Depremzedeler kanun yoluyla yeniden mağdur ediliyor
Avukat Sabit Savran, deprem sonrası mağduriyetlerin giderilmesi için öne sürülen çözümlerin işlevsiz olduğunu söylerken Avukat Onur Cıngıl ise “Afet bölgesinde insanlara depreme dayanıklı ev yapılır. Devlet ise ben burayı dönüştüreceğim diyor." diyor.
FİLİZ GAZİ / GERÇEK GÜNDEM
Ülkenin dört bir tarafında ama özellikle İstanbul'da yıllar içinde hem yapı stoğu hem de toprak zemini açısından riskli ilan edilen bölgelerde yapılan kentsel dönüşümler, ranta hizmet eden projeler olarak hayata geçirildi. Deprem sonrası mağduriyeti gidermek amacıyla çıkarılan kanunlar da bu rant paylaşımını kolaylaştırdı.
6306 sayılı afet yasasından, kredi uygulamalarına kadar depremzedeler yararına kamuya sunulan sözde idari yardımların fiiliyatta olan mümkünsüzlüğü ve bir dizi yasal öngörüsüzlüğün yol açtığı sorunlar silsilesi karışık gibi gözükse de tek bir amaç taşıyor.
2012'de çıkarılan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi hakkındaki kanunla Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yetkisinde olan 6306 sayılı afet yasasının hükümete verdiği istimlak yetkisi, deprem riski yüksek bölgeleri iyileştirmek amacı değil değil deprem riski düşük arsa değeri yüksek alanlara gözünü dikerek ranta çeviriyor.
30 GÜN İÇİNDE ANLAŞMAZSAN DOLAYLI DA OLSA KAMULAŞTIRILIYOR
Avukat Sabit Savran, hasar tespitinden sonra yıkılacak binaların 30 gün içinde malik ve yüklenici ile sözleşme şartları konusunda anlaşmalarının zorunlu olduğunu söylüyor. Anlaşamazlarsa ne olur? “Arsa idarece dolaylı da olsa kamulaştırılır” diye yanıt veriyor Savran:
“Örneğin binaların orta hasarlı ve ağır hasarlı olanları tespit edildi. Bu binalar yıkılacak ve yeniden yapılacak değil mi? Çok enterasandır kanunda diyor ki, yıkım sonrasında 30 gün içinde tüm malikler yüklenici ile sözleşme şartları konusunda anlaşamazlarsa, idarece kamulaştırılır. Bu nasıl bir mantıktır?”
Savran, verdiği bir örnekle sürecin gidişatını şöyle somutlaştırıyor:
“İzmir’de, dört bloktan oluşan Dokuz Eylül sitesinde 28 daire bulunuyor. Binaların yıkımı sonrasında bir ay içerisinde bu 28 malikin anlaşma yapmaları fiilen mümkün değil. Kanun, 30 gün içinde anlaşamazsan arsanı kamulaştıracağım diyor. Kamulaştırma bedelini de 5 senede ödeyeceğim diyor. Depremde binaları hasar gören insanlara niye 30 gün içinde anlaşma zorunluluğu getirir? Çünkü anlaşmazsan kamulaştıracağım diyor.”
“Bu sitede geçen hafta Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, site müdürünü arıyor. ‘Siz anlaşmadınız, arsanızı ihaleye çıkaracağız.’ diyor. Kanun, binalar yıkıldıktan sonraki 30 gün içinde anlaşacaksınız diyordu. Düşünün, daha binalar yıkılmadan arama yapılıyor.”
