İstanbul Barosu'ndan ÇHD kararına tepki
İstanbul Barosu, Halkın Hukuk Bürosu (HHB) ve KHK ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyelerinin yargılandığı dava hakkında bir açıklama metni yayımladı.
Cuma günü görülen duruşmada tahliye edilen avukatların, savcılık tarafından gelen itiraz sonucu cumartesi günü (15 Eylül 2018) yeniden gözaltına alınması hakkında, "Siyaset kurumu devreye girmiş, Mahkeme baskı altına alınmış ve karar 'geri aldırılmıştır'" ifadesi kullanıldı.
İstanbul Barosu tarafından yayımlanan açıklama şöyle:
"İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesinde, 17 avukatın tutuklu olarak yargılandığı davanın 14 Eylül 2018 tarihli celsesinde verilen tahliye kararı, meslektaşlarımızın özgürlüğe kavuşmaları kadar, gerekçesi itibariyle de hukuk kamuoyunca takdir toplamıştı. Bu karar;
AHİM içtihatlarına atıfta bulunuyor,
Tutuklamanın tedbir niteliğini öne çıkarıyor,
Tutukluların avukat olmalarını, tahliyelerin nedeni olarak gösteriyordu.
Bir hukuk kurumu olarak, isnat edilen suçlamalardan bağımsız olarak, ülkemizde uzunca bir süreden bu yana yaşamakta olduğumuz "hukuk darlığını" açan ve evrensel hukukun genel kabule ulaştırdığı değerlerin, üstelik avukatların yargılandığı bir davada gerekçe olarak kullanılmış olmasından büyük bir sevinç duymuş, umuda kapılmıştık.
Hukuk umudumuz 24 saat sürmedi.
Mahkemece verilen tahliye kararlarına C.Savcılığı tarafından yapılan itiraz, aynı Mahkemece kabul edilerek yakalama kararları verildi.
Gelinen bu son durumun başka hiçbir izahı yoktur: Siyaset kurumu devreye girmiş, Mahkeme baskı altına alınmış ve karar "geri aldırılmıştır". Çünkü arada geçen 24 saat içinde;
AHİM içtihatları değişmemiştir.
Tutuklamanın tedbir niteliğinde bir değişiklik olmamıştır.
Tutukluların avukatlıkları devam etmektedir.
Mahkemeyi bu kadar kısa süre içinde, birbiri ile bu denli çelişen iki karara imza attıran neden, yargının içindeki siyasetin tam da kendisidir.
Bu durum kelimenin tam anlamıyla REZALETTİR. Bu rezaletin sorumluları UTANÇ duymalıdır. Bu tablo, yargıda "tuzun koktuğu" anlamına gelir. Bir ülkenin yargısı için daha büyük bir utanç vesilesi olamaz.
Bu ülkedeki Adalet Bakanlığının mevcudiyeti, bundan böyle "şekli bir unsur" olmaya mahkumdur. Böyle bir bakanlığın başındaki kişinin görev yapmaya devam etmesi, onun bakan olduğu anlamını taşısa da, adaletini taşıyamayacaktır. Adalet Bakanı, derhal istifa etmelidir. Kimsenin bu ülkenin yargısını bu konuma düşürmeye hakkı yoktur. Hiçbir siyasal güç, sahip bulunduğu kudreti, adalet terazisinin bir kefesine koyamaz. Siyaset kurumunun yargıyı bu denli baskı altına aldığı, hoşuna gitmeyen kararları "derhal" değiştirmeye zorladığı bir ülke, hukuk devleti iddiasını asla haketmeyecektir.
Buradan bütün yargı bileşenlerine o arada özellikle de yargıçlara çağrı yapıyoruz:
Gelinen bu son noktadan itibaren, ülkemizin yargı tarihine bırakacağımız tek miras, bu baskıya karşı direnmektir. Siyasetin baskısı karşısında kuvvetler ayrılığının birliğe dönüşmemesi için son bir umut kalmıştır. Bu umut bütün yargıçların vicdanıdır. Atılan bir imzanın ifade ettiği saygınlığın, ikinci bir imza ile kaybedilmesi tehlikesi, sadece yargıca özgü kişisel bir yitim değil, büsbütün hukukun yok olması anlamını taşıyacaktır. Oysa siyaset kurumunun yargı üzerindeki baskısına direnç gösterilebilirse, hukuk tarihinde yeni bir sayfa açılmakla kalmayacak, geleceğin onurla şekillendirilmesi hakkı da elde edilmiş olacaktır.
Görünen dönemeç, uçurumdan önceki son çıkıştır"