Irkçılığın kökeni derin NSU’nun üzerine gidilmedi
Almanya’da NSU’nun işlediği cinayetlerin üzerinden 20 yıl geçti. NSU Davası’nı takip eden Gazeteci Özdemir’in ‘Neonazi-İstihbarat-Emniyet Üçgeninde NSU Cinayetleri’ ismini taşıyan kitabı okurla buluştu.
Kazım Gündoğan / Birgün - Almanya'da sekiz Türk, bir Yunan ile bir Alman polisini seri cinayetlerle öldüren Neonazi Sosyalist Yeraltı Örgütü’nün (NSU) işlediği cinayetlerin üzerinden 20 yıl geçti. Ancak ikisi intihar eden üç kişilik ırkçı NSU’nun işlediği cinayetler, uzun süre karanlıkta kaldı. Alman makamları ve medyasında yaşananlar, ‘dönerci cinayetleri’ olarak tanımladı. Emniyet, katilleri kurban yakınları arasında aradı. Faşist çete ortaya çıkarıldığında ise geride 10 kurban ile yığınla soru işareti ve tarifsiz acılar kaldı. NSU’nun ilk kurbanı olan Enver Şimşek’in öldürülmesinin üzerinden geçen 20 yılın ardından cinayetler ilk kez bir Türkçe kitaba konu oldu.
6 Mayıs 2013’te Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi’nde başlayan ve 11 Temmuz 2018’de biten faşist NSU Davası’nı kurayla izlemeye hak kazanan 50 gazeteci arasında yer alan gazeteci Yücel Özdemir, ‘tanıklığını’ kitaplaştırdı. Aynı zamanda Evrensel gazetesi yazarı olan Özdemir’in “Almanya’da Neonazi-İstihbarat-Emniyet Üçgeninde NSU Cinayetleri” isimli kitabı, Kor Yayınevi’nden çıktı. Yücel Özdemir ile hem kitabını hem de Almanya’daki ırkçılık ile faşizmin “kökenlerini” konuştuk.
► Almanya’da ‘ırkçılık’ denince akla Naziler ile Adolf Hitler gelir. Oysa meselenin tarihsel, toplumsal ve politik arka planı var. Alman ırkçılığının kökeni ya da geçmişinden başlayacak olursak, neler söylersiniz?
Almanya’da faşist düşünce elbette Hitler’le başlamıyor. Geç uluslaşmayla birlikte milliyetçi temelde ulusal değerlerin yaratılması süreci Otto von Bismarck ve Kayzer Willhelm II döneminde hız kazanıyor. Alman sermayesinin dışarıda sömürgeler elde etmek için ortaya attığı “Güneşte bir yer” teorisi bunu özetliyor. Sonuçta Almanya’nın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda verdiği açık çekle Birinci Dünya Savaşı başlatıldı. Bu süreçte Almanya içinde milliyetçilik güç kazandı. Dönemin en güçlü partilerinden biri olan Sosyal Demokrat Partisi (SPD) bile savaşta Alman sermayesine destek verme kararı aldı. Hatta parti, bu yüzden bölündü.
Bir Avusturya-Macaristan İmparatorluğu vatandaşı olarak tam da bu dönemde Münih’e gelen Hitler, Viyana’da tanıştığı ırkçı düşüncelerin de etkisiyle kendisini bu düşünceleri savunanların arasında buldu. Birinci Dünya Savaşı’na Bavyera Krallığı saflarında asker olarak katılması bu düşüncelerin etkisiyle oldu. Savaşın bitmesinden itibaren başlayan Kasım Devrimi süreci Alman burjuvazisini Sovyet tipi bir devrimin olacağı konusunda tedirgin ediyordu. Bu nedenle anti-komünizm temelli çalışmalara hız verildi. Hitler’in üstlendiği ilk politik görev komünistlere karşı ajanlık yapması tesadüf değil. Sonra, Eylül 1919’da Alman İşçi Partisi’nin (DAP) kongresini izlemeye gönderilirken üye oluyor. Parti bir yıl sonra adını NSDAP (Alman Ulusal İşçi Partisi) olarak değiştiriyor ve bildiğimiz Hitler’in yükselişi böylece başlıyor.
► Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinin ırkçılığın kökleşmesi ve yaygınlaşmasında nasıl bir etkisi var?
Çok… Yenilgiden önce güç toplamaya başlayan ırkçı-milliyetçilerin kullandığı argümanların başında Yahudi ve komünizm düşmanlığı geliyordu. Yenilgiden sonra bunlara bir de Versay Anlaşması ile dayatılan şartlar eklendi. Hitler’in en önemli vaatlerinden birisi Versay Anlaşması’nı yırtıp atmaktı. Bu aslında o dönemki Alman burjuvazisinin başlıca taleplerinden birisiydi. Çünkü daha fazla pazar elde etmek için başlattıkları savaştan kaybeden olarak çıkmakla kalmamış, içeride başlayan Kasım Devrimi ile iktidarı da kaybetmekle karşı karşıya kalmıştı. Son anda Sosyal Demokratlar’ın öncülüğünde kurulan ve Alman tarihinde özgün bir dönemi ifade eden Weimar, Cumhuriyeti ile iktidarda kalmaya devam etmişti. Hitler’in liderliğindeki faşist parti de ekonomik sosyal sorunların alabildiğince büyüdüğü bu dönemde hızla güç toplamış ve iktidara gelmişti.
