Hanefi Avcı Emniyetin 1 numarasını böyle anlattı

Abone ol

FETÖ’nün Emniyet’teki yapılanması yazdığı için yıllarca hapis yatan Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı da, Haliç’te yaşayan Simonlar kitabında Celal Uzunkaya’yı ve İzmir’de açılan davayı yazmıştı.

Odatv- Emniyet Genel Müdürlüğü’ne Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle Celal Uzunkaya atandı.

Uzunkaya’nın ismi Emniyet’te FETÖ yapılanmasıyla mücadele etmesi ve İzmir’de FETÖ üyelerinin açtığı dava nedeniyle tasfiye edilmesiyle gündeme gelmişti.

Celal Uzunkaya, FETÖ’cülerin kumpasıyla tasfiye edildiği Emniyet’e, Emniyet Genel Müdürü olarak geri döndü.

Uzunkaya’nın atanmasının ardından, hakkında çok şey yazılıp çizildi.

FETÖ’nün Emniyet’teki yapılanması yazdığı için yıllarca hapis yatan Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı da, Haliç’te yaşayan Simonlar kitabında Celal Uzunkaya’yı ve İzmir’de açılan davayı yazmıştı.

“CEMAATİN OPERASYONLARI KONUSUNDA FİKİR VERMESİ AÇISINDAN ÖNEMLİDİR”

İşte Hanefi Avcı’nın kaleminden Celal Uzunkaya:

“Emniyet Genel Müdürü Yardımcıları Mustafa Gülcü ve Celal Uzunkaya'nın harcandığı tahkikat da ibretlik bir vakadır. Ayrıca Emniyet, hatta devlet içerisinde cemaatin gücü ve operasyonları konusunda fikir vermesi açısından çok önemlidir.

Mustafa Gülcü Emniyet içerisinde MSP, RP, AKP çizgisinde biri olarak bilinir, ama hiç dini konular hakkında konuştuğunu, sohbet ettiğini de görmedim. Ben hiç yakinen çalışmadım, tanışırız ama hep resmi olduk. Benim istihbarattaki ilk görev yerim olan Diyarbakır'da çalıştığım sırada o da merkezde Haber Alma Şubesinde çalışmış, fakat onu ben çok sonra tanıdım. İlk tanıdığımda Ali Gökçimen'in İstihbarat Daire Başkanı olduğu sırada kendisinden daha kıdemliler bulunmasına rağmen o Daire Başkan Yardımcısı yapılmıştı.

Bu doğrultuda resmi yazılara Şube Müdürü parafının üstüne Başkan Yardımcısı olarak Mustafa G parafının açılması istendi, bunun üzerine diğer şube müdürleri daha kıdemli olduklarını söyleyip bu isteği kabul etmeyince başka yerlere sürüldüler. Devran değişip Ünal Erkan Emniyet Genel Müdürü olunca bu defa Mustafa ve arkadaşları başka yerlere sürüldüler.

Mustafa uzun süre polis okulu veya pasif yerlerde çalıştı, terfileri engellendi, haksızlığa uğradı. Sonunda terfi ederek birinci sınıf olmuştu, bu süre zarfında benim kendisiyle hiç irtibatım olmamıştı. Mustafa Gülcü'nün çok okuyan, kurslarda herkese zorla da olsa kitap okutup özet çıkartan biri olduğunu duyardım. Sokak polisliği fazla olmadığından, fiili polislik hizmetlerinde fazla çalışmadığından her olayı komplo teorileriyle açıklayıp, olayların perde arkası güçlerce yönlendirildiğine inanan biri olduğu kanaatine sahiptim.

“UZUNKAYA'YI DAHA KOMİSER OLARAK İZMİR İSTİHBARAT ŞUBEDE ÇALIŞTIĞI YILLARDAN BERİ TANIYAN…”

AKP hükümeti kurulunca 2003 yılı haziran ayında Emniyet Genel Müdürlüğünde yapılan ilk 4 atamada ben KOM Daire Başkanlığına atanırken, Mustafa Gülcü APK Daire Başkanı olarak atanmıştı. Daha sonra Emniyet Genel Müdür Yardımcısı oldu, direk bilgim olmasa da kendine yakın bilinen ekibindeki bazı arkadaşlarını önemli mevkilere atamak için fırsatları değerlendirdiği, hatta bir iki hamle sonra Emniyet Genel Müdürü olarak üç büyük ilin müdürleri, İstihbarat ve KOM Daire Başkanını kendi denetimine alacağı anlaşılıyordu. Aslında son bir hamlesi kalmıştı, ben de onun bu kanaatte olduğuna inanıyordum.

