Fatih Mehmet Maçoğlu: Kazanırsak Tunceli'nin nüfusu artar
Kamuoyunda 'Komünist Başkan' olarak anılan Ovacık Belediye Başkanı ve TKP'nin Tunceli Belediye Başkan adayı Fatih Mehmet Maçoğlu merak edilen soruları yanıtladı.
MURAT BAYAR - En şeffaf görünenin bile, bazı ihale sahiplerine peşin, bazılarına iki yıl sonra ödeme yaptığı bir yerel yönetim anlayışı döneminde, fabrika ayarlarına dönmek için pusulamız bizi çalmanın çırpmanın olmadığı algısını yerleştiren, Komünist Başkan Maçoğlu’na götürdü.
Beş yıl önce Ovacık’ta göreve geldiğinde makam aracını satıp bütçeye ekleten, kapıları kaldırıp, maaşının yarısını eğitim bursuna ayıran ve tüm icraatlarını, kurumun önüne astığı şeffaf bir bütçede gösteren bir isim, Türkiye Komünist Partili Fatih Mehmet Maçoğlu.
Yasa engeline takıldığı için ücretsiz veremediği suyun metreküpünü 50 kuruşa veren; ulaşımı bayramda değil, her gün ücretsiz sağlayan; borç yükü ile devraldığı Ovacık’ı artıya geçiren; ilçede halkın işletmesi için verdiği tarımsal arazide, 650 tonluk organik tarım gerçekleştirip, eğitim bursu veren; Türkiye’nin tek TKP’li Belediye Başkanı, Maçoğlu ile yaklaşan yerel seçimlere doğru, seçimi ve geçimi konuştuk.
Direkt uçuş olmadığı için Elazığ’dan karayolu ile ulaşmaya çalıştığınız Tunceli’de, 100 km içinde en az iki kez, jandarmanın kimlik kontrolüne, beton bloklar arasından slalom yaparak girdiğinizde, artık Türkiye’nin farklı bir coğrafyasına geldiğinizi anlıyorsunuz. Kontrollerin yarattığı algının aksine, bölge son derece sakin ve huzurlu. Türkiye’nin en renkli başkanlarından Maçoğlu’na adresini sorduğumuzda, şehrin merkezine geldiğinizde beni sorun, gösterirler, diyor. 33 bin nüfuslu kentin merkezi de yürüme mesafesi ile sınırlı. Tunceli’de yerel yönetim, HDP’de. Ve 31 Mart’taki seçimin, HDP ile TKP arasında geçmesi bekleniyor. Seçim ofisine geldiğimizde, Başkan Maçoğlu burada yok, yanıtını alıyoruz.
Bununla birlikte, cep telefonu çevredeki herkeste var.
Kısa süre sonra buluştuğumuz Maçoğlu, öyle birilerinin yönlendirdiği kanaat önderleriyle olmak için de değil, bir grup üniversite öğrencisiyle yemekte olduğunu ve onları dinlediğini anlatıyor.
-Başkan Maçoğlu, Ovacık gibi küçük bir bölgedeki yerel yönetim döneminizde, Türkiye’de belediye başkanlığına farklı bir anlam kazandırdınız. Sizin farkınız neydi?
Genellikle belediyeler, günlük sıcak paranın girdiği, yine günlük olarak da sıcak paranın çıktığı yerler. Belediyelerde doğru programlar uygulamaz, bu vergilerin yoksul halkın cebinden çıktığını unutursanız, negatif sonuçlar ortaya çıkıyor, belediyelerde batmaya doğru gidiyor.
FARKLI BİR ŞEY YAPMADIK
Ovacık’ta halk için gelen bütçenin halka kullanılması gerektiğine karar verip, uyguladık. Söz yetki ve kararın halk için, halkla birlikte uygulanması zaten, sosyalist programının kendisidir. Yapsan da, yapmasan da belediyeler Türkiye’de rant alanı, çalma çırpma alanı olarak görülüyor. Türkiye’de belediyeciliğin böyle olmadığını göstermek gerekiyordu. Bugün Ovacık’ta kimle konuşsanız, size, bunlar iyidir, çalmaz, diyor ve olması gereken bir durum ne yazık ki başarımız olarak adlandırılıyor.
Gelir elde edilebilecek tüm alanlarda, halkın çıkarlarına yönelik çalışmayı seçtik. Söz gelimi bir inşaatı müteahhide yüzde 15 ile 25 aralığında kar payı ile vermek yerine, kendiniz yaptığınızda aradaki farkı da bir artı değer olarak elinizde tutuyorsunuz. Hem de orada da malzemeden çalmadan, daha sağlam ve ihtiyaçlara daha uygun yapabiliyorsunuz. Sistemi böyle kurgulayınca, Ovacık’ta dayanışmayla büyüdü. Onlarca işadamı ve dostumuzun, elinde olan, olmayan ama gönlündekini paylaşarak, el ele kent ekonomisini geliştiren bir yapıyı tesis ettik. Kent içinde bir kooperatifi de oluşturarak, üreticinin, aracısız, doğrudan son tüketiciye ulaşmasını sağladığınızda, sadece fiyatları kontrol altına almıyor, üreticiyi de destekliyorsunuz.
