettiği ya da en iyimser tahminle seyrettiği görülmektedir. ‘Fırsat bu fırsat’ denilerek seçimlere yönelik bir hesap mı yoksa uzun vadeli daha farklı toplumsal mühendislik mi yapılmaktadır, bilemiyoruz. Tek adam rejimlerinin bellek silme konusundaki pratikleri, deprem sonrası bu tehdidi daha da büyütmektedir. Başta AFAD İl Müdürlükleri olmak üzere iktidara bağlı resmî kurumlar depremzedelere yönelik yapılan çalışmalar konusunda STK’ler ile iş birliğine gitmemekte, STK’lar kimi yerlerde ciddi engellemelerle karşılaşmaktadır. İktidarın muhalif partilerden seçilen yerel yönetimlerle iş birliği yapmama tutumu devam etmektedir. Atanan koordinatör valiler ise daha çok güvenlik meseleleriyle ilgilenmektedirler.
“BİRÇOK YERDE SALGIN TEHLİKESİ BAŞ GÖSTERMİŞTİR”
Depremin en çok etkilediği yerlerde sağlığa erişimde ciddi sıkıntılar vardır. Çadır sorununun dahi tam olarak çözülmemiş olması, suların kirlenmesi, oluşturulan çadırkent ve konteynerde banyo ve tuvalet sorununun standartların çok uzağında olması, hava durumu gibi nedenlerden dolayı birçok yerde salgın tehlikesi baş göstermiştir. Deprem bölgelerindeki Aile Sağlık Merkezlerinin (ASM) neredeyse tamamı kapalıdır. Çünkü bir kısmı yıkılmış, bir kısmı ağır hasarlı hale gelmiştir. Kısmen koşulları olanlar da daha yeni yeni açılmaktadır. Ancak buralarda çalışan emekçiler de depremzede olduğu için travma durumları devam etmektedir. Havaların soğuk olması nedeniyle özellikle geceleri soba kullanılmakta ve bu sobalarda kalitesiz kömür kullanılmaktadır. Çadırların kalabalık olması da bu duruma eklenince üst solunum yolu enfeksiyonlarında ciddi bir artış gözlenmektedir.
“KÖYLERDE BİT VE UYUZ SALGINI BAŞLAMIŞ DURUMDADIR”
Genel anlamda tuvalet ve banyo problemi devam etmektedir. Köylerde seyyar tuvalet yoktur. Kalabalık nahiye, ilçe ve illerde yeterince tuvalet bulunmamakta, çoğu yerde ise tuvaletlerin düzenli temizliğinin yapılmamasından kaynaklı sağlığı tehdit eden kirlilik yaşanmaktadır. Banyo sayısının yeterli olmaması da uyuz ve bit salgınlarına zemin hazırlamaktadır. Köylerde deterjan bulunabilirse çamaşırlar taşıma su ile ellerde yıkanmaktadır. Kazanlarda ısıtılan sular ile çadır içinde banyo yapılabilmektedir. Deprem olduğu günden bu yana banyo yapamayan insanlar bulunmaktadır. Kimi köylerde bit ve uyuz salgını başlamış durumdadır.
“PAZARCIK’IN BAZI KÖYLERİNDE SUYUN AZALDIĞI GÖRÜLMÜŞ, BAZI KÖYLERDE DE SAĞLIK AÇISINDAN RİSKLERİ DÜŞÜNÜLÜP İÇME SUYU OLARAK KULLANILMAMAKTADIR”
Pazarcık ilçesinin kuzeyinde yer alan köylerin yolları derin vadi ve derelerin içinde olması nedeniyle heyelandan zarar görmüş, arazileri birbirine bağlayan yollar düşen kayalar sebebiyle kapanmıştır. Devam eden artçı depremler nedeniyle bu dik yamaçlarda insan ve hayvan hayatını tehlikeye atacak heyelan tehlikesi bulunmaktadır. Kartalkaya Barajı’nın gövdesi depremle birlikte zarar görmüş, bölgedeki sulama kuyularının kimi kurumuş, kimi çamurlu akmaya başlamıştır. Depremin toprak yüzeyinde ortaya çıkardığı tahribat sonucu ürünler zarar görmüş, drenaj ve sulama kanalları kullanılamaz hale gelmiştir. Şebeke suları akmakla birlikte, Pazarcık’ın bazı köylerinde suyun azaldığı görülmüş, bazı köylerde de sağlık açısından riskleri düşünülüp içme suyu olarak kullanılmamaktadır. Özellikle Hatay ve İskenderun gibi yerlerde temiz suya erişimde ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Çevre temizliği ve çöplerin toplanması konusunda sıkıntılar devam etmektedir.
