Faik Öztrak: Millet evinden olmuş, beyefendi 'keyif çayı için' diyor
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, MYK gündemiyle ilgili basın toplantısı düzenledi.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, MYK gündemiyle ilgili basın toplantısı düzenledi.
Öztrak'ın açıklamalarından satır başları şöyle:
Uzun bir bayram tatilini geride bıraktık.
Hafta sonu Suriye’de, hain terör örgütünün saldırısında şehit olan iki Mehmetçiğimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine ve milletimize başsağlığı, yaralanan iki evladımıza da acil şifalar dileyerek, sözlerime başlıyorum.
Geçtiğimiz hafta sonu, 24 Temmuz günü, Cumhuriyetimizin tapu senedi olan, Lozan Antlaşması’nın 98. yıl dönümüydü.
Lozan, büyük bir milletin emperyalizme karşı, cephelerde verdiği varoluş mücadelesini, diplomasiyle taçlandırdığı zaferin adıdır.
Büyük önderimiz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle, “Bu antlaşma, Türk milletine karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı sanılmış, büyük bir suikastın yıkılışını ifade eden belgedir.”
Lozan iktisadi bağımsızlığımızın da tapu senedidir. Osmanlı’yı yüzyıllarca sömüren, tüketen Kapitülasyon prangası, Lozan’la kırılıp, atılmıştır.
Bugün Türkiye, bağımsız ve özgür milletler ailesinin şerefli bir üyesiyse, semalarımızda al bayrağımız dalgalanıyorsa, minarelerimizden ezan sesleri duyuluyorsa, bunu şanlı Kurtuluş Mücadelemize ve onu taçlandıran Lozan Antlaşması’na borçluyuz.
Bugün hala şanlı tarihimize, “Keşke Yunanlılar galip gelseydi” diyenlerle, aynı pencereden bakan, Lozan’ı istiskal etmeye çalışan densizleri ise, düştükleri zavallılık çukurlarında bir başına bırakıyoruz.
Saray ve şürekasının Lozan için neler düşündüğünü biliyoruz. Bu hiç kimse için bir sır değil. Ama Saray İttifakı’nın ufak ortağının Erdoğan Şahsım Hükümeti’nin Lozan’a bakışındaki sakatlığı nasıl yorumladığını da merak ediyoruz.
Bu vesileyle, başta Cumhuriyetimizin ve partimizin kurucusu Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Lozan Antlaşması’nın mimarı İsmet İnönü’yü, Kurtuluş Savaşı'mızın tüm kahramanlarını, bir kere daha saygıyla, rahmetle ve minnetle anıyoruz.
SEL FELAKETLERİ
Ne yazık ki, geçtiğimiz kurban bayramını da, bayram tadında yaşayamadık. Rize ve Artvin’de yaşanan sel felaketleri, canımızı, yüreğimizi yaktı. Bayramımızı zehir etti. Felakette yaşamını yitiren vatandaşlarımıza, Allah’tan rahmet diliyoruz.
Artık her yaz Karadeniz’de bir sel felaketi yaşıyoruz. Bu kaçıncı sel, bu kaçıncı felaket.
Peki, bu felaketlerin tek sorumlusu, Erdoğan Şahsım Hükümeti’nin söylediği gibi, çaylıklarda kullanılan azot gübresi mi? Veya yamaçlara yüksek ev yapan vatandaş mı? Hayır.
Bu felaketlerin asıl sorumlusu bellidir. Sorumlu, yandaşlara yaptırılan HES’lere, rant için ormanların katledilmesine, yanlış yapılan yol, köprü ve su bentlerine, izin ve onay veren Erdoğan Şahsım Hükümeti’dir.
Ama bunların yönetim anlayışını artık hepimiz biliyoruz. Beylerin yetkileri çoktur. Ama sorumlulukları hiç yoktur. Yüzleri de teflon tavadır.
Ne diyor Tarım Bakanı, “Vatandaş kendini korumanın yollarını bulacak.”