► Alman faşizmi 1945’de yenildi ancak 1950’lere kadar devam eden özgün bir süreç var… Almanya’nın yeniden yapılandırılması sürecinin ırkçılık karşıtlığı üzerinden şekillendiği söylenir. Sizce Alman toplumu ve düşün dünyası ırkçılıkla köklü olarak hesaplaştı mı?
Eğer gerçek anlamda bir hesaplaşmaya gitmiş olsaydı, bugünkü sorunların çoğunu yaşamayacaktık. Federal Almanya Devleti 1949’da ABD, İngiltere ve Fransa tarafından asıl olarak Hitler döneminde görev yapan Naziler üzerinden yeniden kuruldu. Hitler faşizmine karşı mücadele eden sosyal demokratlar ve sosyalistler, sürecin ve sistemin dışında tutuldu. Ordu, emniyet, istihbarat ve yargıda eski Naziler ağırlıklı olarak varlığını korudu. Bunların verdiği kararlar belirleyici oldu. NSU Cinayetleri kitabımda özellikle istihbarat ve Neonaziler arasındaki hep varlığını sürdüren ilişki üzerinde bu nedenle duruyorum. NSU cinayetleri incelendiğinde, Almanya’nın istihbarat-Neonazi ilişkisinden bir sonuç çıkarmadığını açık olarak gösteriyor.
► Bir yanıyla geçmişle hesaplaşan, diğer yanıyla da yeniden inşa süreci yaşayan Almanya 1960’larda yoğun iş gücüne ihtiyacı nedeniyle değişik ülkelerden işçi göçü başladı. Alman toplumu, özellikle milliyetçi kesimler bu göçü nasıl karşıladı, o dönem bir yabancı düşmanlığı var mıydı?
Göçün ilk yıllarında ırkçı cinayetler neredeyse hiç yok. Öldürme olaylarına asıl olarak 1980’li yıllardan itibaren tanık oluyoruz. Bunda açıktan Neonazi düşünceleri savunan örgütlerin yasaklanmasının da payı var. 1960’lı yıllardan itibaren ise küçük gruplar halinde örgütleniyorlar. 1964’de Milliyetçi Demokrat Alman Partisi (NPD) kuruluyor. Misyonu daha çok soğuk savaş yıllarında pek çok ülkede olduğu gibi anti-komünizm. Göçle birlikte Neonazilerin kullandığı başlıca slogan “Ausländer Raus/Yabancılar Dışarı” oluyor. O yıllarda Almanya’ya gelen Türkiyelilere karşı ayrımcılığın yaygın olduğunu biliyoruz. Pek çok lokanta, eğlence yeri, birahanenin kapısına “Yabancılar giremez” yazıları asılıyor.
Amadeu Vakfı’nın tuttuğu son listeye göre 1990’dan bu yana Almanya’da 208 insan Neonaziler tarafından öldürüldü ve bunların azımsanmayacak bölümü Alman yoksulları ve antifaşistleri. Resmi kayıtlarda, toplamda yaklaşık 45 Türkiye kökenli göçmen Neonaziler tarafından katledilmiş durumda.
► Deyim yerindeyse 1989 ve 1990 yılı bir milat. Başını Sovyetler Birliği’nin çektiği “sosyalist blok” yıkıldı. Berlin Duvarı ile ayrılmış Doğu Almanya ile Batı Almanya birleşti, sonrasında da Avrupa Birliği kuruldu. Bu “yeni dönem” göçmen işçileri nasıl etkiledi? Ayrıca ırkçılığın bu dönemde yükselmesinde rolü ne oldu?
İki Almanya’nın birleşmesini Almanya’daki Türkiye kökenli göçmen işçiler karmaşık duygular içerisinde izledi. Gelecekte kendilerini nelerin beklediğinin belirsizliği içindeydiler. Sonuçta öyle de oldu. 1990’lı yıllardan sonra ırkçı saldırılar artmaya başladı; Mölln, Solingen katliamları oldu. 1990’lı yıllardan itibaren Almanya’da özellikle Yugoslavya savaşı nedeniyle gelen sığınmacı sayısı artınca, ırkçıların kullandığı konuların başında sığınmacı düşmanlığı almaya başladı. Bu yıllarda Doğru Almanya’da ise eskiden kalma antifaşist bilinci yok etmek için Neonazi örgütler bizzat istihbarat örgütleri tarafından kuruldu. Nitekim NSU cinayetlerini işleyen üçlü de böyle bir örgütte yetişti. Artan ekonomik, sosyal sorunlar özellikle Doğu Almanya’da gençlik arasında ırkçı eğilimlerin güç toplamasında büyük bir rol oynadı. 8’i Türkiye’den, biri Yunanistan’dan olmak üzere 9 göçmeni öldüren üçlünün hayat hikâyesi bunu doğruluyor.