Diğer her yönünü beğensem de bu açıdan yaptıklarını hiç onaylamadığım gibi karşısında durup yaptıklarım eleştiriyordum. Mustafa'nın en büyük mücadelesi Fethullah Gülen cemaatinin Emniyet içerisindeki yapılanmasına yönelikti. Hatta anlatıldığına göre bu konuda abartılı tavırları vardı. Benimle bu konuları hiç konuşmadı, muhtemelen beni de cemaatten zannediyordu, çünkü benim çevremde hep cemaatten kişiler vardı. Evveliyatını bilmiyorum ama bir gün Genel Müdürlüğe, Asayiş Daire Başkanı Hüseyin Özalp ağabeyin yanına, gittiğimde telaşla çeşitli yazışmalar yapıldığını gördüm. Sonra Hüseyin ağabeyle Adana, Hatay, Osmaniye ve Gaziantep illerini dolaşıp asayiş açısından onun denetim ve eğitim faaliyetleri için, benimse gezi olarak katıldığım bu yolculukta bazı şeyler öğrendim.

Ayrıca bir tarihte KOM Daire Başkanı Ahmet Pek ile bu konuyu konuşan bazı kişilerin sohbetlerine rast geldim. Anlatılanlardan öğrendiğim kadarı ile geçmişte İzmir'de istihbarat biriminin bilgi kaynağı olarak kullandığı, farklı örgütler hakkında bilgi veren ancak bazı olumsuz davranışları nedeniyle İstihbarat Şubesinden ilişiği kesilen İrfan Erbarıştıran, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı olan Celal Uzunkaya'yı daha komiser olarak İzmir İstihbarat Şubede çalıştığı yıllardan beri tanıyan birisiymiş. Bu elamanın bir başka özelliği ise geçmiş tarihte Fethullah Hoca hakkında olumsuz ve incitici isnatlarda bulunan bir rapor hazırlayan bir polis ajanı olmasıdır.

Erbarıştıran biraz fazla işgüzar, her işe burnunu sokan, kendini olduğundan farklı gösteren bir kişi. Celal Uzunkaya ile ilişkileri eski yıllardan başlayarak devam etmiş. Bu arada Emniyet Genel Müdürlüğüne uzun bir ihbar mektubu gelir. Bu mektupta anlatılan konular Mersin'den İzmir'e, oradan Bursa, İstanbul ve yurtdışına kadar geniş bir alanda birçok olay ve çok kişiyi ilgilendiren niteliktedir. Mektup esasen Mustafa Gülcü ve Celal Uzunkaya'yı şikâyet eden bir ihbar mektubudur. İhbarlar o kadar geniş ve detaylıdır ki, en az 20 kişilik bir ekip her imkânı kullanarak aylarca çalışsa ancak bu kadar kapsamlı bilgileri toplayabilirdi. Hatta mektuptaki bazı konuların muhatabı olan kişiler bile bahsi geçen konulardan habersizdir, ihbar mektubu sonrası araştırılınca doğru olduğu anlaşılır.

“SONRA İZMİR ÖZEL YETKİLİ CUMHURİYET SAVCILIĞININ KOORDİNESİNDE…”

Bu eski elaman uzun süredir tanıdığı Celal Uzunkaya’nın Almanya'daki damadını tanıyormuş. Ondan bir şeyler yapmak adına 50 bin mark borç veya ortaklık adı altında para almış. Bu olaydan Celal’in haberi yoktu, ihbar mektubunda bu konu anlatılınca araştırmış ve maalesef doğru olduğunu anlamış. Olayın bu kadar içinde olan Celal’in haberinin olmadığı konularda ihbarcının haberi ve bilgisi vardı. Çok açık gözüküyor ki birileri polisin bilgi kaynağı olan İrfan Erbarıştıran'ı, onun tüm irtibatlarını, Celal’i, Mustafa Gülcü'yü ve onların yakınındaki herkesi dinlemiş, izlemiş ve bulduğu bilgileri birleştirip bir ihbar mektubu hazırlamıştı.