“KADINLARIN SORUNLARINI VE İHTİYAÇLARINI DİLE GETİRMESİ DAHA ZOR OLDUĞU GÖZLEMLENMİŞTİR”
Hamile kadınların izlemleri, çocukların ise aşılaması neredeyse durmuş durumdadır. Gönüllü ağının erkek yoğunluklu olması yardımların da daha çok erkek eksenli dağıtımına yol açmıştır. Kadınların sorunlarını ve ihtiyaçlarını dile getirmesi daha zor olduğu gözlemlenmiştir. Saha çalışmalarında gönüllü kadınların yer alması bu anlamda önem arz etmektedir. Bu nedenle KESK’li kadınlar ve diğer kadın örgütleri 8 Mart’a giderken deprem bölgelerinde çok yönlü bir çalışma başlatmışlardır. Köylerde kalan kadınların temizlik ve hijyen malzemelerine erişiminin kent merkezine göre daha kısıtlı olduğu tespit edilmiştir. Genel olarak da kadınlarda strese bağlı olduğu düşünülen idrar yolu enfeksiyonu ve düzensiz adet kanamaları vakalarının yoğun olduğu gözlemlenmiştir. Çadırda aileleriyle kalan çocukların annelerinden ayrılmak istemediği, ağlama ve kaçıngan tepkiler geliştirdikleri görülmektedir. Bu durum yaşanan afetin büyüklüğüne bağlı olarak bu aşamada normal bir tepki olarak kabul edilse de acilen psikososyal destek çalışmalarının planlanarak hayata geçirilmesi gerekmektedir. KESK’li gönüllüler birçok il ve ilçede çocuklarla yaratıcı drama etkinlikleri, boyama, hikâye anlatımı, film gösterimi ve eğitici oyun etkinlikleri yapsa da bunun daha bütünlüklü ve bir program dâhilinde uygulanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Kaygı, tükenmişlik ve çaresizlik duyguları halkta gözlemlenen psikolojik durumun baskın temasını oluşturmaktadır.
“BİNA ENKAZLARININ TEHLİKELİ ATIK OLARAK KABUL EDİLMESİ VE İLGİLİ PROSEDÜRÜN UYGULANMASI GEREKMEKTEDİR”
Molozlar içinde cenaze kontrolü dahi yapılmadan dere yataklarına gelişigüzel bırakıldığına, bina enkazlarında asbest ve çok sayıda tehlikeli atıklar bulunduğuna dair yoğun şekilde şikâyet ve değerlendirmeler mevcuttur. Bu atıkların tüm canlılar için ciddi sorunlara yol açacağı biliniyor. Bu nedenle bina enkazlarının tehlikeli atık olarak kabul edilmesi ve ilgili prosedürün uygulanması gerekmektedir. Başta Hatay olmak üzere ağır hasarlı binaların yüzde seksenine daha dokunulmamış ve bu binalar artçıların devam etmesinden dolayı büyük risk oluşturmaktadırlar. Kaldırılmayan enkazlarına içinde cenaze olup olmadığı ise meçhuldür. Mahalle araları ve ara yolların çoğu hala yıkılan binaların enkazları ile kapalı halde durmaktadır. Hatay’da hiçbir çalışma yapılmamış mahalleler bulunmaktadır. Yerel yönetimler süreci yönetmede ciddi sıkıntılar yaşamaktadırlar. Halk arasında işlevsel kent konseyleri, mahalle meclisleri, komiteler vb herhangi bir örgütlemeleri olmadığından halk örgütsüz durumdadır ve bugün iyi niyetli çaba ve girişimlere rağmen geleceği birlikte örme, yaşam alanlarını birlikte kurmada sorunlar yaşanmaktadır. Arsa ve emlak spekülatörleri peydahlanmış durumdadır. Başka illere göç eden çaresiz ve paraya ihtiyaçları olan depremzedelerin bulunup yıkılmış veya hasarlı evlerin ucuz fiyatlarla satın alınmak istendiğine dair bizlere de haberler gelmiştir. Hatay Baro Başkanı heyetimize şu ana kadar binlerce mülkün satıldığını, baro ve diğer emek ve meslek örgütleri olarak Cumhurbaşkanına bir yazı göndererek arsa ve mülkiyetlerin satışların geçici olarak durdurulmasını talep ettiklerini ifade etmiştir.