-Tanzim satış alanlarında halka ucuz meyve, sebze satışını hedefleyen iktidarın uygulamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Niye yapıldığına bakmak lazım. Toprağı, bitkiyi, doğal alanları, üreticiyi ve halkı koruyan, kar amacıyla değil, doğal tarım alanlarını geliştirirken, halka sürdürülebilir ucuz ve iyi tarım sunmak içinse, iyidir. Buna karşın, üreticinin ihtiyaçlarını çözüp, girdi maliyetlerini kısmak yerine onlarla ithal ürünle rekabet etmek kötü ve tehlikelidir.
Bu yol, ucuz ithal ürünle rekabet edemeyen üreticinin üretmekten vazgeçmesine, Türkiye’nin o üründe net ithalatçı olmasına ve orta vadede aynı ürünü halkın daha pahalıya ulaşması anlamına gelir.
-Tanzim satış mağazalarının, aslında yerli ve milli tarımı yok ettiğinin farkında değiller mi?
Kapitalizmin tam olarak da yapmak istediği bu. Üretmeyen ve sadece tüketen, pazar olarak kullanılacak bir ülke haline getirmek. Türkiye dört mevsimi yaşayan bereketli topraklar üzerinde kurulu çok güzel bir ülke. Bu ülkedeki sistemin sömürüye yönelik olarak yapılmasının temel sebebi de budur. Belki de, en iyisini en ucuza üretebilecek bir coğrafyada domates neden pahalıya satılır? Çünkü akaryakıttan, diğer üretim araçlarına kadar ki zinciri, pahalılaştırmış; dededen kalma tohumu ekmek en kolayı iken, ithal olanı ekmeyi özendirmiş, Türkiye’yi ithal tohuma bağımlı hale getirmişsin.
Tarım üreticisi hesabını şöyle yapar birincisi verime, ikincisi hasada verilen para. Yüksek gübreleme maliyeti, yüksek akaryakıt ve girdi maliyetleri. İşte bu yapı, üreticiyi kapitalizme bağımlı hale getiren yolun kilometre taşları.
-Kamu arazisini, halka, tarım üretimine açarak, Ovacık’ta ne kadarlık bir üretime ulaştınız?
Öncesinde, 25 üretici ve 25 tonluk küçük bir üretimle başladık. Sonra, organik üretimimiz 650 üretici ve 650 tona kadar çıktı. Ardından, arıcılık, mandıralar ve hayvancılık da geldi.
ATIL ARAZİ ÇOCUKLARA BURS OLDU
Çünkü yapay azot ve nitrat, hem insana hem doğaya düşman. Buradan elde ettiğimiz gelir, 240’ın üzerinde çocuğun bursu oldu.
Bir işe başladığınızda, onun da paralelinde, birbirine ihtiyaç duyan işler de ortaya çıkıyor. Tarım yaptığınızda hayvancılığa da girmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü hayvancılık yapmazsanız, topraktaki mineral değeri düşmeye başlıyor. Doğa düşmanı suni gübreye prim vermemelisiniz. Bu da sizi hayvancılık yapmaya götürüyor. Aynı zamanda tüketim kooperatifleri kurmak zorunda kalıyorsunuz. Bir yere çıkarken, hedefinize giden tüm basamakları örmek zorundasınız.
-Ovacık’taki tarım modeli, yurt genelinde uygulanamaz mı?
Yeni bir şey yapmıyorum. Aslında 30-40 yıl önce bu topraklarda köylünün uyguladığı, devletin de desteklediği bir model bu. Konya Şeker gibi Pankobirliğe bağlı kurumların, yıllarca bölgede yaptığı da buydu.
Öncelikle hedef üretimdi, ama sonra şirketleştiler. Ve bir markaya hizmet etmeyi tercih ettiler. Yine 30 yıl önce, kendi imkânlarımızla üretip, farklı ürünlere karşılık olarak sunduğumuz bir ekonomi modelimiz vardı. Tarım üreticisinin, ürününü doğrudan satıp, farklı ürünlerle değiştirdiği yapı vardı, ama sistem bunu yok etti. Yaşadığımız zorluğun temelinde de bu var.
Sistemin getirdiği tarım üretimine ve gelişmeye bağlı olarak, spastik ve engelli çocuk sayısının artışını göreceğiz. Bu yapıyı engellemenin tek yolu sağlıklı, organik gıdadır. Gelecekte sürdürülebilir bir yaşam mı, anı kurtaran bir yapıyla geleceği kirletmek mi? Sanırım buna karar vermek lazım.
KAPİTALİZMİN AMACI TÜRKİYE’DE ÜRETİMİ BİTİRMEK
Kapitalizmin, insanı ve toprağı en derinine kadar sömürmeye çalışan anlayış, olduğunu unutmamak gerek. Zaten, kapitalizm sosyal bir anlayış da değildir.
