Davutoğlu: Erdoğan ABD'ye gidince dünya lideri, ben gidince FETÖ'cü

Abone ol

Liderlerle Bayram Sohbetlerinin son konuğu, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu oldu.

Halk TV'de bayram sohbetleri vesilesiyle 4 günde 8 liderin konuk olacağı sohbetler devam ediyor. Cumartesi günü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, dün ise HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ve DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş ve gazeteci Özlem Gürses'in sorularını yanıtladı.

Bugünün konuklarından biri TİP Genel Başkanı Erkan Baş gazeteci Özlem Gürses'in sorularını yanıtladı. Liderlerle Bayram Sohbetlerinin son konuğu ise Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu oldu.

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesine kitap bağışladığını ifade eden Ahmet Davutoğlu, "Açıkcası üzülüyorum tabi ama esas üzüldüğüm çok güzel bir koleksiyon orada birikmişti. Kemal Karpat'ın bütün eserleri, Talat Harman'ın öyle emekler ile toplanmıştı ki. Şehir Üniversitesi'nin kütüphanesi şu an Türkiye'deki en özgün kütüphanelerden biri. Üniversite'nin kapanmasına gerçekten çok üzüldüm." dedi.

Sohbete kitaplardan başlayan Davutoğlu bir anısını şöyle anlattı;

"Bir gün yakın bir arkadaşımın evine gittim. Kütüphanesinde bir kitap duruyor, Ali dedim şu kitap benim. Yok dedi, o kitap orada yıllardır duruyor. Hayır dedim o kitap benim, o kitap bana gülümsüyor. Gittim çıkardım meğer kitap gerçekten benimmiş. Kitap gerçekten insana gülümser.

Aslında dünyanın genelinde organik hayattan korkmak gibi bir his var. Kitap organik bir hayatın başlangıcıydı. Değdiğiniz, dokunduğunuz. Ben hep derim, "Allah iki kokudan mahrum bırakmasın. Bir kitap kokusu iki bebek kokusu."

Duruş kitabı

Başbakanlığı bıraktıktan sonra Duruş diye bir kitap yazdım gençlere. Biraz da bu FETÖ terör örgütü, 15 Temmuz olayı olunca benzer şekilde gençler kandırılmasın diye gençlerle sohbet ettiğim bir kitap. Orada gençlere şunu söyledim, "Kariyer planlaması yapmayın, birikim planlaması yapın." Birikim planlaması yaptırmak lazım gençlere. Hangi dilleri öğrenecek, hangi klasikleri okuyacak, zihni formasyon nasıl geliştirilecek, psikolojik formasyonları nasıl gelişecek...

Biz meslek sahibi edindirmeye çalışıyoruz. Esas itibariyle eğitimin temel amacı zihni bir formasyondur. Özgür düşünebilen, eleştirel düşünebilen, insanı anlayabilen, bilim üretebilen yani bunlar olmadan bir insana salt en çok maaş aldığı bir meslek vermeye kalkarsanız ve eğitimi buna odaklarsanız, insanların zihninde eğitim sadece bir yere ulaşmak için bir araç haline dönüşür. Halbuki eğitim sıradan bir araç değil. Eğitim bir şahsiyet oluşumudur.

12 Eylül Anayasası

Değişik dönemleri yaşadık biz 12 Eylül nesli. 27 Mayıs olduğunda ben 1 yaşındaydım, 12 Mart olduğunda ortaokul öğrencisiydim . Deniz Gezmişlerin asıldığı günü hatırlarım. 28 Şubat'ta profesörlüğün eşiğindeydim. Şimdi bütün o hayata bakıyorum, geçmiş dönemlerde şöyle bir şey vardı. 12 Eylül'de biz şundan emindik, sert bir şekilde karşıydık tabi.

12 Eylül Anayasasına karşıydık. Şunu biliyorduk ki bu geçici. 27 Mayıs'ta da çok çileler çekildi.

Siyasete tekrar dönüş

Beni yeni bir siyasi hayata, tekrar siyasete dönmeme sebep olan hususlardan birisi gittikçe bizim geçici olarak gördüğümüz otoriter eğilimlerin demokrasi görüntüsü altında yapısal bir nitelik kazanmaya başladığını görmek beni ciddi şekilde tedirgin etti.

