İnce: 16 yılda kaybettiğimiz en önemli şey...
CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, "16 yılda kaybettiğimiz en önemli şey, devlet" dedi.
CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, seçime ve gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu. İnce'nin ODATV'den Nurzen Amuran'a verdiği röportaj şöyle;
- Hedefiniz belli. Parlamenter sisteme ve Cumhuriyetin kurucu değerlerine yeniden dönüş. Bu nedenle milletvekili seçimlerindeki vaatleri değil, insan hak ve özgürlüklerini güvence altına alan bir hukuk devletinde olması gereken kuralları konuşalım. Olağanüstü hal ortamında korkunun ve çekingenliğin yayıldığı meydanlara mı sesleniyorsunuz, yoksa üzerinden bu korkuları atmış yeniden özgüvenini kazanmış seçmenlerle mi buluşuyorsunuz?
16 yılın sonunda toplumun belli bir kesiminde korku hâkim hale geldi. Bunu mitinglerde görebiliyorum. Meydana gelenler korkuyu yenen, korkuya karşı mücadele edenlerden oluşuyor. Ama bir de meydana girmeyen etrafta bir yerden konuşmamızı dinleyenler var.
Biliyorum ki, başarırsak onların kararıyla başaracağız. Bizden yana kararlı hale gelmeleriyle başaracağız. Onlar bizim söylediklerimizin ne kadar doğru olduğunu biliyorlar. Biz de onların endişelerini, kaygılarını anlıyor ve biliyoruz.
81 milyon olarak korkularımıza teslim olmamalıyız. Özgüvenimizi kazanmalıyız. Çünkü yaşadığımız sorunların çözümü bizden birlik, dayanışma, kararlılık ve değişim istiyor.
Birlikte başaracağız, bunun için de birliğimizi sağlamamız, 16 yıldır iktidar uygulamalarından beslenen kutuplaşmanın yarattığı kaygılardan, endişelerden kurtulmamız gerekiyor.
- Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde uzlaşma kültürünün adeta öncülüğünü yaptınız. Gerektiğinde diğer adaylara yapılan haksızlıklara da itiraz ettiniz. Bütün liderlerle görüşmek kavganın gürültünün olmadığı siyasi nezaketin yerleştiği bir üslupta bir seçim süreci öngördünüz. Halkın özlemi de bu mu?
Kesinlikle. Halk, politikacıların, üst düzey sorumluluk almış insanların kavgalarını istemiyor. Çünkü her kavganın bir bedeli var ve o bedeli halkın kendisi ödüyor.
Hepimiz bir arada yaşıyoruz. Aynı mahallede, aynı kente... Öyle ya da böyle yollarımız kesişiyor. Siyasi kavgaları, apartmandaki, mahalledeki ilişkilerimize taşımak yanlıştır. Buna izin vermemeliyiz.
Halkın birinci sorunu geçim, ekonomi. Halk öncelikle bu sorunun çözülmesini istiyor. Çünkü çocuğu üniversiteyi bitirmiş, iş bulamıyor. İş bulmak için, çocuğunun yeteneğine, diplomasına, emeğine güvenemiyor. Birini bulacak ki, onun aracılığıyla çocuğuna iş bulabilsin.
İnsanlarımız, özellikle gençlerimiz, geleceklerine güvenle bakamıyor.
Bizim toplumsal barışa, uzlaşmaya, sorunlarımızı konuşmaya, birlikte çözüm üretmeye ihtiyacımız var. Birbirimizden uzaklaşarak sorunlarımızı çözemediğimizi geride bıraktığımız 16 yıl bizlere göstermiş olmalı.
Şu anda büyük bir ekonomik krizi yaşıyoruz. Marketlerde gıda ürünlerinin fiyatları inanılmaz derecede yükseldi. Marketlerdeki bu fiyatlar, bizi sen sağcısın, öbürü solcu diye ayırıyor mu? Ramazandayız, markete girdiğinizde oruç tutanın cebinden de tutmayanın da cebinden aynı para çıkıyor.
Sorunlarımız aynıyken yan yana gelemiyor, konuşamıyor ve birlikte kararlar alamıyorsak, geleceğimiz tehlikede demektir.