İhbar mektubu müfettişlere havale edilir. Zannederim Mustafa konunun müfettişlere gitmesi konusunda ısrar eder, tehlikeyi biraz hissedince hakkındaki her iddia araştırılsın der ama bir yandan da uzaktan bu soruşturmayı takip edip kapatılması için çaba gösterir. Fakat bilemedikleri başka bir şey daha vardır, KOM Dairesi de adli takibat başlatmıştır. Bir müddet sonra müfettişler tahkikatı bitirir, galiba bir şey bulunamadığı söylenerek kapatılır. Bir süre sonra İzmir özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığının koordinesinde ve arka planda Kom Dairesinin desteklediği İzmir Emniyet Müdürlüğünün operasyonu başlatılır. İrfan Erbarıştıran isimli kişi yakalanır, Emniyette gözaltına alınır. İddialara göre gözaltındayken çok önemli şeyler açıklayacağını söyler. Hemen savcıya bilgi verilir, hiç görülmedik bir biçimde gece özel yetkili savcı Fatih Genç kâtibesini alarak Emniyete gelir.

Savcı 23.11.2009 tarihinde sabaha kadar şahsın yaklaşık 39 sayfalık ifadesini alır. Tutarsızlıklarla dolu bu ifadede, zanlı İrfan Erbarıştıran bir sayfada "Bana bir şey olursa Celal Uzunkaya ve Mustafa Gülcü sorumludur," derken, başka bir yerde "Celal Uzunkaya benim 25 yıllık dostum, ondan, hiç zarar görmedim,” der. Aslında savcı daha ifade almadan Emniyet Genel Müdürlüğüne 20.11.2009 tarihinde yazı yazarak hemen tutuklu iş olduğu için cevap ister.

Yazıda "İrfan Erbarıştıran isimli kişinin Emniyet Asayiş Daire Başkanlığınca kullanılan muhbir olup olmadığı, muhbir değilse herhangi bir konuda bilgi kaynağı olarak kullanılıp kullanılmadığı, kullanılıyorsa biriminizce nasıl irtibat kurulduğu, İrfan Erbarıştıran'a elden para verilip verilmediği veya herhangi bir ödemenin yapılıp yapılmadığı, çok ivedi gönderilmesi" istenir.

“TÜM BU İŞLEMLER HİÇ GÖRÜLMEMİŞ BİR HIZLA AYNI GÜN GERÇEKLEŞTİRİLMİŞ”

Bugüne kadar görülmemiş bir biçimde kendisini pek fazla ilgilendirmeyen idari bir konuda savcının mana verilemeyen bu sorusu dikkat çekiyor, olayın normal seyrinde gitmediğini gösteriyordu. Şahıs 20.11.2009 da yakalanmış, daha ifadesi alınmadan savcı aynı gün 20.11.2009'da Emniyet Genel Müdürlüğüne konu hakkında bilgi sormuş, yazı Ankara'ya gitmiş, KOM Dairesi bir yazı ile cevabı Asayiş Daire Başkanlığından istemiş ve yazı Asayiş Daire Başkanlığına gelmiş, işlemler başlamış.

Tüm bu işlemler hiç görülmemiş bir hızla aynı gün gerçekleştirilmiş. Normalde resmi evrak savcılıktan emniyete bile bir iki günde gelirken, bu defa aynı gün içinde savcı yazıyı yazıp İzmir Emniyetine veriyor, oradan KOM Daire Başkanlığına gönderiliyor. KOM Dairesi tekrar Asayiş Dairesine yazı yazıyor ve Asayiş Daire Başkanlığında yazı işleme giriyor. Ben bu hızla çalışan bir sistemi bu olaydan daha önce Emniyette ve adliyede hiç görmemiştim.

Emniyet Asayiş Daire Başkanlığı ilk cevabı hemen 21.11.2009'da veriyor. Cevapta İrfan Erbarıştıran isimli kişiyle daha önce aynı ilde görev yapan bir emniyet mensubu vasıtasıyla 25.07.2009 tarihinde irtibat kurulduğu, İstanbul'da hunharca öldürülen Münevver Karabulut cinayeti faili Cem Garipoğlu'nun yerinin öğrenilmesi ve yakalanması konusunda kısa süreli kullanıldığı, birkaç defa iaşe-i bade ve seyahat masrafları ile zorunlu giderleri için elden cüzi miktarlarda para ödendiği ifade edilerek, Münevver Karabulut'un faili Cem Garipoğlu'nun 27.09.2009 tarihinde yakalanması ile bu tarihten itibaren bir daha irtibat kurulmadığı belirtilir.