Allah aşkına! İş yine vatandaşa kaldıysa, siz o koltuklarda neden oturuyorsunuz? Siz ne işe yarıyorsunuz?
Bir de battıkça zıvanadan çıkıyorlar. Bunlar gerçekten metal yorgunu, artık ne yaptıklarını bilmiyorlar. Millet evinden, barkından olmuş. Beyefendi kapısının önünde çay yetişen yurttaşlarımızı, otobüsten kafalarına çay atarak teselli etmeye kalkıyor. Sele karşı, keyif çayı için diyor.
Almanya’da da sel felaketi oldu. Ama Almanya’yı yönetenlerin aklına, felaketzede Almanların üstüne çay paketi atmak gelmedi. Onun yerine selden zarar görenler için
400 milyon avroluk acil destek paketi açıkladılar.
Neden? Çünkü devlet milletin kafasına tepeden çay paketi atarak, saçmalamak için değil, zor günde milletine destek olmak için vardır.
Bayramın sonunda, yeniden salgınla yüzleşmek zorunda kaldık. 10 günlük uzun bayram tatilinde, hükümet salgını unuttu, millete de unutturdu. Plajlarda, mesire yerlerinde, maske de, mesafe de kalmadı.
Sonuç:
Temmuz ayı başında 4 binlere kadar düşen vaka sayısı, Dün itibariyle 14 binin üzerine çıktı.
Dünyada en yüksek günlük vaka sayısına sahip, 15 ülkeden biri olduk. TÜİK hala “2020 Ölüm ve Ölüm Nedeni” istatistiklerini yayımlayamıyor. Yine hastane yatış sayıları, üç haftadır nedense yayınlanmıyor.
Diğer taraftan bugüne kadar aşı yaptıranlardan kaçı, koronavirüse yakalandı? Bunlardan kaçı Çin aşısı, kaçı Alman aşısı oldu? Kaçı hastaneye yatırıldı? Kaçı yaşamını yitirdi? Bunları öğrenmek milletimizin hakkı.
Aşılamada da hızımız neden düştü? Şu ana kadar nüfusumuzun ancak yüzde 27’sini iki doz aşılayabildik. İsrail’de nüfusun yüzde 61’i, Kanada’da yüzde 55’i, Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzde 49’u, Avrupa Birliği’nde yüzde 46’sı iki doz aşılandı.
Salgının başından bu yana, milletimiz canıyla cüzdanı arasına sıkıştırıldı. Erdoğan Şahsım Hükümeti, nüfusun yüzde 50’sini iki doz aşılayamadı. Ama can yerine, yine cüzdan tercihinde bulundu. Ve bir kez daha kontrolsüz bir şekilde açıldık. Şimdi, “Dördüncü zirvenin, hemen başında olduğumuzu” söyleyen Bilim insanları var.
Aşılama ve tedbirlere gereken özen gösterilmezse,
Eylül, Ekim aylarında yeni bir kapanma yaşanırsa,
Bunun yaratacağı ekonomik ve sosyal yıkım çok daha büyük olur.
Salgın sadece bugünümüzü, sağlığımızı, cüzdanımızı, işimizi, gücümüzü tehdit etmiyor. Geleceğimizi de tehdit ediyor.
Evlatlarımız bir buçuk yıldır okula gidemedi. Dördüncü zirveye Eylül ayında tırmanılması durumunda, yeni eğitim ve öğretim yılı da başlamadan, tehlikeye düşecek.
1,5 yıldır uzaktan eğitim fiyasko oldu. Pek çok evladımız, eğitime ulaşamadı, ulaşanlar da verilen eğitimden bir şey anlamadı.
Eğitim sistemi zaten berbattı. Salgınla beraber kötüye gidiş daha da katmerlendi. Çok üzülerek söylüyoruz; bir nesli kaybetme tehlikesi her geçen gün büyüyor.