Olağanüstü bir dönem yaşıyorsanız geçeceğini bilirsiniz. Kenan Evren'in gideceğini biliyorduk ama demokrasi görünümü altında otoriter eğilimler yerleşir ve toplumda hakim olursa çok tehlikelidir bu. Ankara'da otoriter bir eğilim hakim olup topluma sirayet etmemişse dersiniz ki bu geçici, gidecek. Otoriter eğilim kitlelere sirayet etmeye başlamışsa artık daha da tedirgin edici bir durum vardır. Son dönemde sosyal medya üzerinden tehditler yağdırıldığında, komşularının listeleri tutulduğu söylediğinde hele Ramazan'da insanların biraz daha olgun olduğu dönemde en sert tepkiyi verme sebebim bundan.

Çünkü görüyorum ki bir otoriter eğilim daha önce makul görülen insanları bile esir almış.

"Otokrasi evrensel bir hastalıktır"

Otokrasi evrensel bir hastalıktır. Demokrasi evrensel bir şifasıdır. Dünyadaki otokratik eğilimlerin Amerika'da, demokratik görünen bir ülkede en şey otokrat var mesela Trump.

Trump, popülist otokrasinin bir sembolü. Türkiye bu anlamda bir istisna teşkil ederse geleceği parlak olur. Böyle otokratik eğilimlerin arttığı bir dönemde demokrasiyi geliştiremeyen ülkeler bir sonraki aşamaya çok daha sağlıklı girerler. Çünkü ben bu otokrasinin kalıcı olacağı kaanatinde değilim. Türkiye'de de, dünyada da.

"Başbakanlığı bırakmam özgürleşmeydi"

Özgür olabilmek için başbakanlığı bıraktım, hissettim ki özgür bir başbakanlık yaptırmayacaklar bana. Başbakanlığı bıraktığımda birçok kişi şaşırdı. Dönüp baktığım zaman o bir özgürleşmeydi. Ben özgürlüğün dışsal bir şey olduğu kaanatinde değilim.

Özgürlük içsel bir şey. Özgür bir vicdana ve özgür bir düşünceye sahip olan birisi dört duvar arasında bile dışarda özgür bir vicdan ve düşünceye sahip olmayan birisinden daha özgürdür. Çünkü özgürlük bizim içimizde var olan bize Allah'ın lütfettiği bir şeydir. Dolayısıyla başbakanlığı bıraktığım gün daha özgür olduğumu hissetmiştim.

En özgür kişi vicdanı ile beyni arasında tutarlı bir ilişki kurandır. Yoksa özgürlük ve güç makamlarla olmuş olsaydı nice güçlü insanlar geçti ama hiçbir zaman özgür olmadılar. Dolayısıyla ben özgürlüğü siyasi partiler ile ilişkili görmem. Özgürlük insanın içi ile ilgili bir meseledir.

Neden ben başbakanlığı bıraktım? Tam da özgür olabilmek için. Çünkü hissettim ki özgür bir başbakanlık yaptırmayacaklar bana. Özgür olmadığınız zaman gücünüzü de kullanamazsınız. Bir tercih vardı benim önümde. Yoksa o "Pelikan dosyası" falan paçavradır. Onlara dayalı olarak ben istifa etmiş değilim. Eğer o MYK'da talimatla hareket etmeyecek vicdana sahip 20 arkadaşım olmuş olsaydı ben o mücadeleyi verebilirdim.

Fakat baktım ki o toplumun kültürü dönüşmüş ve onların çoğu gelip benden özür dilediler. Talimat geldiği için yaptık diye. Başbakanım, genel başkanım dediği birinin yurt dışında devlet görevi yürütürken inanmadıkları bir göreve imza atarak onun gücünü törpülemeye çalışan arkadaşlar ile artık özgür bir ilişki kuramazsınız.

AK Parti içinde gidişattan memnun olan sayısının az olduğunu biliyorum. 22 Nisan 2019'da yayınladığım manifestonun sonrasında çok sayıda AK partili arayıp elinize sağlık, kaleminize sağlık, biz de aynı fikirleri paylaşıyoruz demiştir. Milletvekilleri de vardır bunların arasında.

"Önümde hizaya girenler ben başbakanlığı bıraktıktan sonra selamı kestiler"
Ben başbakanlığı bıraktıktan sonra önceden önümde hizaya geçenler benimle selamı kestiler. Bu hep oldu yalnız. Adnan Menderes için çocuğunu feda edeceğini söyleyenler Menderes'in arkasında duramadılar. Bunu ben yadırgamam.

