Bekir Coşkun'un arkasından: Şanlıurfalı Bekir Kaptan
Sözcü yazarı Emin Gönül, geçtiğimiz hafta hayatını kaybeden Bekir Coşkun ile ilgili bir yazı kaleme aldı.
"Bekir Coşkun Şanlıurfa’dan çıkıp kaptan ehliyeti alan ilk kişiydi. Sonrasında Türkiye’nin en ünlü yazarı oldu. Tek cümlesiyle milyonları peşinden sürükledi. O şimdi Tülmen köyünde, babasının dizinin dibinde." diyen Gönül'ün yazısı şöyle:
Bekir Coşkun ile tanışmam, yıllar öncesine dayanıyor. O, Günaydın Ankara Temsilcisi, ben Hürriyet'te stajyer muhabir… Bizlerin rol model olarak gördüğü usta bir gazeteci… Üzeri açılan iki kişilik beyaz Morris marka cabriolet arabası, bize uzay aracı gibi görünüyor. Hoşgörüsü ve ince esprileri efsane ama, iş başındayken titiz, ciddi, çekinilen bir isim…
Coşkun 1945 yılında Şanlıurfa'nın “Benim tepem'” anlamına gelen Tülmen köyünde doğdu. Babası Mehmet Zeki Coşkun, Nahiye Müdürü'ydü. Doğduğu toprakları, “Urfa öyle bir yerdir ki ne ulu çınarlar vermiştir. Ben onların arasında bir filizim” diye anlatırdı.
Coşkun önce kanun, sonra da keman çalmayı öğrendi. Kemanı da kalemi gibi konuşturdu.
Baba tarafı “Abozadeler”, anne tarafı ise “Rastgeldiler” diye anılırdı. İlkokula Ceylanpınar'da başladı. Babasının görev yeri değiştikçe onun da okulu değişiyordu. Babası köylere giderken kamyonetin arkasına binmesi, doğduğu toprakları yakından tanımasını sağladı. O nedenle memleketini “Hangi taşın altından ne çıkacak bilirim” diye anlatırdı.
EN SEVDİĞİ RAKAM
Babası edebiyat meraklısıydı, edebiyat sohbetleri yapar, dizinin dibine de oğlu Bekir'i oturturdu. Kaleminin ve zihninin bu kadar kıvrak olması, belki de o baba dizindeki sohbetlerden geliyordu. “İstanbul'un en güzel yerinde otursan, köyümdeki evimde annemin ekmek kokusunu, babamın dizinde oturmayı isterim” diyerek özlemini yansıtırdı.Bir gün gazetede kağıda aynı rakamları karaladığını gördüm. “Biliyor musun, ben en çok 414 rakamını severim.
Urfa'nın telefon kodu 414. Tuşlarken içimi sevgi kaplar” dedi. Üç rakamdan, mutluluk çıkarabilen bir insandı. Dilinden hikayeler yazıp, köşe yazarı yaptığı köpeği Pako'yu kaybedince daha duygusal oldu.
Teknesine de “Pako” adını verdi. Bu tekneyi satın aldığı kişi “Mecbur kalmasam satmazdım, babam kanser” deyince içi burkuldu. Avukatları Özlem ve Gökhan Tekşen'e, “Parayı hemen gönderelim. Tekneyi üzerimize sonra alırız” dedi.
ANKARA GÜNLERİ
Urfa'da fotoğraf makineli yerel muhabirleri görünce gazeteci olmayı aklına koymuştu. Dediğini yaptı, üniversite hayatına başladı ama maddi olanaksızlıklar vardı. Urfa'da sıra gecelerinde tanıştığı sanatçılardan kanun çalmayı öğrenmişti. Bir yandan okuyup, diğer yandan kanun çalarak harçlığını çıkarmaya başladı.
Kanunu da kalemi gibi konuşturuyordu, Zeki Müren'e bile eşlik ettiği oldu. Harçlıkları ile fotoğraf makinesi aldı. Ankara'nın Rüzgarlı sokağında Hür Anadolu Gazetesi'nde foto muhabiri olarak işe başladı. Gazete Süleyman Demirel'i destekliyordu. Coşkun'a ilk olarak Demirel'in şahit olarak katılacağı bir nikahı izleme görevi verdiler. Coşkun o geceyi ve sonrasını bir sohbetimiz sırasında şöyle anlatacaktı:
DEMİREL'İN AYAKLARI
“Nikahtaki tek muhabir bendim. 5-6 kaset siyah beyaz film çektim, büroya döndük filmleri yıkadık, büyük bölümü çıkmadı, çıkanlar da yarımdı. Demirel'in sadece ayakları gözüküyordu. Beni hemen kovdular.