BANKA, MÜTEAHHİT GARANTÖR OLSUN DİYOR
Savran, kentsel dönüşüm kredilerinin de mağdurların lehine işlemeyen bir dizi süreci kapsadığını ifade ediyor:
“Kişi başına 400 bin TL kredi veriliyor. Vatandaş bu krediyi kullanabilirim diye düşünüyor ama fiiliyatta alamayacağını bu süreçte öğreniyor. Şöyle: Kentsel dönüşüm kredilerini özel bankalardan sadece ikisi veriyor. Bu iki bankanın kentsel dönüşüm kredi faizleri tam iki misli. Gelelim kamu bankalarına… Halk Bank, şu aşamada bu krediyi kullandırtmıyor. Ziraat Bankası öyle bir şart koşuyor ki, kullanmak fiili anlamda mümkün değil. ‘Kaç malik var, kaç kredi başvurusunda bulundu?’ diye soruyor ve geriye kalan kişilerin 400 bin TL’yi kendi bankalarında bloke etmeleri şartını koyuyor. Konulan bu şartla kimse gidip kredi alamaz. Vakıf Bank’ın ise şöyle bir uygulaması var: Önce bir müteahhit bul diyor ve sonra o müteahhit gelsin bize inşaatın biteceğini ve kredinin geri ödeneceğini taahhüt etsin. Hangi müteahhit yapar bunu?”
KİMİN GELİRİ 15 BİN TL’DEN YÜKSEK?
Üçüncü sorun ise bankanın gelire göre kredi imkanı sağlaması. Savran “Banka 15 bin TL’den fazla gelirinin olması şartı koyuyor” diyerek “Kentsel dönüşüm mağdurlarının, 15 bin TL’den yüksek gelire sahip olabileceğini aklınız alıyor mu?” diye soruyor:
“Dokuz Eylül sitesindeki 128 kişi içinde 30 kişinin geliri 15 bin TL’den yüksek. Gelir düzeyi açısından da kentsel dönüşüm kredisinin fiilen kullanılabilirliği ortadan kalkıyor.”
Savran, “Kanun, depremzedelerin evlerinin bir an önce yapılabilmesi, onların kiradan bir an önce kurtulabilmesi için yüklenici inşaata derhal başlayacağı yönünde bir hüküm koyması gerekirken iki yıla yakın işe devam etmeme hakkı tanıyor” diyor ve devamında şunları ekliyor:
“İnşaatlar yükleniciye yaptırılırken plan, proje ve ruhsatları hazırlaması için bir süre tanıyor. Örneğin 7 ay… Yüklenici derhal inşaata başlayacak, şu kadar sürede inşaatı bitirecek diye hüküm koyuyor. Yüklenici inşaat sözleşmesi yapıldıktan sonra hemen başlaması lazım. Fakat çok ilginçtir kanunda ‘yüklenici bir sene içerisinde işe başlamazsa, 6 ay içerisinde işi bitirecek ekipman alamazsa, yükleniciye bir buçuk yıl işe devam etmeme hakkı tanıyor. Karşıyaka Bostanlı’da bir kentsel dönüşüm inşaatında yüklenici sözleşmeyi yapmış, işe başlamamış. Niye başlamadın? ‘Eee kanun bana bir yıl süre tanıdı’ diyor.”
BİR KİŞİ, DİĞER KİŞİLERİN İNŞAATINI DURDURABİLİR
Son çetrefilli mesele ise kanunda idari yargı ile adli yargı görev alanlarının belirlenmemiş olmasından kaynaklanıyor. Savran karışık gibi duran yasal öngörüsüzlüğü şu sözlerle açıklıyor:
“Deprem sonrasında binaların hasarlı olup olmadığı konusunda nasıl bir prosedür izleneceği kanunda yazılı. Kanunda idari yargı ile adli yargı görev alanı belirlenmemiş. Riskli yapı tespiti yapılır, yıkım kararı verilir ve yıkım prosedürü başlatılır. Ancak 128 malikten bir kişi diyelim adli yargıya gitti ve adli yargı, yıkımın durdurulması kararı verdi. Bir yanda idari prosedür, bir yanda adli yargının yıkılamaz kararı olunca o zaman hasarlı binaların yeniden yapılması fiilen uygulamak mümkün olmuyor. Bir kişi, diğer kişilerin inşaatının başlamasına engel oluyor.”
