Emin Çölaşan Hitler dönemi ile Türkiye'yi kıyasladı: 'Aynı süreci yaşıyoruz'
Sözcü yazarı Emin Çölaşan, bugünkü köşe yazısında günümüz Türkiyesi'ni Almanya'nın Hitler dönemine benzetti.
Sözcü gazetesi yazarı Emin Çölaşan, bugünkü köşe yazısında dikkat çeken bir kıyaslama yaptı.
Çölaşan, Erdoğan ile Nazi Almanyası döneminde Hitler'in en yakın arkadaşlarından biri olan Propaganda Bakanı Paul Joseph Goebbels arasındaki benzerlikleri sıraladı.
Çölaşan, yazısında şunları kaydetti:
Sevgili okurlarım, hepimiz bu ülkenin insanlarıyız…
Acı ve tatlı olayları, olumlu ve olumsuz bütün gelişmeleri hep birlikte yaşıyoruz…
Ve çoğumuz, olup bitenden zarar görüyoruz.
Eğer varsa bütün “Olumlu (!)” görüşlerinizi bırakın bir yana, bütün kesimlerden insanlarımızla konuşup onların ne dediğini kendi kulaklarınızla duyun.
Memur, işçi, emekli, esnaf, sanatkâr, taksici, berber, serbest meslek sahibi, karşınıza kim çıkarsa onları biraz olsun deşmeye çalışın.
“İyi ama abicim bunlar Müslüman” diyen, ülke gerçeklerinden habersiz yaşayan, kula kul olmayı içine sindirmiş ya da vurgun yapıp köşeyi dönmeyi başarmış belli kesimler dışında pek kimseden kendi yaşam koşulları ve bu iktidar için olumlu sözler duymayacaksınız.
★★★
Öbür yanda ise durum çok farklı!..
Medyanın yüzde 95'i iktidarın elinde.
Televizyonların ve gazetelerin hemen hepsi onların emrinde, hizmetinde…
Ve açık konuşmak gerekirse, iktidar onları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı çok iyi biliyor.
Ancak, Türk Milleti'ne her gün sunulan yalanlar ve pembe tablolar artık mide bulandırma aşamasına geldi.
★★★
Nazi Almanya'sı döneminde Hitler'in çok ünlü bir Propaganda Bakanı vardı.
Joseph Goebbels…
O zaman televizyon yoktu, internet yoktu.
Hitler rejimi radyo ve gazetelerden oluşan bütün medyayı zaten ele geçirmiş, teslim almıştı.
Aykırı bir ses çıkarmak, eleştirmek, doğruları yazmak asla söz konusu değildi.
Yalan söylemenin, toplumu kandırmanın ustası olan Goebbels her gün radyo mikrofonlarına geçer ve nutuk atardı.
Yalancı, milletini uyutan yönetimler konusunda en bilinen ve dünyaca ünlü olmuş sözleri ise şöyleydi:
“Kimse küçük yalanlarla uğraşmasın. Toplumu inandırmak için ya büyük yalanlar söyleyeceksiniz, ya da gerçekleri gizleyecek ve hiç söz etmeyeceksiniz. Yalan ne kadar büyük olursa toplum o kadar kolay inanır!..”
Türkiye olarak şimdi bize de bu süreci yaşatmak istiyorlar…
★★★
-Her şey dört dörtlük!..
-Yakında çok daha iyi olacak!..
-Dünyanın 10. büyük ekonomisi olma yolunda hızla ilerliyoruz!..
-Vatandaş memnun!..
Bunların hepsi yalan, hepsi palavra.
★★★
Bizi böyle bir sürü yalanla uyutmaya kalkışanlar bunu niçin yapıyor?..
Çünkü hayatlarında bir gün olsun sıradan vatandaşla uzaktan yakından en ufak bir temasları yok.
Aslında ülke yönetimini ele geçirdikten sonra bakkala, manava, markete hiç adım atmadılar, fiyatlara bakma zahmetine katlanmadılar.
İçinde yaşadıkları köşklerden ve saraylardan çıkmazlar, fiyatları ve yaşam koşullarını bilmezler, sıradan vatandaşa kulak vermezler.
Ramazan ayında kameraların karşısında göstermelik düzenledikleri iftar şovları dışında insanlarla temasları yok.
★★★
Yalan söylemenin, toplumu korkutup sindirmenin ve sesi çıkmaz duruma getirenlerin gelmiş geçmiş en büyük propaganda ustalarından biri olan Goebbels de yıllar önce aynı taktiği uygulardı:
“Sizden emir alan kitlelere öyle pembe tablolar sunacak ve öyle hayaller kurduracaksınız ki, gerçek zannetsinler!
Birileri çatlak ses çıkarabilir, hiç umursamayacak ve gerekirse baskıyla ezeceksiniz.
Büyük yalanlarınız eninde sonunda sizin işinize yarayacaktır!
Ama bunun için ciddi bir beyin yıkama kampanyasını hiç ara vermeden sürdürmeniz gerekir.
Radyo ve gazeteler bu açıdan fevkalade önemlidir.
Bunları emrinizde, elinizin altında tutmayı bileceksiniz.”
(Dedim ya, Hitler döneminde televizyon ve internet siteleri, sosyal medya falan yoktu. Medya sadece radyo ve gazetelerden oluşurdu.)
★★★
Sevgili okurlarım şimdi gelin Hitler dönemi ile günümüz Türkiye'sini kısaca kıyaslamaya çalışalım.
-Medyaya büyük baskı o zaman da aynen vardı. (Bizde de var!)
-Alman medyası Nazi yönetimi tarafından baskı altına alınmış ve susturulmuştu. (Aynı düzen Türkiye'de de sürüp gidiyor.)
Tatlı hayaller, pembe tablolar topluma yutturulmak istenirdi. (Durum bizde de aynı.)
Baskı ve sansür inanılmaz boyutlara varmıştı. Muhalif gazeteciler yargılanır ve içeri tıkılırdı.”
★★★
Aynı süreci şimdi biz Türkiye'de yaşıyoruz…
Ne acı!..
Aradan 100 yıla yakın süre geçmiş, insanlık aleminin başına bela olan o korkunç rejim çoktan yok olup gitmiş ama biz bu ülkede, 21. yüzyılda, hem de adına “Demokratik” denilen bir düzende halen onun tortuları ile yaşam sürdürüyoruz!
Bir yanda hak yok, adalet teslim alınmış…
Baskı ve korkutmaca…
Öbür yanda ise yalanlar ve her şeye rağmen pembe tablolar!