Üç gün sonra savcı Fatih Genç 24.11.2009 tarihinde yeniden Emniyet Genel Müdürlüğüne doğrudan bir yazı yazarak Barış Eser (gerçek adı İrfan Erbarıştıran) isimli bir şahsın muhbir olarak kullanılıp kullanılmadığı, kullanılmışsa hangi birim tarafından kullanıldığı bilgisinin ÇOK İVEDİ gönderilmesini ister.

Ayrıca aynı tarihli başka bir yazıyla Emniyet Asayiş Daire Başkanlığından daha önce 20.11.009'da sorulan sorulara 21.11.2009 tarihinde verilen cevaplar özetlenerek, 1. İrfan Erbarıştıran ile muhbir olarak görüşülmesini sağladığı belirtilen meslek mensubunun kim olduğu sorulur. 2. İrfan Erbarıştıran'a kimin ne kadar ödeme yaptığına dair belgenin ve şahısla temas kurulan tüm konularla ilgili belgelerin onaylı bir suretinin gönderilmesi talep edilir. Bu defa daha hızlı bir kurye polisle ve uçakla cevap verilmesi istenir.

“SIRADAN GÖZÜKEN BU OLAY KORKUNÇTU; TARİHTE 2. OLAYDI”

Aslında Emniyetin gizli muhbir kullanımı, bilgi alma usulleri, vs. ile örtülü ödenekten yaptığı ödemeler savcılığı ilgilendiren konular değildir. Fakat 25.11.2009'da Emniyete gelen evraka aynı gün 25.11.2009'da Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Dairesinden verilen cevapta şahıstan alınan bilgilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş ve KOM Şubeleri ile paylaşıldığı belirtilip yapılan işlemlerin gizliliği nedeniyle Türk Ceza Kanunu ve ilgili mevzuattaki ilgili maddelere de atıfta bulunularak soruşturmayla doğrudan ilgisi olmayan bilgilerin gönderilemediği ifade edilir.

Soruşturmanın selameti bakımından vazgeçilmezliği kararı verildiği takdirde hepsinin gönderileceği yazılır. Bu arada istenen tüm bilgiler de şifahen savcıya aktarılır. Savcının tüm bunların cevabını zaten bildiği, uzun süredir dinlenen İrfan Erbanştıran'ın telefon konuşmalarında Emniyette kimlerle nerede, nasıl görüştüğü, hatta ifadesi 23,11.2009'da alınırken de savcının sorduğu sorularda bunların çok daha ilerisindeki hususların bilindiği anlaşılmaktadır.

Söylenenlere göre de savcıyla görüşülmüş, verilen cevap yeterli görünmüş ve dava kapatılmış gibi gözüküyordu. Bu yazışma yapılınca haberim oldu ve anlatılanları dinleyince bu davanın kapanmayacağını, ciddi sorunlar yaratacağını, ya savcının taraflı ve özel amaçlı olduğunu söyleyip değiştirilmesini istemeleri ya da alenen cemaat kökenli bir operasyonla karşı karşıya olduklarını açıklamaları gerektiğini söyledim. Olması gereken, böyle bir davayı özel yetkili mahkemenin başsavcı vekilinin yürütmesiydi.

İki Emniyet Genel Müdür Yardımcısının adının geçtiği bir tahkikatı başsavcı vekili yürütmeliydi. İllerde eğer bir il şube müdürünün adı bir davaya konu olursa, il savcılarının ya kendileri ya da savcı vekilleri tahkikatı yürütmekte, basit bir ifade alma işlemini bile kendileri yapmaktadır. Bu davada da böyle olması gerekirdi ama sözlerimi ciddiye almadılar.