MÜTEAHHİTE HAPSOLMUŞ BİR SÜREÇ
Avukat Onur Cingil, özellikle deprem konusunda büyük risk taşıyan İstanbul’daki dönüşüm adı altında yapılan projelerin son derece sorunlu ilerlediğini belirtirken, “Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı süreci şeffaf, adil, hakkaniyetli, hukuki güvence içeren ve rantı değil depremi düşünen şekilde yürütmüyor, ayrıca riskli yapıların tespit edilmesi, yıkılması ve yeniden yapılması gibi aşamalarda denetleme olmadığı için adeta müteahhite hapsolmuş bir süreç yaşanıyor” diyerek anlatıyor ve şöyle devam ediyor:
“Müteahhite sen bu vatandaşa ne verdin, sözleşmede ne yazdın gibi bir denetim söz konusu değil. Oysa bütün müteahhitlerin kullanmasının zorunlu olduğu tek tip sözleşmesi olması gerekiyor. Bize gelen sözleşmelerin bazılarında fesih tarihi bile olmuyor. Yedi yıldır hiçbir şey yapmayan müteahhitle karşılaştık! Fikirtepe’de de keza bu oldu. Kendi projelerinde bırakalım tek tip sözleşmeyi, sözleşme bile sunmayan, muvafakatname adı altında devletin hiçbir sorumluluğa girmediği tek taraflı bir onay metni sunan Bakanlıktan bir de müteahhite söz söylemesini beklemek de abes aslında. Yani aslında tuz kokmuş durumda…”
Cingil, maliklerin üçte ikisinin anlaşması halinde ortaya çıkan tabloyu ise şöyle anlatıyor:
“Binanız riskli yapı çıktıysa, tapu müdürlüğü tarafından size tebligat gönderiliyor. 60 gün içinde binanı yık, sen yıkmazsan ben yıkarım diyor. Bu şekil tahliyeler başlatılıyor. Binaların hasar tespiti sonrasında inşaatın başlaması için üçte iki çoğunluğun sağlanması gerekiyor. Üçte ikiye sahip olan taraf her şeyi yapabiliyor. Geride kalanın payını satabiliyor, istediği müteahhitle anlaşabiliyor.”
ALAMIYORSAN GİT DENİYOR, PEKİ NEREDE KALDI DEPREMDE DAYANIKLI EV YAPMAK?
Avukat Cingil, insanların ömrünün sonuna kadar borç ödeme planına dahil edildiğinin altını çizerek şunları söylüyor:
“Afet bölgesinde insanlara depreme dayanıklı ev yapılır. Devlet ise ben burayı dönüştüreceğim diyor. Ama insanlardan ölene kadar ödeyecekleri paralar çıkarıyor. Bakış açısı depreme dayanıklı bir ev yapmak değil, inşaat ekonomisini canlandırmak. Ne yazık değil mi? Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı, Güngören Tozkoparan’da bir toplantıda şöyle demişti: ‘Ödemeler budur, şartlar budur, bu şartları kabul etmiyorsanız, satın başka yerden daire alın’. Soru şu; amaç insanları depreme dayanıklı evde oturtmak mı yoksa rant mı? Vatandaşın burayı satarak başka yerden aldığı ev depreme dayanıklı olacak mı? Amaç depreme dayanaklı yerlerde insanları oturtmak olsa, insanların o yerde kalması sağlanır”
ANLAŞAMADIĞIMIZ İÇİN İNŞAATA BAŞLANAMIYOR
İkbal Eren, Avcılar, Ambarlı Mahallesindeki bir sitede başlayan kentsel dönüşüm mağdurlarından biri. Site içindeki iki binanın 1999 depreminde ciddi hasar aldığını ve sonrasında başlayan kentsel dönüşüm sürecini şu sözlerle aktarıyor:
“Sitede altı blok var ve 108 malik bulunuyor. Bazılarının farklı müteahhit tercihleri oldu. Burada fazla kat verilmediği için müteahhite biz para ödemek durumundayız. Müteahhit seçerken iyi olmasını istiyoruz ama çoğu emekli olan insanlar olduğu için öncelikli ücretin uygun olması lazım. Doğal olarak bu kadar malik anlaşamadı. Biz iki blok ayrıldık. Ancak bu süreç zorlu bir süreç. Çünkü diğer kat maliklerinden eğer arsa ifrazı (Arazinin parsellere ayrılması) için onay alamazsanız inşaata başlanamıyor.”
--