Halkın bu gerçeği gördüğünü, anladığını düşünüyorum. Çünkü her durumda kaybedenin kendisi olduğunu yaşayarak gördü. Bu nedenle halkımın kriz anlarındaki yüksek sağduyusuna güveniyorum.
- Anayasa değişiklikleriyle getirilen Cumhurbaşkanlığı sistemi neden insan hak ve özgürlüklerinin güvenliğini, adaletin yerleşmesini sağlayamaz? Ortak akıl neden oluşamaz?
Bahsettiğiniz, adına Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen ama gerçekte bir sistem özelliğine sahip olmayan, tek adam iktidarı diyeceğimiz ucube bir yönetim biçimi.
Bu yönetim biçiminde Cumhurbaşkanı, yürütmenin tümüne hakim. Parti başkanı sıfatıyla yasamaya hakim, yürütmedeki ve yasamadaki pozisyonuyla da yargıya hakim olabiliyor. Temel yetkilerin tümü tek adamda toplanıyor.
Seçilen kişiye bağlı bir keyfiyet durumu söz konusu… Tek kişinin ihtiraslarının ve tek başına aldığı kararlarının esiri olmanız söz konusu. Denge ve denetimin tamamen kaybolduğu bir yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız.
Türkiye Cumhuriyeti, kendinden önceki imparatorluk döneminin bu zihniyetle ve yönetim biçimiyle mücadele eden kadroların öncülüğünde kuruldu.
Geride olumlu, olumsuz, başarılı başarısız, zaman zaman kesintilere uğrayan ama her defasında kendi rotasına dönen 143 yıllık bir parlamento deneyimimiz var.
Emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesini, devrimleri, toplumun tümünün temsil edildiği TBMM başardı. O kararlar orada sorgulanmış, muhatapları her aşamada milletin temsilcilerine hesap vermiştir. Oysa bu yönetim biçiminde kimse hesap soramaz.
Türkiye bu sistemle kaderini bir kişinin niyetlerine, aklına, zekasına, ahlakına teslim etmektedir.
Modern devlette kurumlar, kurallar vardır. Bunlar kişilerin şahıslarına indirgenemez. Oysa bu sistemde kuralda, kurumda tek bir kişidir.
Bu yönetimin nasıl bir şey olduğu konusunda özel örnekler aramamıza gerek yok, şu anda yaşadıklarımıza bakılması yeterlidir.
Görüyorsunuz, Cumhurbaşkanı İngiltere’de ahkam kesiyor, Türkiye’ye dönüyor. Sebep olduğu durumun vahameti karşısında elemanlarını gönderip, kendi sözleri için özür anlamına gelecek cümleler kurduruyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin Bakanı sıfatını taşıyan bu kişiler de “aman seçim var” yakarmalarıyla karşılarındakini ikna etmeye çalışıyorlar.
Karşılarındakilerin yüzlerine alaycı bir gülümsemenin yayıldığından eminim.
Bu nasıl kafadır?
Siz 81 milyonu temsil ediyorsunuz. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nın sorumsuzca sarf ettiği sözler için, dönüp Bakanları, seçim gerekçesiyle hoşgörü talebinde bulunur, kendilerince düzeltmeler yapabilir mi?
Bu yeni yönetim biçimi ortak akıl öngörmüyor. Kazanan kişinin her şey, karşısındakilerin hiçbir şey olduğu bir düzen...
16 Nisan Referandum sürecinde meydanlarda, öncesinde TBMM’de bu düzenin sakıncalarını bir bir anlattık. O nedenle, mümkün olan en kısa zamanda, tahminlerimize göre en fazla 2 yıl içinde, eski sistemin hatalarını da onararak parlamenter sisteme yeniden döneceğiz.
- Anayasada yapılacak değişikliklerle mi parlamenter sisteme dönülmeli yoksa yeni bir anayasa yapılarak yeniden halkın onayına mı sunulmalı? Zaman açısından değişiklikler yeterli gelmez mi? Size göre bir anayasada bulunması gereken en önemli özellik ne olmalı?