Sonra Türk Haberler Ajansı'nda çalıştım, parlamento muhabirliği yaptım. Ardından Karadeniz Haber Ajansı kuruldu ve oraya Genel Müdür oldum. Ama benim yöneticilik yeteneğim olmadığı için, ajans batma noktasına geldi.”
HAYAT ARKADAŞLIĞI
Karadeniz Haber'de yöneticiyken bir de transfer yaptı. O sıralar TRT'de görevli olan Fransız asıllı Türk vatandaşı Andree'ye iş teklif etti. Teklifin altında ise bir aşk vurgunu yatıyordu. Coşkun, Cunda'da Bay Nihat Restoran'da, Andre'nin kahkahaları arasında o günleri bana şöyle anlattı:
“Andree çok sevdiğim bir gazeteci arkadaşımın eşinin, yakın dostuydu. Bizim büroya geliyordu. Burada çalışırsa daha yakından görüşüp, hayranlığımı anlatırım ve belki de evlenirim diye düşünüyordum. O zamanlar TRT'den iyi maaş alıyordu.
Ben aldığı maaşın iki mislini teklif ettim. Ancak ajansın bunu verecek gücü yoktu. Andree kabul etti ve ajansta çalışmaya başladı. Alacağı ücreti kimseye söylememesini tembih ettim. Her ay başı ajans muhasebesi normal ücretini ödüyor, üzerini de çaktırmadan ben cebimden tamamlıyordum. Andree ile samimi olduk ve evlendik. Güniz Sokak'ta bir eve taşındık, ilk işimde sadece ayaklarını çekebildiğim için kovulduğum Demirel'e komşu olduk.”
DOKUZUNCU KÖY
Coşkun evliliğin ardından Günaydın'a geçti ve Ankara temsilcisi oldu. Köşe yazarlığı yeteneğini Günaydın'ın Genel Yayın Yönetmeni ve “Tirajların efendisi” Rahmi Turan keşfetti. Bir köşe açarak, “Dokuzuncu Köy” adını da o koydu. Rahmi Turan ve Bekir Coşkun gazete el değiştirince yeni patron Asil Nadir'in para kaynağının “Pek de ak pak olmadığını düşünerek” istifa ettiler. Bir bakıma 9. köyden de kendi istekleri ile kovuldular. Coşkun için sonra Sabah, ardından Hürriyet dönemi başladı.
Umudunu asla kaybetmemişti
“Hürriyet'in en çok okunan yazarlarından biriydi Bekir Coşkun ama iktidar değişince işler ters gitmeye başladı. Yazdığı yazıları yumuşatması, iktidara yüklenmemesi isteniyordu. Gazetedeki kapı komşusu Emin Çölaşan'a da baskı geldi ve “Hayır” dediği için işine son verildi. Coşkun da “Biz bir kayıktaydık, kürek arkadaşımı dalgalar aldı” diye müthiş bir yazı yazdı ve istifa etti. Sonra kısa dönem Habertürk, Cumhuriyet ve en sonunda SÖZCÜ…
Coşkun, 14 Mart 2013'ten bu yana özgürce yazdı. Çok mutluydu, yazın Cunda'daydı. Urfa'dan çıkıp kaptan ehliyeti alan ilk kişi olarak deniz tutkusu ve Kuzey Ege hayranlığı da vardı, ta ki hastalığa yakalanana kadar…
Acılarla dolu uykusuz geceler geçirdi. Yanında Andree, köpekleri Postal ve Suşi ile sokakta perişan halde bulup eve getirdikleri “Hırpani” adında kedileri vardı. Umudunu yitirmedi, iyileşip okuyucularına kavuşacağı günleri bekledi.
20 Nisan'da Çayyolu'ndaki evinde yaptığım röportajın, onu son görüşüm olduğunu bilemezdim. Sık sık telefonla konuşuyorduk, bazen ‘'Kendimi çok iyi hissediyorum, gazeteye geleceğim, bir yere ayrılma'' diyordu.
Ama ertesi gün yine sancıları tutuyor, gelemiyordu. İyileşecek diye beklerken olmadı… Türk basını ve sevenleri bir efsaneyi, Bekir Coşkun'u kaybetti…
O şimdi Tülmen köyünde, babasının dizinin dibinde..”
BİR KAPTANLIK ANISI
“Bir yazımdan sonra dönemin Başbakanı ‘Ülkeyi terk etsin” dedi. Resmi ağızdan Türkiye'den kovulmak istenen ilk gazeteci unvanı aldım. Burası benim ülkem, beni nereye kovmayı planladılar bilmiyorum. O dönem Cunda adasındaydım. Evin terasına çıktım, Midilli gözükür. Tekneme atlayıp gitsem mi diye düşündüm. Ama iyi rota çizmeliyim. Daha önce de Midilli için yola çıkmıştım, bir baktım Altınoluk'a gelmişim, Erbakan Hoca'nın evinin önündeki iskeleye çıktım.”