Kısa süre sonra dediğim çıktı. Cevapları yeterli bulmayan savcı yine alışılmış yöntemlere benzemeyen şekil ve içerikte 21.12.2009 tarihinde iki ayrı yazı gönderir. Birinci yazıda çeşitli basın organlarında çıkan haberlerde İrfan Erbarıştıran'ın Emniyet Genel Müdürlüğü uhdesinde olan ödeneklerden 40.000 TL aldığı iddia edildiğinden Asayiş Daire Başkanlığınca 17.12.2009 tarihindeki yazı ile belirtilen ödemelerden başka (bu arada yapılan yazışmalarda ödemelerin evrakların vs. savcılığa gönderildiği anlaşılmaktadır) ödeme yapılıp yapılmadığı, eğer yapılmış ise buna ilişkin evrakların bir suretinin gönderilmesini, ikinci yazıda ise olayı soruşturan Polis Başmüfettişleri O. Olgun ve D. Demirbaş ile Asayiş Daire Başkam F.İ. Özalp'in tanık olarak ifadeleri alınmak üzere 24.2.2009'da İzmir'deki savcılıklarda bulunmalarını ister.

Aslında uygulamada bu tür bilgiler illerdeki savcılıklar üstünden iletilir. Bu olayda, İzmir savcısı talebini Ankara savcısına iletmeli, Ankara savcısı bilgileri alıp İzmir savcısına göndermeliydi. Bu zamana kadar sistem hep böyle işledi ve hâlâ da böyle çalışıyor.

Mesela benim ifadem veya benim müdürlüğümdeki bilgiler doğrudan başka illerin savcılarınca değil, ilimiz savcılığı üzerinden iletilir. Kısa süre sonra savcı işi daha da büyütür ve iki genel müdür yardımcısını mevcutlu olarak İzmir'e çağırır. Gece geç saatlere kadar devam eden duruşmalar sonunda, serbest bırakılırlar, sıradan gözüken bu olay korkunçtu; tarihte 2. olaydı.

Bu kadar önemli olan olay neydi? İki Emniyet Genel Müdür Yardımcısını tutuklatmak için mahkemeye çağırmayı, devletin belgelerini istemeyi, verilen cevaplarla yetinilmeyip bu kadar olağanüstü biçimde izlemeyi gerektirecek olay neydi?

“BAKAN'IN EN ÇOK GÜVENDİĞİ KİŞİLERDİ”

Davada gizlilik vardı. Avukatlara ve sanıklara dosyadaki bilgiler verilmemesine rağmen İzmir'deki değil, İstanbul'daki bazı polisler ifadeleri tek tek bütün gazetecilere dağıtıyordu. Bunların içinde, savcının gece gidip Emniyette aldığı 39 sayfalık ifadenin imzasız kopyası da vardı. Emniyet Genel Müdürü Yardımcılarının suçlu olduklarını söylüyorlardı.

Bana da bir gazeteci bu ifadeyi ve değerlendirmesini gönderdi. Okuduğumda hayretler içerisinde kaldım. Ortada bir ceza davasına konu olacak olay yoktu, bu tür davaların daha ağırını bile biz il savcılarımıza götürdüğümüzde, "Bu konu hukuk davasının konusu olur, davacı kişi gidip hukuk mahkemesinde dava açsın," diyorlardı. Hadi çok zorladınız diyelim, bu olaydan en fazla sulh ceza mahkemesinin görev alanına giren dolandırıcılık davası çıkardı.

Fakat bizim savcı olayı özel yetkili mahkemeye taşımış ve ortaya kocaman bir çete davası çıkarmıştı. Önyargısı olmayan tarafsız herhangi bir savcı bu ifadeyi okuduğunda bu olayı asla özel yetkili mahkemeye ve savcısına taşımaz, bu insanları bu kadar ağır ithamlarla lekelemez (ki en ağır suçlamalara, yönelik sorular ifadede var, bu sorulardan eldeki delillerin ne olduğu net anlaşılıyor). Bu olay maalesef iki Genel Müdür Yardımcısının görevden alınmasına sebep oldu. Daha da garibi bu iki Genel Müdür Yardımcısı mevcut hükümetin getirdiği Bakan'ın en çok güvendiği kişilerdi. Bunlar teşkilatta çok güçlü insanlardı. Herkes çok iyi biliyordu ki, bu iki görevli başka açılardan eleştirilebilse de maddi menfaat elde etmek uğruna en ufak bir suça karışmazlardı.