Benim düşüncem, yeni bir Anayasa ile bu dönüşü gerçekleştirmek. Eğer büyük bir uzlaşmayı ve bu uzlaşmanın kalıcılığını sağlayacak bir sistem olsun istiyorsak, bunu yeni bir Anayasa ile başarabiliriz. TBMM’deki çoğunluk üzerinden kimi maddelerin değiştirilmesi, son çare olarak düşünülmelidir. Yeni anayasada önceliğimiz güçler ayrılığını tam olarak gerçekleştirmek, denetleme, hesap verme konularında muğlaklıkları ortadan kaldırmak olmalı. Özgürlüklerin tanımları da açık olmalı. Anayasa keyfiliğe geçit vermemelidir.
DEMOKRASİNİN KADROLARININ OKULLARI SİYASİ PARTİLERDİR
- Sadece yeni Anayasa veya anayasa değişiklikleri demokrasiye hizmet edemez aynı zamanda milli iradenin sandığa yansımasını, temsilde adaleti sağlayacak yeni bir siyasi partiler ve seçim yasasına ihtiyaç yok mu? Bu iki yasa hangi prensipleri içermeli?
Siz yeni bir Anayasa yaparsanız, bütün yasalarınızı, mevzuatlarınızı onunla uyumlu hale getirmek zorundasınız. Yaptığınız işin zorunlu sonucu budur zaten. Başka türlü olabilir mi?
Yeni Anayasanın kalıcı olması, siyasal partilerin kendi içinde demokrasiyi, onun değerlerini yaşatmasıyla mümkündür.
Demokrasinin kadrolarının okulları siyasi partilerdir.
Orada demokrasi tüm kurallarıyla, değerleriyle yoksa ülkenizde de yoktur. Demokrasiyi yaşayarak öğrenmemiş, yaşama biçimi haline getirememiş kadrolar, demokrasinin kendi varlığını sürdürmesinde güvence olamazlar. Bu güvenceyi ancak demokratik siyasi partiler sağlayabilir.
- Yargı ve yargıç bağımsızlığı, hukuk devletinin olmazsa olmazıdır. Siyasetin ulaşamadığı, adalete güvenin yeniden sağlandığı bir Türkiye için, yasalardaki değişiklikler yeterli mi yoksa 16 yıldır alıştırılan zihniyetin değiştirilmesi mi öncelik taşımalı?
Yasalar eksiksiz uygulanırsa, çarpık zihniyetin etkisi azalır. Uygulayıcılar, yasalarla karar vermek zorundadır. Hukuk devleti ilkelerinin ve hukuk normlarının dışında kalmaya devam etmek isteyen bir zihniyetin, hukuk sisteminde yeri olamaz.
Hukukun üstünlüğüne dayalı sistemi yeniden canlandırdığımızda, zihniyet de ona uyum sağlayacaktır. Arzulanan zihniyet değişimini, önce yasa yapıcılarında gerçekleştirirsek, uygulayıcılardaki değişim kendiliğinden gelir. İşinin gereğini yapmayanlar, yapamayanlar, değişmeyenler, kendiliğinden sistemin dışında kalırlar.
ŞEFFAF VE HESAP VEREN BİR YÖNETİCİ VE HESAP SORAN BİR TOPLUM BİLİNCİNİ GELİŞTİRECEĞİZ
- Yurttaş olma bilincini yerleştiren ilkelerden ikisi de yönetimlerin halkına karşı hesap verilebilirlik ve şeffaflık ilkelerine sadakatle uymaları. “Ben vergisini ödeyen bir Türk yurttaşıyım. Vergimin nereye gittiğini öğrenmek hakkımdır” diyecek bir ortamı nasıl sağlayacaksınız?
Kamu yönetiminin özünü vergi oluşturur. Devlet bütün iş ve işlemlerini toplanan vergiler üzerinden gerçekleştirir. Vergi, devleti herkesin devleti yapan en önemli araçtır. Bu nedenle, kamu adına görev üstlenenlerin, hem harcarken hem de sonrasında sorumlulukları vardır. Harcarken “kamu yararı” ilkesine göre harcayacaksın. Sonra bunun hesabı sorulduğunda hesabını vereceksin.
Bununla ilgili kurumsal anlamda eksikliğimiz yok.