► Alman ırkçılığının yeni bir formu olarak NSU’ya gelecek olursak, NSU’yu nasıl tariflersiniz? NSU’yu yaratan koşullar hakkında değerlendirmeniz ne olur?
NSU; Uwe Mundlos, Uwe Böhnhardt ve Beate Zschäpe tarafından kurulduğu ifade edilen bir örgüt. 1995’ten itibaren bölgede ırkçı eylemler düzenleyen üçlü, bir aranmadan sonra, Ocak 1998’de yer altına çekiliyor. Örgütü de bu sırada kuruyorlar. Biz daha önce böyle bir örgüt ismi duymamıştık. 9 Eylül 2000’de Enver Şimşek’in öldürülmesinden başlayarak, 2007’ye kadar seri cinayetler ve banka soygunları yapıyorlar. Tam 13 yıl “illegal” yaşadılar. Ortaya çıkmaları ise 4 Kasım 2011’de Doğu Almanya’nın Eisenach kentinde bir banka soygunu sonrasında oldu. Sabah bankaya giren Mundlos ve Böhnhardt, 72 bin avroyu alıp, bisikletle olay yerinden uzaklaşıyorlar ve bir kilometre uzakta park ettikleri kiralık karavana giriyorlar. Polis peşlerine düşüyor. Saat 12.00’de bir devriye polisinin karavana yaklaştığını gören iki Uwe, arabayı ateşe vererek, intihar ediyor. Bu olaydan üç saat sonra, saat 15.00’de, bu sefer Beate Zschäpe, Zwickau’da kaldıkları evi ateşe veriyor. Karavan ve evde bulunan silahlar seri cinayetlerin Neonaziler tarafından işlendiğini ortaya çıkardı. Almanya’nın yabancılar tarafından istila edildiğini savunarak, en büyük göçmen grubu olan Türkiyelileri alçakça seri cinayetler halinde katletmeye başlıyorlar.
► NSU’nun Alman devleti, polis, istihbarat teşkilatları içindeki yeri hakkında medyaya çok şey yansıdı. Peki, bu örgütün Almanya siyasetinde ve toplumunda nasıl bir karşılığı var?
Bu örgütün toplumda bir karşılığı yok. Ancak iki nedenden ötürü istihbarat ve emniyette karşılığının olduğunu düşünüyorum. Birincisi, dava bittikten sonra polis karakolundan davanın avukatlarına gönderilen “NSU 2.0” imzalı tehdit mektupları... İkincisi, istihbarat içinde örgüte yardımcı olanların çok olduğu biliniyor ancak hiçbirinden hesap sorulmadı. Kassel’de Halit Yozgat öldürüldüğünde olay yerinde bulunan istihbarat elemanı NSU Davası’na sanık değil, tanık olarak çağrıldı. Ve hiçbir soruya da yanıt vermedi.
► NSU daha çok hangi toplumsal gruba yöneldi ve bu cinayetlerle ne amaçladı?
Seri cinayetler katillerin özellikle Türk ya da Türkiye’den gelenleri seçtiğini gösteriyor. Onlar için Türkiye’den gelenlerin diğer kimliklerinin pek bir önemi yoktu. Ayrıca öldürülenlerin hepsinin genç-orta yaştaki erkekler olması da dikkat çekici. Hazırlanan sözde manifestoda da Türk düşmanlığı görülüyor. Almanya’nın yabancılar tarafından ele geçirildiğini düşündükleri için en büyük grup olan Türkleri düşman olarak belirlediler. Yunanistanlı Theodoros Boulgarides’in de Türk diye öldürülmüş olabileceğini tahmin ediyorum. Bunların yaptığı “Pembe Panter” propaganda filminde son göçmen kurban olan Halit Yozgat’ın üzerine “9. Türke” yazıyor. Hâlbuki son Türk kurban Halil Yozgat 8. Boulgarides’in ortağı da Bolugarides’in biraz Türkçe konuştuğunu, diğer Türk esnaflarla iyi diyalog içinde olduğunu, bu nedenle herkesin onu Türklere benzettiğini mahkeme sırasında anlattı. Konuştuğum Türk esnaflar da bunu doğruladı.
► Peki, ya yargı süreci? Davalarda neler yaşandı?
6 Mayıs 2013’te başlayan 11 Temmuz 2018’de biten NSU Davası’nda toplam 438 duruşma yapıldı. Savcılık tarafından istenenden daha az cezalar verildi. Bir tek baş sanık Beate Zschäpe dışında. Mahkeme silahı temin eden, cinayeti işleyenlere yardımcı olanlar aynı gün serbest bırakıldı ve şu anda aramızda dolaşmaya devam ediyorlar. Bunu bilmek özellikle kurban yakınları için korkunç bir durum olsa gerek. İstihbaratla, emniyetle Neonaziler arasındaki bağlantıların da hesabı sorulmadığı için, özellikle emniyetin içindeki Neonazi örgütlenmeler bu kez “NSU 2.0” adı altında tehdit mektupları göndermeye devam ediyor. Gerçek bir hesaplaşma için Almanya’da emniyet, istihbarat ve ordunun mutlaka yeniden yapılandırılması gerektiğini düşünüyorum.