Gerçek Gündem Almanya Temsilcisi Banu Acun yazdı; Berlin Özgürlük ve Demokrasi Konferansı: Bir salon dolusu acı, mücadele ve direniş
Neyse ki son anda Berlin’deki Ayasofya Cami’nin komşu duvarındaki resmi alıcı gözle incelemeyi akıl ettim. Dişleri kesilmiş bir fili kucaklayan bir genç.
GERÇEK GÜNDEM - BANU ACUN - BERLİN/
Banu Acun- İzlenim (I)
Ayasofya’ya karşı hasar tespit raporu
Özgürlük ve Demokrasi Konferansı’nın ikincisi 5-6 Mart’ta Berlin’de yapıldı. Kaderin cilvesi toplantının yapıldığı Mercure Otel, Ayasofya Camii’ne bakıyor. Yanlış okumadınız Ayasofya Camii… Üstelik Berlin’deki bu camii, Almanya’daki biricik Ayasofya Camii de değil. Wikipedia’ya göre Almanya’nın farklı eyaletlerinde toplam 25 (yirmi beş) Ayasofya Camii var!
Peki kim yaptı bu camileri?
Millî Görüş Hareketinin en büyük hülyası, 1934’te müzeye çevrilen Ayasofya’nın camii olarak ibadete açılmasıydı. 70’li yıllardan itibaren Ayasofya’yı camiye çevirmek Millî Görüşçüler için İslam sancağını ülkeye dikmekle eş değer oldu. “Laik devlet, yıkılacak elbet!” sloganını ilk kez 90’lı yıllarda Köln’deki Milli Görüş Şenliği’nde duymuştum. Sakallı ve cübbeli erkekler, Atatürk’ü simgeleyen fötr şapkalı insan boyundaki bir kuklayı astıkları, garip bir oyun oynarlardı.
Milli Görüş’ün can suyu Ayasofya’dan
Türkiye’deki İslamcı hareketlerin, yeşil sermayenin can suyunu, gurbetçiler, Milli Görüş camilerinde topladıkları marklarla verdi, avrolarla büyüttü. En nihayetinde, yarım asır sonra Milli Görüş sancağını Ayasofya’ya dikmek, Necmettin Erbakan’ın talebesi Recep Tayyip Erdoğan’a nasip oldu. Tekbir sesleriyle girdiği Ayasofya’da ilk cuma namazını kıldı. Ayasofya’da saf tutmak için Almanya’dan gelen Milli Görüşçüler, 50 yıldır bıkıp usanmadan ettikleri duaların kabul olduğunu düşündüklerinden huşu içindeydi.
Türkiye’den veya Türkiye için, Berlin’deki ‘‘Demokrasi ve Özgürlük Konferansı’’na gelenlerin kaçı özensiz yapılmış, sarı renge boyanmış Ayasofya Moschee’yi fark etti bilmiyorum.
Ama ben, bu kompozisyonda, İslam peygamberi Medine’ye hicret etmeden tam 90 yıl önce Bizans’ta kilise olarak inşa edilen, Osmanlı’da camii olarak kullanılan, Cumhuriyet ile müze olarak ziyarete açılan gerçek Ayasofya’yı, camii yapmayı saplantı haline getirmiş bir hareket görüyorum. Ayasofya’daki ikonaların üstü örterken aslında tarihin öteki tüm inançların da üstünü örtmek isteyen bir zihniyet. Ayasofya’ya halı sererken, bu topraklardaki tüm halkları, aydınları, cinsel tercihi, teni, rengi farklı olanı, kısaca Türk heteroseksüel erkek ve Sünni olmayan herkesi o halının altına süpürmek isteyen bir küstahlık…
“As long as you are standing , give a hand those who have fallen.”
“Ayakta olduğun sürece, düşenlere elini uzat.”
Neyse ki son anda Berlin’deki Ayasofya Cami’nin komşu duvarındaki resmi alıcı gözle incelemeyi akıl ettim. Dişleri kesilmiş bir fili kucaklayan bir genç. Resmin köşesinde şöyle yazıyor: “As long as you are standing , give a hand those who have fallen./ Ayakta durduğun sürece, elini düşenlere uzat.”.
Duvarlar dile gelmiş, ‘‘Demokrasi ve Özgürlük Konferansı’’na bir selam çakmış adeta.! Konferansın katılımcıları, 20 yıllık Erdoğan iktidarının, halının altına süpürdüğü Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit yurttaşları… Zeminlerini kaybedenler, düşürülmek istenenler ve onlara el uzatanlar…
Bir salon dolusu acı, mücadele ve direniş
Kimler mi onlar? Mutlaka tanıdığınız biri vardır aralarında… Süleyman Soylu 700. haftada yasaklayana kadar bir Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’ndan geçtiyseniz onlardan en az birini görmüşsünüzdür, belki evi ‘‘Alevi’’ diye işaretlenen bir komşunuz olmuştur, Alevilerin vergileriyle imamlarınızın maaşı ödenirken, imam hatipler açılırken, cemevlerinin ibadethane sayılmayıp faturaları işyeri olarak ücretlendirilirken, kul hakkına girer mi diye düşünmüşsünüzdür. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne, ‘‘Şafi mezhebinden olanların cenazesini yıkasın’’ diye işe alınan Şafi imamlar yüzünden terör soruşturması başlatıldığını okumuşsunuzdur. Ermeni mezarlığının üzerine yapılan bir tuvalete girmişsinizdir belki bu kadar çok mezar var ama neden hiç Ermeni yok diye sormuşsunuzdur. Anadolu’nun kadim halkları Ezidi ve Süryanilere neler olduğunu merak etmişsinizdir. Timeline’ınıza oğlunun kemikleri kutuyla postalanan annenin fotoğrafı, cezaevinde büyüyen çocukların resimleri, cezaevinde ölüme terk edilen tutuklu ve hükümlülerin yardım çağrıları düşmüştür. Ormanlar maden, ırmaklar HES yapılırken, nükleere hayır diyen, doğayı savunan tanıdığınız birileri vardır elbet.