Üzgünüm ama 15-20 yıl öncenin Türkiye’sinde, nüfusun yüzde 60’ını oluşturan ve kırsalda üreten bir nüfus vardı. Bugün bu rakam yüzde 24’lere gerilerken, üretimden de vazgeçtik.
Biz de, aslında ne köylü ne de kentli olamamış alanlarda çalışmalarımızı yürütüyoruz.
İSTANBUL’DA ZORU YAPIYORSUNUZ
İstanbul’da zoru yapıyorsunuz. Canım İstanbul’un yeşil kalması için bir şey yapmanıza gerek yoktu. Yeşili yok edip, gökdelenler dikiyor, sokağı birkaç santim daha daraltıp, imara açmaya, yaşam alanlarını daraltıp, yeşili yok etmeye çalışırken, zoru başarıyorsunuz. İstanbul’da, turizme dair çalışma yaparken, yeşili korumak, sürdürülebilir kalkınma da mümkün.
-Diğer başkanlar sizden korkuyor mu?
Yok, aksine gülüyorlar. Arkada ne diyorlar, bilmiyorum. Takdir edip, bizzat ziyaretimize gelip teşekkür edenlerin yanı sıra küçümseyenler de var.
YAPTIĞINIZ İŞİN KÜÇÜĞÜ YOKTUR, DURUŞUNUZ VARDIR
-Seçim ofisine İstanbul’dan gelen bir bankacı, çevre illerden birine gelmiştim. Oradan da sizi görüp, namuslu belediyeciliğin de, olabileceğini herkese gösterdiğiniz için, teşekküre geldim, sözleriyle bu durumu teyit ediyordu-
-Tunceli’yi kazanmanız halinde, bölge nüfusu artar mı?
Nüfusu da artar, insan sirkülâsyonu da. Zaten bölge turizmini geliştirip, refahı artırmaya talibiz.
Yaptığınız işin küçüğü, büyüğü yoktur, duruşunuz vardır!
Halk için çalışırken, işinizde kötü şeyler olmamalıdır, aksi halde, halka yazık olur.
-Kenti, turizm bölgesi olarak ele aldığınızda, direkt havalimanı olmaması gibi engelleri nasıl kaldıracaksınız?
İşe buraya gelen yolun daha kullanılır hale getirilmesinden başlamak gerekir. Çünkü ikinci bir havalimanının gereksiz olduğuna inananlardanım. İkincisi güvenlik önlemleri, sonsuza kadar sürecek değil. Kontrollerin de kalkıp, hayatın normalleşmesiyle, 120 kilometrelik yol, 1 saat 20 dakikaya inecek bu süre de makuldür.
Zaten bu yolu daha konforlu kıldığınızda, belli noktaları ve doğayı göstermek için araya tesisler kurulması gündeme gelecek. Vadinin o güzellikleriyle insanlar, güzel manzaramızın da tadını çıkaracaktır.
YOKSULLAŞTIRACAKLAR Kİ BİAT EDESİNİZ
-Metropollerde belediyecilik çok gelişti. Bazı ilçeler çöp konteynırlarını toplayıp, çöpünü sokağa belli bir saat dışında getirmeyene para cezası kesen, bulaşıcı hastalıklarla, ilaç sektörünü besleyen bir belediyeciliği çalışıyorlar. Büyük şehir çıtayı biraz daha yükselterek, otoparksız bina yapımına 25 yıldır cevaz veren sistemler kurdu. Otopark harcı karşılığında ücretsiz yer altı otoparkları yerine, yol kenarlarına çift şeritli ücretli belediye otoparkı yapılarak, halkı mağdur eden sistem, yine onları otopark ücretine bağladı. Sıkışan trafikte insanlar öldü, iş kayıpları yaşandı ama belediyenin geliri arttı. Modern belediyeciliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir toplumun yok oluşu, işte bu anlayış sayesindedir. Çünkü tamamı tüketim, üretmediğiniz sürece kaybetmeye mahkûmsunuz. Üretim konusunu aslında biliyorlar. Tarımdan, sanayiye, endüstriye, hepimizin, belediyelerin yapabileceği alanlardır. Bir otoparkı belediyeler yapamaz mı? Mesele bu değil. Mesele, halkın cebindekini alıp, kendisine bağlama meselesidir.
Yoksa yapılması gerekeni çok rahat yapabilirler. Bunu Türkiye’de de, dünyada da yapmak istemiyorlar. Sistem gelirin tüm topluma yayılmasını istemiyor. İsteseydi, dünya gelirini dokuz kişide toplamazdı, İsteseydi, 8 milyara yüzde 40 reva görülmezdi. Mesele başka. Siz yoksul olmazsanız, bana biat etmezsiniz, meselesidir. Elinizdeki araçları her fırsatta kafanıza vurup almazsam, refaha kavuşur bana kafa tutarsınız, buna da izin veremem. Siz, belediyeye sözünüzü söyleyecek durumda olur, yeşil alanlar talep ederseniz, onların rant alanlarını engeller, sistemin yönetme kabiliyetini azaltırsınız. Yönetme kabiliyetlerinin azalması ise sizi sömürememelerini getirecektir. Sömüremezlerse, kapitalizm yıkılmış olacaktır.