Milletvekili olma hikayesi

İnsani ilişkiler her şeyden önemlidir. Bizim Sayın Erdoğan ile ilişkimiz herhangi bir ilişki değildi. O da bilir ki ben siyasete bir mevki ya da makam için girmedim. Defalarca teklif edildi, hepsini reddettim. Sayın Erdoğan ve Sayın Gül ile kurucu olmayı teklif ettiğinde ben ilim adamıyım, yeni nesiller yetiştirmeyi düşünüyorum dedim. İhtiyacınız olursa her zaman yanınızda olurum dedim. Nitekim baş danışmanlığı o yüzden kabul ettim. 2007'de ben ayrılıyordum. Sayın Erdoğan, "Milletvekili olun, arkasından bakan olacaksınız çünkü sayın Abdullah Gül cumhurbaşkanı olacak." dedi.

2008 başında ayrılma planları yaparken parti kapatma davası açıldı ve o zaman ben Sayın Erdoğan'a dedim ki bu Türk demokrasine açılan bir dava. Sonuna kadar yanınızdayım ve ne görev verirseniz buradayım dedim. Siyasete bir hırsla girmiş değilim. Bazıları beni hırsla Erdoğan ile yarışmış biri olarak görürler. Hiç yarışmadım ama şunu da hiç yapmadım. Benden kukla bir başbakan çıkmadı ben ilim adamıyım. Bir bilgi birikimi ışığında bir duruşum var.

“Erdoğan'ın alamadığı randevuyu Davutoğlu'nun alması rahatsızlık doğurdu”

Başbakanlık görevinden sonra ABD'ye, Rusya'ya başbakan olarak gitmedim ben. 1 Kasım seçimlerini arkada bırakınca, Erdoğan'ın ABD'de alamadığı randevuyu almam bir rahatsızlık doğurdu. Ben dört yıldır başbakan değilim. Her zamanda meydan okudum. Ben bu ülkede Torosların bir köyünde doğmuş bir türkmen çocuğuyum.

Başka hiçbir yere ait değilim. Hiçbir kişiye kayıtsız, şartsız itaatim de yok. Bu ülkeye itaatim ve bağlılığım var. Bir tek kişi çıksın benim irtibatımı bulsun. Bir takım çevreler Amerika'nın istediği adam demeye kalktılar. İşin ilginç tarafı 1 Mart tezkeresi öncesi benim tutumum belliydi. Amerikan askerlerinin Türkiye'ye girmesini ve Türkiye üzerinden Irak'a saldırmasını doğru görmedim. O zaman baş danışmandım ve bu durumu bir gazete üzerinden ifade ettim. En dost ülke olsa bile böylesi bir yabancı askerin ülkeye girmesini doğru görmem ben.

1 Mart tezkeresi TBMM'de geçmeyince Amiral dergisi denilen gazetenin baş yazarı doğrudan beni hedef gösterdi. Ben meclisin iradesine karışmam ben baş danışmanım. Sayın Erdoğan'a ve Sayın Gül'e hem bir dost hem de danışman olarak Türkiye'nin Birleşmiş Milletler kararı olmadan herhangi bir ülkeye tek taraflı olarak Amerika'nın veya başka bir gücün destekçisi olarak girmesini doğru görmedim.

"Sayın Erdoğan ABD'ye gidince dünya lideri, ben gidince Amerikan ajanı veya FETÖ'cü"

Sayın Erdoğan ABD'ye giderse dünya lideri, ben gidersem Amerikan ajanı veya FETÖ'cü veya başka bir şey. Kaldı ki FETÖ zaten bana yaklaşamaz. Bu suçlamaların hiçbiri biz de tutmaz.

Siyasete geri dönüş

Beni 4 yıl sonra siyasete geri döndüren nedenlere bakacak olursak bir kere şunu AK Partililerde bilirler ben o partinin benim dönemime kadar girmiş beş genel seçiminin ikisini yönettim. Birinde de tarihin gördüğü en büyük oyu aldım. Ben aldım derken dönem olarak söylüyorum. Ayrıldım ve hiçbir zaman AK Partinin başarızsılığı üzerine bir senaryo geliştirmedim. O zaman hep iyi niyetle yaptım ve bıraktıktan sonra Sayın Cumhurbaşkanı ile beş kez buluştum. Her seferinde gördüğüm şeyleri ifade ettim. Bir adım atılsaydı böyle bir şey olmazdı.

Beni buna ne sevk etti;

Özgürlükler konusunda ülkenin nefes alamadığını hissettim.
Adalet bağlamında sıkıntılar var.
Yoksulluk arttı.
Uluslararası itibar zayıfladı.