Mesele kurumların tam olarak çalışmasının engellenmiş olmasıdır.
Bütçenin hazırlıklarını Maliye Bakanlığı yapar ve TBMM bunu komisyonlarında ayrıntılı biçimde ele alır. Sonra da, TBMM’de kabul edilir. Bu süreç halkın temsilcileri üzerinden yürür. Bir başka nokta ise, kabul edilmiş bu bütçenin denetiminin halkın temsilcileri adına Sayıştay tarafından yapılmasıdır.
Bu kurumlar bugün de var, ama işlemiyor, işlememesi için ne gerekiyorsa onlar yapıldı. Türkiye’de verginin nerelere harcandığını takip edebilmek, denetim yapabilmek imkânsız hale getirildi. Vatandaşın kişisel veya temsilcileri aracılığıyla hesap sorması mümkün değil. Sayıştay, istenilen denetimi yapamamakta... Diğer denetim organları doğrudan siyasal otorite tarafından kontrol edildiğinden onlar çoktan işlemez hale getirilmiştir. Bu konudaki en önemli uygulamalardan biri olan ihale mevzuatındaki şeffaflık, kamu yararı, rekabet gibi Avrupa Birliği’nin benimsediği temel ilkeler tümüyle kalktı.
Bizde vergilerin çoğu tüketim aşamasında toplanıyor. Aldığımız her şeyde, satıcı aracılığıyla vergi toplanıyor.
2017 yılında toplanan verginin %69’u tüketim üzerindendir. %31 ise kazanç üzerinden. Yani üçte ikisinden fazlasını çalışan çalışmayan, kazanan kazanmayan herkesten alırken, üçte birden azını kazanandan alıyorsunuz. Bizim görevimiz bu dengesiz yapıyı düzeltmektir.
Bunu düzeltmek de sanıldığı kadar zor değil. Yeter ki yönetenlerde bu yönde kararlılık, duyarlılık olsun.
Vergi konusunda üzerinde durduğumuz ve ısrarla takip edeceğimiz en hassas konu, toplanan her bir kuruşun hesabının verilmesidir. Şeffaf ve hesap veren bir yönetici ve hesap soran bir toplum bilincini geliştireceğiz.
- Siz bir öğretmensiniz. Sorgulayan araştıran toplumun önemli bir bireyi olmaya aday gençler yetiştirmek için nasıl bir eğitim düzenine ihtiyaç var? Sözgelimi, eğitimde fırsat eşitliğini nasıl sağlayacaksınız?
Bugün fırsat eşitliğinin gereği olarak eğitime erişimde aşılmaz sorunlarımız yok. Her çocuk, kimi bölgelerde sorunlar yaşansa da, zorunlu eğitim sürecine dahil edilebiliyor.
Ancak, okullarımız arasındaki nitelik farkı, nitelikli eğitimden yararlanma noktasında bir eşitsizlik yaratmaktadır. Aileler çocuklarının nitelikli eğitimden yararlanabilmesi için yüksek miktarlarda harcama yapmaktadır. Bu, gelir seviyesi iyi olmayan ailelerin çocukları açısından sorunlu bir durum ortaya çıkarmaktadır.
Temel hedefimiz, kalıcı çözüm için okullarımızı donatmak ve eğitimi nitelikli hale getirmek olacaktır.
Ekonomik eşitsizlikle mücadele etmek öncelikli görevimiz. O nedenle 3-B diyoruz. Barışacağız, büyüyeceğiz, birlikte bölüşeceğiz.
Bir taraftan eğitimi nitelikli hale getirmek, diğer yandan gelir dağılımındaki eşitsizliği gidermek, sorunu önemli ölçüde ortadan kaldıracaktır.
Eğitim programlarını ben Anayasa kadar önemli görüyorum. Eğitim programları, bu ülkenin nasıl bir nesil yetiştirmek istediğini ve nasıl bir ülke olacağını gösterir.
Yeni Anayasa için nasıl bir uzlaşma arayacağımızı söylüyorsak, eğitim sistemi için de aynı uzlaşmayı arayacağız. Hükümetlere göre değişen bir eğitim modeli yerine, gelen her yeni yönetimin izleyeceği ve seviyesini yükselteceği bir model kuracağız.