Meslektaşları için yol göstericiydi
Bekir Coşkun 46 yıllık meslek hayatında binlerce yazı yazdı. O yazıların çoğu milyonlar tarafından defalarca okundu. Bazıları nedeniyle başı çok derde girdi, ölüm tehditleri bile aldı. “Boyalı Merdivenler” başlıklı yazısı nedeniyle siyasetçilere “Hakaret” iddiası ile de yargılandı. Bir yıl 2 ay 17 gün hapse mahkum edildi. Ancak bu cezanın haksızlık olduğunu düşünüyordu. Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulundu. Yüksek Mahkeme “Bir siyasetçi diğer kişilerden farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek, halkın ve diğer siyasetçilerin denetimine açar. Bu nedenle de eleştirilere daha geniş hoşgörü göstermek zorundadır.
Zorlayıcı nedenler olmadıkça ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir” diyerek Coşkun'u haklı buldu. Ayrıca hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasına, kişiler üzerinde baskı oluşturacağı ve basın faaliyetlerini yapmaktan imtina etme riski oluşturacağı gerekçesiyle karşı çıktı. 2013 yılında AYM tarafından alınan bu karar, daha sonra yapılan birçok başvuru için de emsal oldu. Bekir Coşkun meslektaşları için de yol göstericiydi.
Üç aşkı vardı: Andree gazetecilik ve Cunda!
Bekir Coşkun eşi Andree'ye, mesleğine ve Cunda'ya aşıktı. Andree aynı aşkı “Ben eşimi çok sevdim. Türkiye duysun, çünkü aşkımı haykırıyorum” diye anlatıyordu
Memleketi Şanlıurfa, çocukları Tolga ve Ebru ile Haluk başta olmak üzere tüm kardeşleri hayatının vazgeçilmezleri arasındaydı. Babası Mehmet Zeki Coşkun, hayata veda etmeden önce oğlunun en büyük eleştirmeniydi. Nasıl olduğunu şöyle anlatıyordu: “Babam iyi bir Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve sıkı bir İsmet İnönü hayranıydı. O nedenle Demokrat Parti döneminde oradan oraya sürüldü.
Sabahları erkenden kalkar, benim yazımı okur sonra telefon açardı. Önce ‘Uyuyor muydun ?' diye sorar, ben de uyuduğum halde ‘Uyumuyordum' derdim. Sonra ‘Yazının orası olmamış' diye söze başlardı. Orası neresi acaba diye düşünürken, bazı harflerin üzerine bizim ‘Şapka' dediğimiz inceltme işaretini neden koymadığımı sorardı. Koymak isterdim ama bilgisayarda şapkayı harfin üzerine denk getirmek zordur. Ben bu şapkadan çok çektim.”
Coşkun'un hayatında Cunda'nın özel yeri vardı. Hastalığından önce yılın 6 ayını buradaki evinde geçirir ve adayı “Havasını severim, delisini severim, kedisini severim. Taş kahvede oturmak bile yeter'' diye anlatırdı.
Adanın isminin “Ali Bey” olarak değiştirilmesine kızmıştı. Bu kızgınlığını “Cunda'yı Rum ismi zannettiler, onun için değiştirdiler. Oysa Cunda, Osmanlı donanmasındaki gemi direklerinin en uç kısmıdır. Zaten herkes Cunda demeye devam ediyor. Bu Ali Bey, hangi Ali bey bilmiyorum ama, ona da saygısızlık oluyor'' diye anlatıyordu.
20'li yaşlarında Ankara'ya geldi
Coşkun Şanlıurfa'da liseyi tamamladıktan sonra Ankara'ya geldi. Başkent'te Yüksek Gazetecilik Okulu'ndan mezun oldu.
Coşkun meslek hayatına ilk olarak 1974'te foto muhabiri olarak başladı. Günaydın gazetesinde köşe yazmaya başlayınca tüm Türkiye çapında tanındı.
BEN AYRILIKLARA DAYANAMAM
Dün sonbaharın ilk yağmuru yağdı Cunda'ya.
Baktım da; deniz dahi yağmuru bekliyor.
Dalgalar, sanki damlaları karşıladılar.
Demek ki; deniz olsan da damlalara ihtiyacın var.
Dün yağmur damlalarını saydım, iki eksik çıktı.
Biri sağ yanağımdan, diğeri sol yanağımdan dökülmüştü.
Sonbahar güzel oluyor buralarda.
Ama ben ayrılıklara dayanamam.
(Bekir Coşkun… Başın Öne Eğilmesin Bilgi Yayınevi 2011)