“HAYVANLARIN YEM İHTİYACI VE KÖYLERDE TARAMA YAPILMASI İÇİN VETERİNER İHTİYACI BULUNMAKTADIR”
İnsan merkezli yaklaşım depremde de karşımıza çıkmaktadır. Oysa deprem birçok canlı ve cansız varlığın yok olmasına yol açmıştır. Hayvancılık kaynaklı on binlerce-yüzbinlerce çiftlik hayvanının telef olması yanında sokak hayvanları da depremden ciddi zarar görmüştür. Özellikle köylerde çok sayıda hayvanın öldüğü biliniyor. Hayvanların yem ihtiyacı ve köylerde tarama yapılması için veteriner ihtiyacı bulunmaktadır. Sendikamız TARIM ORKAM-SEN bu konuda ciddi bir çalışma yürütmektedir ancak ulaşılamayan hala çok sayıda köy bulunmaktadır. Yazlık ekimler için toprak hazırlığı, tohum, gübre temini gibi hususlar öncelikli konular olarak önümüzde durmaktadır. Kimi Tarım Kredi Kooperatiflerine ait hizmet binaları yıkılmış, depolarda bulunan gübre, yem, ilaç, akaryakıt, tohum vb. girdiler enkaz altında kalmıştır. Sulu tarımın yapıldığı ova köylerinde obruk oluşması ihtimaline karşı çiftçilerde bir tedirginlik mevcut olup, obruk oluşması ihtimali olup olmadığına dair çiftçilere henüz bilimsel açıklamalar yapılmamıştır.
“GELECEĞE DAİR BELİRSİZLİK TOPLUMSAL BİR TRAVMAYA DÖNÜŞMÜŞTÜR”
Depremzedeler göç ettikleri illerde de öncelikle dayanışma ilişkileri ile yaşama tutunma gayreti içerisindedirler. Ev ve iş bulma en temel sorun haline gelmiştir. Kira fiyatları korkunç düzeylerde artış göstermiştir. Geleceğe dair belirsizlik toplumsal bir travmaya dönüşmüştür. İstanbul, İzmir gibi illere göç etmek zorunda kalanlar buralarda deprem olabileceği kaygısı ile ciddi psikolojik sorunlar yaşamaktadır. İllere gelen depremzedeleri herhangi bir resmi kurum karşılamamakta, bir kayıt tutulmamaktadır. Resmî kurumlar tarafından depremzedelere yönelik düzenli güncel bilgilendirmeler yapılmamaktadır. Otellere yerleşen depremzedelerin kahvaltı ihtiyaçları oteller tarafından karşılansa da öğlen ve akşam yemeklerini kendileri karşılamak zorunda kalmaktadırlar. Lise ve üniversitelere giriş sınavına girecek gençlerin sınava odaklanma, il dışına çıkanların adaptasyon ve genel olarak gelecekleriyle ilgili kaygılı oldukları sıklıkla dile getirilmektedir.
“AYRIMCI POLİTİKALAR DERHAL SONLANDIRILMALIDIR”
Ülkemiz aynı zamanda seçim atmosferine girmiştir. İktidarın muhalif kesimlerin içine oynama, parçalama ve masaları dağıtma girişimlerine de şahit oluyoruz. Bu nedenle bir anlamda ortalık toz duman. Bu ortamın deprem bölgelerinin yaralarının sarılmasına, depremin olası olduğu yerlerde acil eylem planlarının hayata geçirilmesine engel olmasına izin verilmemelidir. Ayrımcı politikalar derhal sonlandırılmalıdır. Yerel yönetimlerle iş birliği sağlanmalı, çalışmalar birlikte koordine edilmelidir. Depremzedelere yönelik çalışmalarda kamu kurumları ile emek ve meslek örgütlerinin, STK ve siyasi partilerin koordineli çalışmaları sağlanmalı, sahada bunun aksi yönündeki engellemelere son verilmelidir. Mevcut çadırkentler bulaşıcı hastalıklara zemin hazırlamakta, yangın tehlikesi ile yeni felaketlere yola açabilecek ve zehirlenmelerden kaynaklı ölüm sayılarının artmasına neden olacak şekildedir. Bu konuda uluslararası standartlar bellidir. Çadırkentler ve konteyner kentlerin toplama kampı gibi görülmesi ve bu bakış açısıyla dizayn edilmesinden derhal vazgeçilmelidir. Buraların yaşam alanı olduğu, uzun süre kalınacağı görülerek bir düzenleme yapılmalıdır. Çadırlar arasında uluslararası standartlara uygun yeterince mesafe olmalıdır. Sendikamız SES ve TTB’nin önerileri dikkate alınmalıdır.
