CHP'li Çeviköz'den Erdoğan'a BM eleştirisi
CHP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Ünal Çeviköz, Erdoğan'ın ABD ziyaretine ilişkin açıklamalarda bulundu.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Ünal Çeviköz, düzenlediği basın toplantısında dış politikada yaşanan son gelişmeleri değerlendirdi. Türkiye'nin ABD ile İran'a uygulanacak ambargo konusunu görüşerek, bir takım kolaylıklar sağlanmasının yolunu araması gerektiğini vurgulayan CHP'li Çeviköz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Almanya ziyaretini de, "Türkiye'nin Almanya'dan ve Avrupa'dan önemli beklentilerinin olduğu biliniyor. Ancak Almanya'nın ve Avrupa'nın da Türkiye'den beklentileri olduğunu unutmamak gerekir" ifadelerini kullandı.
Soçi mutabakatının, Suriye'de gelecek dönemin en önemli sınamalarından birini oluşturduğunu dile getiren Ünal Çeviköz'ün açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Komşumuz İran'da, Ahvaz’da Devrim Muhafızları’na yönelik olarak yaşanan terör saldırısını kınadığımızı belirtmek isterim. Bu konuda İran tarafına en yüksek düzeyde taziyelerimizi ilettik. Türkiye, yıllardır terörden en çok etkilenen ülkelerin başında geliyor. Bu da bölgemizde ve özellikle komşularımızın topraklarında yaşanan terör olaylarına karşı büyük bir duyarlılık içinde olmamıza yol açıyor. Bunu da bu vesileyle vurgulamakta yarar görüyorum.
Önümüzde önemli bir süreç yaşanacak. Tahran zirvesinde alınan kararlar ve ardından Soçi'de Türkiye ile Rusya arasında varılan mutabakat, Suriye'de önümüzdeki dönemin en önemli sınamalarından birini oluşturuyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun başlaması nedeniyle gündemde geri plana kayan İdlib sorunuyla ilgili endişelerimizi bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Astana'da daha önce varılan mutabakat uyarınca İdlib'te Türkiye'nin ve Rusya'nın ortak sorumluluğunda oluşturulan çatışmasızlık bölgesi uygulamada sürdürülebilir bir çatışmasızlık ortamı sağlayamadı.
Bu nedenle, Türkiye ve Rusya, Astana'da vardıkları anlaşmayı bir daha, ancak bu kez daha ayrıntılı bir biçimde, yeniden tanımlamak zorunda kaldılar. Soçi mutabakatı denilen gelişme bunu gösteriyor.
Bu mutabakatın 15 Ekim'e kadar hedeflenen sonuca ulaşması, bölgede rejim ve muhalif unsurlar arasında ağır silahlardan arındırılmış bir bölge kurulması ve terör örgütlerinin silahlarını terk ederek bölgeden ayrılmaları amaçlanıyor.
Bu mutabakatta Türkiye'ye büyük bir sorumluluk düşüyor. Türkiye İdlib’deki ılımlı ve radikal grupları birbirlerinden ayırmak gibi neredeyse imkânsız bir görevi yerine getirmeyi taahhüt etmiş bulunuyor.
Bu çok kritik bir durumdur. Türkiye'nin bu sorumluluğunun gereği için gösterdiği çabalar sırasında Mehmetçiğin güvenliğinin her şeyden önemli olduğunun altını özellikle çizmek isterim.
Ancak vahim olan, dünya kamuoyunda Türkiye’nin Suriye'de muhalefet adı altında gruplaşan terör örgütlerini himaye ettiği şeklinde bir algının oluşmasıdır.
Türkiye’nin İdlib konusunda-özellikle 7 Eylül tarihindeki Tahran Zirvesi’nde ve 17 Eylül tarihindeki Soçi görüşmesinde-izlediği tutum da bu algıyı ortadan kaldırmaya yardımcı olmuyor. Nitekim, Rusya Türkiye’nin cihatçı örgütler üzerindeki nüfuzunu kullanmasını beklediğini defalarca belirtti.
“Suriye’de terör örgütlerine TIR ve uçak dolusu silah verenler gelecekte bunun bedelini ödeyecek” deniyor. Biz de Cumhuriyet Halk Partisi olarak, yıllardır bunu dile getiriyor ve bu soruyu soruyoruz.