- Önemli bir seçmen kitlesini oluşturan gençlerimiz potansiyel tehlike olarak görülüyor. Yaklaşık 100 bine varan gencimiz, üniversite yerine Adliye koridorlarında kendilerine açılan davalarla meşgul. Bu koşullarda siyasetin, bu gençlerden siyasal tercihlerini bekleme hakkı var mı?
Sadece gençlerimiz değil, bizler de adliye koridorlarındayız. Bunun sorumlusu siyasetin kendisi değil. İktidardaki siyaset anlayışıdır.
Siyaset etme anlayışı değişecek, evrensel hukuk ilkeleri ve hukukun üstünlüğü ön plana alınacaktır.
Düşünceyi ifade etmenin önündeki tüm engeller kaldırılacaktır. Türkiye özgürleşecektir.
MERHAMET DEVLETİ DEĞİL GERÇEK ANLAMDA SOSYAL DEVLET OLACAĞIZ
- Sosyal devlet olmanın gereği bazı hizmetlerin devlet tarafından üstlenilmesidir. Hastaya müşteri zihniyetiyle bakan sağlık sisteminin değiştirilmesi sistemin yeniden yapılandırılması öncelikleriniz arasında yer alıyor mu?
Sosyal devlet, hizmetin özel ya da devlet tarafından verilmesi ayrımına dayanmaz. Sosyal devlet, bu hizmetlerden yararlanacak olanın tam ve eksiksiz yararlanmasıdır. Sosyal devlet, bireyin temel haklarını tam ve eksiksiz kullanmasını sağlamaktır. Bireyin, yurttaşın hizmet veren kuruluşlar karşısında güçlü kılınmasıdır. Bu özel kuruluş olur, devlet kuruluşu olur fark etmez.
Sağlık yatırımlarının yanı sıra, kaliteli ve herkesin erişebileceği sağlık sistemini oluşturmak temel önceliğimizdir.
Sağlık hakkı bütünüyle piyasa koşullarına bırakılamayacak temel bir haktır. Devlet bu alanda halkın yararına olan gerekli bütün düzenlemeleri ve müdahaleleri yapacaktır.
Merhamet devleti değil, gerçek anlamda sosyal devlet olacağız.
Sosyal devlet, bireyi ayağa kaldırır, onu yardıma muhtaç olmaktan kurtarmak için yardım eder.
Onun yoksulluğunu, muhtaçlığını ortadan kaldırmayan yardım anlayışı, sosyal devlet ilkesiyle bağdaşmaz.
Türkiye’de yapılan, yoksulluğun, muhtaçlığın ortadan kaldırılması değil, devam ettirilerek yönetilmesidir.
- İl il dolaşıyorsunuz. Halkla iç içesiniz. Siyasetin gündemiyle halkın gündemi farklı… Seçimi kazandığınız takdirde, halkın sorunlarına eğilecek bir yönetim için liyakat ve deneyim esasına dayanan dinamik bir kadroyu şimdiden hazırladınız mı? Çünkü sorunların aciliyeti var.
Ben Türkiye’yi yönetmeye yönelik hazırlıklarıma 4 Mayıs sonrasında başlamadım. 2014 yılından beri buna hazırlanmaktayım. Türkiye’nin birikimli, deneyimli insanları var. Ben de onlarla birlikte çalışıyorum. Ayrıca işini başarılı biçimde yapan, parti militanı olmamış bunun için direnmiş herkes, benim birlikte çalışacağım kadrolardır. Temel ilkemiz, görevin gerektirdiği niteliklere sahip olmaktadır.
Milletimizin karşısına, çocuklarımızın aydınlık geleceğini geri almayı hedeflemiş bir bilinç ve kararlılıkla çıkıyoruz. Cumhurbaşkanlığını kazanacağız, meclis çoğunluğunu alacağız.
Hemen ardından, “onarım politikalarımızı” uygulamaya başlayacağız. Anayasal rejimi canlandıracağız, hukukun üstünlüğü ilkesini hâkim kılacağız, ekonomiyi güçlendireceğiz, parlamenter demokrasiyi tekrar bütün kurumlarıyla hayata geçireceğiz ve toplumda yaratılan düşmanlıkları ortadan kaldıracağız.