“ÇADIRKENTLER VE KONTEYNERKENTLER EMEK VE MESLEK ÖRGÜTLERİNE, STK VE DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİNE, ULUSLARARASI KURUMLARA AÇILMALI, ÇALIŞMA YAPMALARI VE DENETLEMELERİ ENGELLENMEMELİDİR”
Çadırkent yönetimlerinde orada yaşayanların aktif katılımını sağlayan mekanizmalar geliştirilmelidir. Çadırkentler ve konteynerkentler emek ve meslek örgütlerine, STK ve demokratik kitle örgütlerine, uluslararası kurumlara açılmalı, çalışma yapmaları ve denetlemeleri engellenmemelidir.
“HER KENTİN KÜLTÜREL DURUMUNU DA GÖREN BİR YERDEN KADINLARIN ÇADIRKENTTEKİ TOPLUMSAL YAŞAMA KATILIMI İÇİN TEDBİRLER ALINMALIDIR”
Birçok çadırkentte kadınların çadır dışına çıkmadığı gözlemlenmektedir. Çadırkentler ve konteyner kentlerde kurulan tuvaletler kadınlar düşünülerek yeniden ele alınmalı, çadırlardan uzak alanlara yapılmalı, hijyen sorunu çözülmelidir. Her kentin kültürel durumunu da gören bir yerden kadınların çadırkentteki toplumsal yaşama katılımı için tedbirler alınmalıdır. Özellikle çocuklara çok sayıda abur cubur yiyecekler dağıtılmaktadır. Bu durum sağlıkları için sorun teşkil edecektir. Bunun yanı sıra çadırkentlerde dağıtılan yemekler günlük besin ihtiyacını karşılamaya yetecek düzeyde olmalıdır.
“ÇOCUKLARA YÖNELİK PSİKOSOSYAL SÜREÇLER DEVREYE SORULMALIDIR”
Çocuklara yönelik psikososyal süreçler devreye sorulmalıdır. Kayıp çocuklar konusu ivedilikle açığa kavuşturulmalı, iddialara ilişkin soruşturmalar açılmalı, sorumlular yargılanmalıdır.
“İNSAN VE HAYVANLARIN KULLANIMI İÇİN ZARAR GÖRMÜŞ SU KAYNAKLARI ONARILMALI”
Temiz ve ulaşılabilir su sorunu ivedilikle çözülmelidir. İnsan ve hayvanların kullanımı için zarar görmüş su kaynakları onarılmalı, akan suların tahlilleri yapılmalıdır. Tarımsal sulamada kullanılan su kaynakları ve sulama yapıları onarılarak çiftçinin geçim kaynağı tarımsal üretimin sürmesi sağlanmalıdır.
“SALGIN HASTALIKLARA KARŞI TEDBİR ALINMALIDIR”
Salgın hastalıklara karşı tedbir alınmalıdır. Piyasada bulunmayan ilaçların tedariki için ivedilikle adımlar atılmalıdır. Kronik hastalıkları olanlar, bakıma muhtaç ve engelli olanların tedaviye erişimleri için tedbirler alınmalıdır. Otel, apart otel ve gönüllülerin tahsis ettiği şahsi evlerde kalan depremzedeler tespit edilmeli, başta öğün yemekleri olmak üzere temel ihtiyaçları düzenli bir şekilde karşılanmalı, şahsi evlerde kalan depremzedelerin elektrik, su, doğalgaz gibi faturaları kamu tarafından karşılanmalıdır. Resmî kurumlar her türlü iletişim kanallarını kullanarak depremzedelere yönelik periyodik bilgilendirmelerde bulunmalıdır.