Bunlar benim için yeni bir şeyler yapmayı zaruriyet haline getirdi. Bir hırs peşinde değilim.

Benim Gelecek Partisi kurmamdaki ana fikirlerde burda. Özgürlükleri tam, onurlu vatandaşlık bakımından herkesin eşit olduğu, adalet konusunda bu ülkede yaşayan herkesin mutlu ve huzurlu olduğu, güçler ayrılılığı prensibinin hayata geçirildiği, ekonomik olarak onurlu bir hayat sürmenin herkes için geçerli olduğu ve dünyada uluslararası itibara sahip bir ülke inşa etmenin artık AK Partide mümkün olmadığını gördüm. Şu anda Gelecek Partisinin vizyonu bu ilkelerdedir.

"Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi her an otokrasiyi getirecek bir sistemdir"
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen sistem demokratik kriterler çerçevesinde noksandır. Eski sistem de noksandı. Eski sisteme dönmek değildir bizim niyetimiz ama bu sistem her an otokrasiyi getirecek bir sistemdir.

Bugünkü Cumhurbaşkanlığı kararlarının niteliği, meclisin gittikçe azalan rolü, bir partinin genel başkanının aynı zamanda cumhurbaşkanı olması, o genel başkanın meclis aritmetiğini ipotek altına almasına yol açıyor.

"Gelecek Partisinin en temel kavramı insan onuru"

Öncelikle insanoğluna saygılı bir siyasi ortam hazırlamamız lazım. Kim olursa olsun, hangi etnik hangi mezhebi kökenden olursa olsun herkesin onurlu bir şekilde kendini ifade edebildiği bir sosyal ortam sağlamak. İnsan onuruna saygı gösterilen bir siyasal düzen Gelecek Partisinin en temel kavramı insan onuru. O onuru ayağa kaldırmak lazım. Şeffaflık Gelecek Partisinin omurgalarından birisi olacak.

7 Haziran seçimleri

7 Haziran'da çoğunluğu alamazdığımızda mecliste büyük bir şok yaşandı. O gün bir balkon konuşması yaptım. Bu tablo konusunda Türkiye'nin krize düşeceğini hesap edenler hiç bu hesaplara yönelmesinler bir gün bile bu ülkeyi hükümetsiz bırakmayacağız dedim. Bir gün dahi bu ülkeyi hükümetsiz bırakmadım. Koalisyonlar gündemdeydi. HDP ile koalisyon düşünmedim çünkü Doğu ve Güneydoğu'da neler yaptıklarını biliyordum.

O hukuksuz tutumlarının terörler mücadeleyi getireceğini biliyordum. Önce CHP'yi denedik. CHP'nin bir uygun zemin olacağını düşündüm. Ben MKYK'yı topladım bütün çoğunluk CHP ile koalisyona yakındı. Bir kısım isim MHP ile koalisyona yakındı. HDP ile koalisyon isteyen yoktu.

Taban ise MHP'ye biraz daha yakındı. Sayın Bahçeli, koalisyona kapısını ilk anda kapatmıştı. Sayın Bahçeli ben muhalefette kalacağım deyince ilk olarak CHP'yi denemek gerekiyordu.

Bunu daha sonra tabanda kara bir propaganda olarak işletmeye çalıştılar. Sadece CHP'ye karşı değil MHP'ye karşı da böyle bir propaganda başlattılar.

Sanki benim elimde yeteri kadar milletvekili var gidip hükümet kurabilecekken gidip CHP ile bir hükümet kuracakmışım gibi ve bunu sanki Cumhurbaşkanına karşı yapacakmışım gibi bir tavır gösterildi. Bugün Bahçeli'yi dokunulmaz gören yazarlar benim o Bahçeli'nin selamını almam üzerine Bahçeli ile birlikte kumpas kurmakla itham etmişlerdi.

Düşünün nerden nereye gelindi. CHP ile yapılan müzakereler sonucu bu koalisyonun sağlıklı işlemeyeceği ortaya çıktı. Bunun için ne CHP'yi sorumlu görürüm ne de bizim tarafı. O koalisyon hükümeti kurulabilseydi iyi olurdu ama kurulamamış olması biraz psikolojik ortamla ilgiliydi.

"Memleket Masası" teklifi

Ben partiler arası her türlü diyalogu doğru görürüm. Bu anlamda da sayın Akşener'in teklifi son derecede doğru ve yerinde bir tekliftir.