IŞİD’e kim destek verdi, Suriye'de terörün yuvalanmasına, ülkenin bir iç savaşa sürüklenmesine milyonlarca insanın evsiz-barksız kalarak ülkelerini terk etmelerine ve yüzbinlerce insanın ölümüne sebep olan kanlı bilançoya hangi davranışlar yol açtı? Bu soruların cevabı mutlaka verilmelidir.
Türkiye’nin yanlış Suriye politikası nedeniyle giderek kabaran faturanın en büyük kalemi İdlib’dir. 2015 yılında tamamen terör örgütlerinin kontrolü altına giren İdlib, Türkiye’nin dış politikada yaşadığı büyük sıkışıklığın son noktasıdır. Bu konudaki uyarılarımızı bir kez daha dile getirmekte yarar görüyorum.
Dış politikada sadece Suriye'de mi sıkışmış durumdayız? Türkiye'nin ABD ile ilişkilerine baktığımızda durumun hiç de iç açıcı olmadığı görülüyor.
İkili ilişkilerimizin bu kadar önemli bir sınamadan geçmekte olduğu bir sırada NewYork'ta Trump ile kapsamlı bir görüşme yapılamamış olmasını üzüntüyle karşıladığımızı belirtmek isterim.
Türkiye kapı aralığında el sıkışılarak sırtı sıvazlanacak bir ülke değildir, olmamalıdır. Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na gidildiğinde ciddiye alınan, itibarlı ve hatırı sayılır bir ülke olarak ağırlandığı günlerin özlemini çekiyoruz.
Uzun bir aradan sonra bugün Almanya'ya en üst düzeyde bir devlet ziyareti gerçekleştiriliyor. Son birkaç yıldır Türkiye'nin başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleriyle ilişkilerinde yaşanan tıkanıklığın aşılması için ciddi diplomatik çabalara ve girişimlere ihtiyaç var.
Üst düzey devlet ziyaretleri de elbette bu tür girişimlerin başında gelir. Türkiye ile Almanya arasında son yıllarda yaşanan kırgınlıkların aşılması için önemli bir fırsat olarak gördüğümüz bu ziyareti safha safha tüm ayrıntıları ile yakından izliyoruz.
Türkiye'nin Almanya'dan ve Avrupa'dan önemli beklentilerinin olduğu biliniyor. Ancak Almanya'nın ve Avrupa'nın da Türkiye'den beklentileri olduğunu unutmamak gerekir. Bunların başında Türkiye'nin AB üyelik müzakerelerine, Gümrük Birliği'nin geleceği ile ilgili görüşmelere yeniden başlayabilmesi için gerekli zemini hazırlayacak adımları atması geliyor.
Bu adımlar da Türkiye'de temel hak ve özgürlükler, basın ve ifade özgürlüğü, yargının işlevselliği ve siyasi otoritenin güdümünden çıkarılması ve Türkiye'nin yeniden bir hukuk devleti haline gelmesi gibi konularla yakından ilgili.
Türkiye'nin Almanya'da yapılacak temaslarda bu alanlarda dile getirilecek görüşleri dikkatle dinlemesinde ve bu beklentileri karşılayacağına dair güçlü, güvenilir ve inandırıcı bir tutum takınmasında yarar görüyoruz. Bu yapılmadığı ve evrensel değerler ile ilgili beklentilere karşı kulaklar tıkandığı takdirde Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin de ilerleme kaydetmesini zor görüyoruz.
Türkiye, ABD ve Almanya gibi, G20'nin üyesi. En azından, ekonomik göstergeler hala bu grubun içinde kalmamıza imkan sağlayacak düzeyde seyrediyor. Dünya yeni bir ticaret savaşının eşiğinde. Türkiye ekonomik bakımdan Son 16 yıldır artan biçimde dışa bağımlı ve kırılgan bir hale getirildi.
Ekonominin düzelmesi için Ülkemizin bağımsızlığını zedelemeyecek adımlar atılması gerekiyor. Son günlerin en önemli gelişmesi, Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu ekonomik sıkıntıların Rahip Brunson ile ilgili olmadığının itirafı olmuştur.
Burası çok önemli! Demek ki, ekonomik sıkıntılarımız suni manipülasyonlardan kaynaklanmıyormuş. Tedavinin en önemli unsuru teşhistir. Bu teşhis yapılabildiğine göre, artık tedavinin de gereken şekilde yapılmasını beklemek Türkiye'de yaşayan tüm yurttaşlarımızın hakkıdır."