“BİR AN ÖNCE YÜZ YÜZE EĞİTİME GEÇİLMELİDİR”
Unutulmamalıdır ki böylesi dönemlerde psikososyal destek açısından en iyi sağaltım yolu toplumsallaşmadır. Okullar da toplumsallaşmanın araçları olarak değerlendirilerek bir an önce yüz yüze eğitime geçilmelidir. Depremzedelerin yurtlar yerine kamu misafirhanelerinde barınmaları sağlanmalıdır. Deprem sahalarında çok yoğun bir çalışma temposuna giren sağlık emekçileri salgında olduğu gibi tükenme noktasına gelmiştir. İktidar sağlık emekçilerinin taleplerine kulaklarını tıkamaktadır. İzinlerin dahi kullanılması istenmemektedir. Sorunları çözme bir yana göreve dönmeyenler için hukuki yaptırımlar yaptırılacağı ifade edilmektedir. Sağlık emekçileri çok yoğun olarak yaşasa da deprem bölgesindeki tüm kamu emekçileri benzer sıkıntılar yaşamaktadır. Bu nedenle; depremin yıkıcı etkilerinin en fazla yaşandığı Hatay, Adıyaman ve Kahramanmaraş başta olmak üzere deprem bölgesinde görevli kamu emekçilerinin hiçbir koşul aranmadan tayinleri istedikleri yere yapılmalıdır.
“TAYİN OLMAK İSTEMEYENLER EN AZ 3 AYDAN 6 AYA KADAR ÜCRETLİ İZİNLİ SAYILMALIDIRLAR”
Tayin çıkarmak istemeyenler açısından ise en az 3 aydan 6 aya kadar ücretli izinli sayılmalıdırlar. Bir şekilde deprem bölgesinden ayrılıp çeşitli kentlere çocuklarını okullara yerleştirilenler 3-6 aylık ücretli izin süreleri bittikten sonra (normalleşme yaşandıktan sonra) bulundukları illerde geçici görevle çalışmaları sağlanmalıdır. Hiçbir şekilde deprem bölgesinden ayrılmayan ve geçici görevlerle dönüşümlü olarak deprem bölgelerine gönderilen tüm kamu çalışanları için uygun barınma, beslenme ve hijyen koşulları sağlanmış yaşam alanları oluşturulmalı ve çocukları için 24 saat hizmet verecek kreşler açılmalıdır. Tarım Kredi Kooperatifi ve Ziraat Odaları tarafından kurulacak prefabrik depo ve bürolar aracılığıyla gübre, yem vb girdiler çiftçiye ücretsiz olarak sağlanmalıdır. Sadece üyelerine satış yapmakta olan TKK’lerinin, tüm çiftçilere girdi temin etmesi sağlanmalıdır. Çoğu il ve ilçede büyükşehir belediyeleri tarafından kurulan alet- makine parkları deprem bölgesine taşınmalı ve traktörü, alet-makinesi zarar görmüş çiftçilerin hizmetine sunulmalıdır. Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde bulunan arazi araçları bölgeye sevk edilmeli, sürdürülecek kamusal hizmetler deprem bölgesi dışından görevlendirilecek kamu emekçileri tarafından yürütülmeli, yıkımı görmüş kamu emekçileri çalışmaya zorlanmamalıdır.
“DEPREM BÖLGELERİNDE YENİ YERLEŞİM ALANLARI İÇİN MERA VE ORMAN ALANLARINDA İNŞAAT YAPILABİLMESİNE OLANAK SAĞLAYAN DÜZENLEMELER GERİ ÇEKİLMELİDİR”
Deprem bölgelerinde yeni yerleşim alanları için mera ve orman alanlarında inşaat yapılabilmesine olanak sağlayan düzenlemeler geri çekilmelidir. Yetkililer görece az hasarlı evleri kontrol ederek ön rapor hazırlamaktadırlar. Ancak evlerin yeni bir depreme ya da artçı depreme dayanıp dayanamayacağına ilişkin kesin ifadede bulunmaktan kaçınmaktadırlar. Bu nedenle insanlar az hasarlı evlere de girmeye korkmaktadırlar. Bu nedenle bir an önce İnşaat Mühendisleri Odası’nın da görüşleri alınarak tam anlamıyla bir inceleme süreci başlatılmalıdır. Deprem beklenen bölgelerde seferberlik ruhuyla çalışmalar başlatılmalı, seçim atmosferi bahane edilerek hazırlıklar ertelenmemeli, acil tedbirler alınmalıdır.”