Aslında sayın Cumhurbaşkanının bir teklifi yapması ve hayata geçirmesi kendisinin en büyük kazanımı olurdu. Şimdi sayın cumhurbaşkanı "Türkiye Platformu" deyince bu bir proje olmuyor da Sayın Akşener "Memleket Masası" dediğinde mi proje oluyor. Ya da ben bütün mahallelerimizden çıkalım dediğimizde mi bu bir proje oluyor. Dolayısıyla şu anda Türkiye'deki en büyük eksiklerden biri siyasi liderlerin bir araya gelememesinden kaynaklanan istişare eksikliği.

Cumhurbaşkanının yapması gereken teklifi sayın Akşener yaptığında ben bu teklifi olumlu gördüğümü söyledim.

"Bana yapılan parti içi darbe Pelikan sebebi ile yapılmadı"

Aslında salt şeyler de biliniyor, herkesin bildiği sıralar. Dokunan yanar şeklinde. FETÖ zamanında vardı bu adını koyamazdık. Hukuk alanında ciddi etkileri vardı. Herkes hissediyor ki Türkiye’de güç için kullanılan bazı yöntemler var. Bana karşı parti içinde yapılan darbe Pelikan tarafından yapılmıştı. Ben o zaman ilgili arkadaşlara söyledim 1 Mayıs Pelikan dosyası çıktığı gün, yayınlanan yazılara paylaşımlara bakın Pelikan odur. Baktım ki bunun arkasında talimatla yürütülen işler var. Sayın Cumhurbaşkanı bunların olduğu yalıyı ziyaret etti. O gün Pelikan dosyası üzerinden bana karşı kampanya yürütenler, şimdi birbiri ardından kampanya yürütüyor. Bakanlar arası mücadele yürütülüyor. Şu an kendisine operasyon çekilen herkes Pelikan yapılanmasına işaret ediyor. Sayın adalet Bakanı Abdulhamit Gül buradan adını zikrediyorum. Türkiye’nin yeni bir vizyona ihtiyacı var. Milletin iradesi neyse onun gereğini yapar o iradeyi de çoğunluklu şekilde kullanırız.

Herkes hissediyor ki Türkiye'de bir takım güç rekabetleri var. Bunun için kullanılan bazı yöntemler var ve bu yöntemlere isimler konuluyor. Bu açıdan bakıldığı zaman bana yapılan parti içi darbe Pelikan sebebi ile yapılmadı, Pelikan bir araçtı. MKYK'da o tartışmalar yaşanmasaydı da Pelikan dosyası gibi yüzlerce dosya yayınlansa da önemli değildi benim için.

Bayram günleri

Birkaç evrede farklı bayramlar yaşadık. Bir Taşkent'te yaşadığımız bayramlar yani köyde, çok az karışmış bir Türkmen obasının çocuğuyum.

Uzun yıllar sonra köy dışından evlenen ilk kişi benim. Dolayısıyla Orta Asya'da gördüğüm ve hissettiğim gelenekler yaşatılırdı. Bizim Davutlar odamız vardı. Oda demek misafirhane, o uzun yolculukların yapıldığı dönemde insanların gelip Allah rızası için kaldıkları, kendilerinden hiçbir ücret alınmayan, hayır için kurulmuş vakıflar vardı.

Yani bizim köyde bir evimiz var, yanda bir evde daha var orası vakıf ve o ev misafire açıktır. Anahtarı üzerinde durur.

Bayram sabahları o odanın şöyle bir hususiyetleri vardı. Bayram sabahı namazdan sonra herkes kabirleri ziyarete gider sonra bütün o mahallenin fakiri zengini yemeğini Davutlar odasına getirirdi. Oradaki o organik hayat beni çok etkilemiştir. O bayramları hiç unutamıyorum.

Davutoğlu'ndan bayram mesajı

Hz.Mevlana'nın şu sözü bana bir şiardır. "Biz bu topraklara ancak muhabbet toprakları ekmeye geldik." der Hz.Mevlana. Biz bu vatana muhabbet toprakları ekmeliyiz. Allah'ın barışı, esenliği her bir vatandaşımızın, ülkemizin, İslam aleminin ve insanoğlunun üzerinde olsun.

Erkan Baş: Sürekli sarayda yaşayan birinin akli sağlığı iyi durumda değildir Siyaset İYİ Partili ilçe başkanı koronavirüs teşhisiyle hastaneye kaldırıldı Siyaset MHP-DEVA kavgası büyüyor! Hakaret dolu açıklama geldi Siyaset CHP, polis ve bekçi şiddetini Meclis'e taşıdı Siyaset