On yıl önce Roboski’de, F-16 uçaklarının bombardımanında 34 sivilin öldürüldüğünü ailelerin parçalanmış cesetleri kendi elleriyle toplayıp eşeklerle taşıdığını duymuşsunuzdur. Barış Mitingi’nde IŞİD’in Ankara’da patlattığı bombanın ardından sis dağılırken ölen 103 kişiden birinin cesedini televizyonda görmüşsünüzdür. Yardım isteyen bir babanın çığlığını duymuşsunuzdur. MİT Tırları ile El Nusra’ya silah gönderildiğini haber yapan gazetecilerin önce Silivri’ye gönderildiğini, sonra Avrupa’nın en büyük adalet sarayının çıkışında kameralar önünde kurşunlandığını, vatan haini ilan edilip mallarına pasaportlarına el konulduğunu okumuşsunuzdur. Doğu illerinde TOMA’ların altında ezilen çocukları, günlerce sokakta bedeni soğumuş vurulmuş anaları işitmişsinizdir. Elini vicdanına koyup, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” diyerek Barış Bildirisi’ne imza atan 2279 akademisyenin, bir ömür okuyup diz çürüttükleri işlerinden bir kararnameyle atıldıklarını, öğrencilerinden, aşından, vatanından edildiğini, intihara sürüklenip açlığa mahkûm edilmeye çalışıldığına tanık olmuşsunuzdur. Kim bilir belki seçtiğiniz belediye başkanının yerine kayyum atanmış, onu başkan yaptırmayan muhalefet lideri hapse atılmıştır. Boğaziçi Üniversitesi’nde her öğle yemeğini yerken perdenin arkasında kendine sırtını dönen akademisyenler izleyen kayyum rektörün, elektronik kelepçeyle eve hapsettirdiği öğrencileri duymuşsunuzdur. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilirken, ‘‘saplantılı bir erkek yüzünden ölmek istemiyorum’’ diyerek bizden kolluk güçlerinden yardım isteyen, devlet kol kanat germeyince öldürülen kadınların gülümseyen fotoğraflarına bakmışsınızdır. Nefret cinayetlerinin hedefi olan LGBTQ+’ların yaşadığı korku ve endişeyi anlamaya çalışmışsınızdır. Gezi Davası’nın sanık, sanıklara suç uydurulduğunu fark etmişsinizdir.
Acıyı yüklenenlerin umut arayışı
Bu hafta sonu Berlin’de, Türkiye’den acılarını yüklenip gelen onlarca insanı dinledim. Gerçi pasaportlarına el konulduğu için gelemeyenler de vardı. AKP adaletine güvenip gidemeyenler de… Verdiğim örneklerin eksiği var, fazlası yok. Tüm bu insanlar yan yana oturup yaşadıklarını anlattı. Acılarını yarıştırmadan, diğerinin acısını can kulağıyla dinledi. İki gün boyunca dinlediklerim, Türkiye’de adalet arayışı, bataklıktan kurtulmaya çalışmak gibi. İktidarın propaganda makinelerinin, terörist ilan edip ötekileştirdiği bu insanların kaç kişi olduğunu anlamak için istatistikleri bakmak ise yeterli. Sadece 2020 yılında savcılıklar tarafından yürütülen yaklaşık 8 milyon soruşturmada 13 milyon kişi şüpheli oldu. Mahkemelerde görülen 2 milyon 357 bin davada ise 1 milyon 541 bin 870 kişi mahkûm edildi. Peki hepimizin tanıdığı bu insanlar için umut var mı? Birlikte yeni ve aydınlık bir gelecek inşa edebilir miyiz?
Özgürlük ve Demokrasi Konferansı’nda kahvemi içerken Ayasofya Camii’ne bakıp ve yazıyı tekrar okudum.
“As long as you are standing , give a hand those who have fallen./ Ayakta durduğun sürece, elini düşenlere uzat.”.
Aklıma eşi ve iki oğlu AKP milletvekilinin korumaları ve yakınları tarafından öldürülen Emine Şenyaşar’ın konferansta omzuna attığı şal geldi. Şalı, Cumartesi Anneleri’ni ilmek ilmek işlemiş, karın ve adaletsizliğin soğuğundan, dayanışmanın sıcaklığı ile koruması dileğiyle göndermişlerdi. Emine Şenyaşar konuşurken omzundaki şalın onu ısıttığı belliydi.
(2. Bölüm ) Demokrasi ve Özgürlük konferansında konuşulanlar, umut ve ittifak arayışları.