Bizim de kurucu üyesi olduğumuz, ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı,
OECD, birtakım verileri, son günlerde arka arkaya tüm dünyayla paylaştı.
Böylece eğitimdeki çöküşten, gençlerimizin salgında yaşadığı buhrana kadar, pek çok sorunun boyutlarını, karşılaştırmalı verilerle görmüş olduk.
Milletimiz eğitim sisteminden memnun değil. 2010’da, vatandaşlarımızın yüzde 61’i eğitim sisteminden memnunmuş. 2020’de aynı oran yüzde 27’ye düşmüş. 10 yılda 35 puanlık düşüş, tam bir çakılma.
OECD üyesi 36 ülke içinde, vatandaşlarının eğitim sisteminden en az memnun olduğu ülke, Türkiye. Eğitimde memnuniyetsizliğin en hızlı arttığı ülke de yine Türkiye.
Getirisi en yüksek olan eğitim kademesi, okul öncesi eğitimdir. Tüm bilimsel çalışmalar buna işaret eder. Ama ülkemizin en zayıf olduğu eğitim kademesi de, ne yazık ki okul öncesi eğitim. Bunu ben demiyorum, bizim de üyesi olduğumuz OECD diyor.
Üç yaşındaki çocuklarımızın, okul öncesi eğitimde kayıt oranı yüzde 10. Diğer OECD ülkelerinde aynı oran ortalama yüzde 78.
Dört yaşındaki çocuklarımızın, okul öncesi eğitimde kayıt oranı yüzde 39. OECD’de ortalama yüzde 89.
Bunlar hem rakiplerimizin çok gerisinde olduğumuzu, hem de eğitimde fırsat eşitsizliğinin giderek katılaştığını gösteriyor. Zenginler çocuğunu okul öncesi eğitime gönderebilirken, fakir fukaranın çocuğu okul öncesi eğitimden mahrum kalıyor.
Eğitimdeki fırsat eşitsizliğine bir başka örnek, öğrencilerin bilgisayara erişiminde…Meksika ve Kolombiya ile beraber en kötü üç ülkeden biriyiz. Türkiye’de zengin çocukların okuduğu okullarda, bilgisayara erişim yüzde 86, fakir fukaranın okuduğu okullarda, bilgisayara erişim yüzde 46. Arada kocaman bir uçurum var.
Eğitimdeki bu uçurumlar, ülkemizin, Erdoğan hükümetleri döneminde, “Yoksulluğun babadan evlada miras kaldığı” bir düzene geçtiğini göstermektedir.
Bu ülkede, babalar ceketini satar, çocuklarını okutur. Analar yemez, evlatlarına yedirir. Yeter ki evlatlar okusun, yetişsin ve büyük adam olsun.
Bu ülkede, fakir ve fukaralıktan kurtulmanın en emin yolu, okumak olmuştur.
Bir çocuk okuduysa, tahsilini yaptıysa, hem kendi hayatı kurtulur. Hem de gelecek neslin hayatı kurtulur. Cumhuriyet; bize bunu öğretmiştir.
Cumhuriyet; okuyup mühendis olan bir çobanın, Cumhurbaşkanı olduğu rejimin adıdır. İşte bunun için “eğitim politikaları” Mutlaka milli olmak zorundadır. Mutlaka eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalıdır.
Ama Erdoğan Şahsım Hükümetleri, Cumhuriyetimizin pek çok milli niteliğine darbe vurduğu gibi, Milli Eğitime de darbe vurdu. Çocuklarımıza, gençlerimize kendi meşrebince, ideolojik format atabilmek için, eğitim sistemimizi perişan etti.
Beraber yol yürüdüğü, “Yağan yağmurlarda beraber ıslandığı” terörist ortaklarının, sınav sorularını çalarak, askeriyeye, Adliyeye, Tıbbiyeye yerleşmesine kasten göz yumdu. Öğrenci Seçme Yerleştirme Merkezi’nin anahtarını, bilerek terör örgütüne teslim etti.