Cumhuriyetimizi, çıkardıkları rotasına yeniden oturtacağız. Halkın geleceğe olan güvenini yeniden ve güçlü biçimde tesis edeceğiz. Aydınlığa ve refaha doğru olan yolculuğumuzu yeniden ve büyük bir şevkle başlatacağız.
2023’de, Cumhuriyetimizin hak ettiği yüzüncü yıl sevincini, bütün yurttaşlarımızla birlikte huzur ve barış içerisinde kutlayacağız. Gerçekleştirmeyi hedeflediğimiz onarım döneminde, Türk milletinin Cumhuriyete inanmış her ferdiyle birlikte yürümek azmindeyiz.
SAHİBİNİN SESİNDEN MEDYA OLMAZ, MEDYA HALKIN SESİDİR
- Muhalefeti oluşturan adaylar seçim faaliyetlerinde mevcut olanakları eşit olarak kullanamıyor, Sözgelimi Medya ile problemler yaşanıyor. Neler diyeceksiniz?
İktidar tarafından devşirilmiş, beslenmiş medyaya zaten sözüm yok. Onları medya organları olarak da görmüyorum. Sahibinin sesinden medya olmaz. Medya halkın sesidir. Halkın iktidara karşı sesidir. Onu dördüncü kuvvet yapan budur. Ancak, sözünü ettiğimiz besleme medyanın kiralık kalemleri, iktidarın bülteni ve manipülasyon aracı olarak çalışıyorlar.
Onların benim faaliyetlerimi haber yapmalarını, tarafsız olmalarını, lehime yazmalarını beklemiyorum. Onlar daha önce bildikleri neyse onu yapmaya devam etsinler. Onlar bu misyonlarına sıkıca sarıldıklarında biz kendimizi zaten anlatmış oluruz.
Benim isyanım, TRT’ye. Anayasada tarafsız olması belirtilen, kanununda bu konuda açık hükümler bulunan TRT’ye.
Utanmadan bir de itirafname niteliğinde açıklama yapmışlar.
TRT’yi, iktidar borazanı olmaktan mutlaka çıkaracağız.
- Seçim sürecinde bazı kurum ve kuruluşların yasaları gereği siyasete mesafeli durmaları gerekiyor. En fazla da il yönetimlerinin görevleriyle ilgili çalışmalarında seçimlere olumsuz kuralsız katkıda bulunacak uygulamalardan kaçınmaları önem taşıyor. Bu konuda en fazla YSK’ya sorumluluk düşmüyor mu?
16 yılda kaybettiğimiz en önemli şey, devlet.
Devlet her yurttaşı kucaklar, hizmet sunar, herkese eşit uzaklıkta ve yakınlıkta olur.
İllerde valiler, üniversitelerde rektörler, üst yargı organlarında hâkim ve savcılar, kendilerini devletin görevlileri olarak değil de parti militanı gibi görmekteler, öyle davranmaktalar.
Seçimleri güvenilir, adil biçimde yapmak YSK’nın görevi. Ancak bunu yapmadığını, 16 Nisan referandumu gösterdi. O nedenle seçim güvenliği bizim üzerinde sıkça durduğumuz bir konu.
Ne ayıp bir görüntü, seçim güvenliğinin, oyların sağlıklı biçimde verilmesinin, sayılmasının, partilerden beklenmesi ve muhalefet partilerinin bunun için özel birimler kurarak çalışmalar yapması.
Bunu ne diye yapıyor partiler? YSK’ya, devletin güvenlik güçlerine güven duyulmamasından yapıyor.
Yurttaşın namusu olan oyunu, güven altına alamayan devlet görüntüsü, Türkiye için, demokrasimiz için gerçek anlamda utanılacak, ayıplı bir durumdur.
Buna rağmen gidip oylarımızı vereceğiz, oylarımızı da koruyacağız.
- Önemli olan seçimlerde demokratik kuralların işletilmesi ve korunması. Güvenli bir seçim dileğiyle size seçim çalışmalarınızda başarılar diliyoruz. Verdiğiniz yanıtlar için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.