“UZUNKAYA İYİ YETİŞMİŞ, KALİTELİ BİR POLİSTİ”

Özellikle, Celal Uzunkaya iyi yetişmiş, kaliteli bir polisti, benim için en iyi özelliklere sahip polis şefiydi. İstanbul, Ankara gibi illerin müdürü olacak kalitedeydi. Davada ifadeleri alınınca görevde kalmaları makul görülmedi ve merkeze alındılar. Görevden alınınca galiba amaca ulaşıldı ki bir daha bu davayla ilgili haberler basına ta her şey basına sızdırılarak, abartılarak yazılırken görevden alınma gerçekleşince iddianameyi bile duymadık, dava sessizce görüldü.

Ama inanıyorum ki hâlâ görevde olsalardı gelişmeler hızla ilerler, davalar açılır, haberlere konu olurlardı. Bu durum da aslında temel gayenin suçluların cezalandırılıp adaletin yerinin bulması değil, bu insanların görevden alınması olduğunu ortaya koyuyor.

Kitabı yazdığım sıralarda davanın açıldığını duydum. İddianameyi yine basından temin edip okuduğumda aynı kanaatim yeniden pekişti. Dava zorlama ile açılmıştı, ortada özel yetkili mahkemeyi ilgilendirecek nitelikte bir olay yoktu, her şeyin zorlanarak yürütüldüğü belli oluyordu. Şunu kesin olarak iddia ediyorum, bu insanların tüm çevreleri İstihbarat Daire Başkanlığınca aylarca dinlenmiş, takip edilmiş, hukuka aykırı bütün yöntemler kullanılmıştır. Bir hâkim ya da savcı gidip İstihbarat Dairesinde inceleme yapsa, bu olayın tüm delillerini bulabilir. Bundan hiç şüphem yok, tahminimden fazlasının olduğundan da görmüş kadar eminim. Katillerin, canilerin, çetelerin ifadesini almak için bile gecenin bir yarısı emniyete gelip sabaha kadar kâtibesi ile çalışmayan savcılar, okuyan hiç kimsenin ciddi bir kıymet vermeyeceği bir ifade için neden bu kadar gayretli olur. Tek amaç cemaatin Emniyetteki bir numaralı hedefi Mustafa Gülcü'yü silmekten başka bir şey değildir; bu olay cemaat için bir Ergenekon operasyonu kadar önemli bir olaydır.

Daha sonra benim de elime geçen bir belgede bu olayda cemaatin polisle ilgilenen imamının bu konuyla özel olarak ilgilendiğini gösteren bir not vardı. Peki, Gülcü neden önemliydi? Birincisi, belirttiğimiz üzere Emniyet Teşkilatı içerisindeki cemaatçi yapıya karşıydı ve çok şiddetli biçimde buna karşı tavır alıyordu. Fakat aynı zamanda hükümetin de iyi adamıydı.

Neden silinmesine göz yumuldu? M. Gülcü arka planda cemaat tarafından desteklenen, yürütülmekte olan Ergenekon operasyonları dolayısıyla mahkemelerin Ergenekon Örgütü hakkında Emniyet Genel Müdürlüğüne sorduğu soruya istenenin aksine Ergenekon diye bir terör Örgütünün kayıtlarında olmadığını yazmıştı.

Bu konuda cemaatin yaptıklarını desteklemediği, hatta karşı çıktığı için hükümetin üst kademelerinden yeterli desteği bulamadı ve bu tür yazı vs. olayları abartılarak yukarılara taşındı. Emniyetin en güçlü ve iktidara yakın iki Genel Müdür Yardımcısını görevden aldıran gücü Emniyet kendi içinde net görüyordu. Bu güç tayin ve terfilerde de çok etkindi. Bunu gören teşkilat mensuplarının şimdiden sonra nasıl davranacağım, nasıl hareket edeceğini, bir tayin ya da terfi için pek çok kişiye uğrayan meslektaşlarımın maalesef şimdi en fazla cemaatçi gözükmeye kalktığını, eski konuşma ve sözlerini unuttuğunu görüyoruz.”

28 Temmuz Sayısal Loto sonuçları açıklandı Güncel Tunceli'deki yangın söndürülemiyor Güncel Meteoroloji’den bir son dakika uyarısı daha! Güncel Tren faciasında ölü sayısı arttı Güncel