İdeolojik öncelik ve hedefleri için, binlerce fakir, fukara gencimizin, emeğini, geleceğini, umutlarını çaldılar. Taammüden kul hakkı yediler. Artık bugün ülkemizde yükselmek için, okumak değil, saray şürekâsından olmak daha önemli oldu.
Elbette bu düzen böyle gitmeyecek. Milletimizin takdiriyle, CHP’nin işbaşına gelmesiyle eğitim sistemi milli olacak, AK Parti Hükümetlerinin gençlerimizden çaldığı umutları, biz gençlerimize geri vereceğiz.
Ne güzel demiş Mehmet Akif;
“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Hata bir kez yapılırsa, hatadır. Tekrarlanırsa, bu artık bir tercihtir.
Sayın Genel Başkanımız kaç kez uyardı. “Camiye, Kışlaya, Adliyeye siyaseti sokmayın” dedi. Ama Erdoğan Şahsım Hükümeti bugün bile, Aynı hatalarda ısrar ediyor.
Adliyeyi, askeriyeyi, asayişi tarikatlar arasında paylaştırıyor.
Hani ne oldu cübbeli Amiral? Anlaşılıyor ki, bu şahıs, ordudan atılmak yerine, Yüksek Askeri Şûra’da, tüm özlük haklarıyla beraber emekli edilecek. Herhalde ardından da, bir yerlerde yönetim kurulu üyeliği, veya SADAT ‘ta ballı maaşlarla görev verecekler.
Peki, Adalet bunun neresinde? Ahlak bunun neresinde? Vicdan bunun neresinde?
Ama artık milletimiz bu vicdansızlara, bu zalim yönetime güvenini tamamen kaybetti. Mızrak artık çuvala sığmıyor. 19 yıllık Erdoğan döneminin sonunda, “Takke düştü, kel göründü.”
Yine OECD’ye göre 2010’dan 2020’ye, vatandaşlarımızın mahkemelere güveni, yüzde 59’dan, yüzde 37’ye düşmüş. 10 yılda adalete güvende de 22 puanlık düşüş var.
Ve Türkiye, 36 ülke içinde adalete güvenin en hızlı düştüğü ülke.
Yine OECD içinde, hükümet gücünün denetimle, dengelenip sınırlanmasında, en kötü durumdaki ülkeyiz. Ve buna bağlı olarak, temel hak ve özgürlüklerin korunmasında da en sondayız. Yani Erdoğan Şahsım Hükümetleri, devletin adalet direğini tamamen çökertmiş.
Erdoğan Şahsım Hükümetinin kitabında, “Adaletle hükmetmek” yok. Bunu artık herkes biliyor. Usta polisiye romancımız Ahmet Ümit, son romanında;
“Yöneten asla adaletten ayrılmamalı, akraba kayırmamalı, yasaya uymalıdır. Yasa yoksa taht da yoktur, taç da yoktur, saray da yoktur” demiş.
Milletimiz de bunun farkında. Erdoğan’a; “Yasaya uymadığın için, sana iktidar da yok, Saray da yok” demeye hazırlanıyor.
Bizim iktidarımızda devletin hak, hukuk, adalet direği, yeniden ayağa kaldırılacak,
Adalet devletimizin temel direği olacak.
Bu zalim düzende, millet “yokluk” diyor. Saray “Okluk” diyor. Erdoğan Şahsım Hükümeti güzelim koya, saray konduruyor.
Bu zalimlerin elinde, millet, “Açız, geçinemiyoruz” diyor. Saray, millete “Porsiyonları küçültün” diye tavsiye veriyor. Sonra “Kıbrıs’a da Saray konduracağız” diyerek, milletle alay ediyor.
Acaba Kıbrıs Türküne sordunuz mu? Saray istiyorlar mı?
Kibir ve nobranlık hastalığıyla malul saray, kimsenin fikrine görüşüne saygı duymuyor. Milleti unuttu, sesini duymuyor. Varsa yoksa kendisi.