İstanbul'da korkutan rakamlar! İşte risk altındaki bina sayısı
17 Ağustos Depremi’nin 22’nci yıl dönümünde olası Marmara Depremi yeniden gündeme geldi.
Ülkenin yakın tarihinin en yıkıcı afetlerinden biri olan 17 Ağustos Depremi'nin bugün 22'nci yıldönümü.
Birgün'den Filiz Gazi'nin haberine göre; 1999 yılında 16 Ağustos'u, 17 Ağustos'a bağlayan gece meydana gelen 7.4 büyüklüğündeki deprem, 27 Aralık 1939 tarihinde Erzincan’da meydana gelen 7.9 büyüklüğündeki depremden sonra ülke tarihinin en büyük ikinci depremi olarak kayıtlara geçti.
Merkez üssü İzmit’in Gölcük ilçesi olan deprem, Marmara Bölgesi'nin genelinde hissedildi. İstanbul, Bolu, Bursa, Eskişehir, Kocaeli, Sakarya ve Yalova'da can ile mal kaybına neden olan deprem, Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın kırılmasıyla meydana geldi. Saat 03.01'de başlayan yer sarsıntısı tam 45 saniye sürdü.
Türkiye’nin sanayi bölgesinde olan depremde resmi rakamlara göre 18 bin 373 kişi hayatını kaybetti, 48 bin 901 kişi ise yaralandı. 5 bin 840 kişi de kayboldu. Resmi olmayan rakamlar ölümlerin 50 bine yakın olduğu yönünde.
17 Ağustos’un ardından İstanbul’un birçok semtinde toplanma alanları belirlendi. Belirlenen toplanma alanlarının büyük bir bölümü daha sonra imara açıldı. 2002’de AKP’nin iktidara gelmesi ve ekonomi politikalarının da inşaata dayalı olması sebebiyle deyim yerindeyse sadece İstanbul değil, Anadolu’nun birçok kenti, betondan ibaret olan şehirleşme ile tanıştı. Ne yazık öncelikli amacın rant olması, deprem riskine karşı alınacak önlemleri önemsiz hale getirdi.
Türkiye jeolojik yapısı itibariyle deprem kuşağı içerisinde bulunuyor. 21. Dönem Türkiye Meclis Araştırması Komisyonu’nun hazırladığı deprem riskleri raporuna göre, son 60 yıl içinde doğal afetlere bakıldığında, hasarların yüzde 65’ini depremler oluşturuyor. Buna rağmen sanayinin yüzde 75’i hâlâ birinci dereceden deprem bölgesinde bulunuyor. Yine nüfusun yüzde 55’i birinci dereceden deprem bölgesinde yaşıyor.
Nüfusun artmasıyla gelişen şehirlerin depremin yaratacağı tahribata ne kadar dayanıklı olduğu gerçeği ise her depremle bir kez daha karşımıza çıkıyor. Fakat bir sonraki deprem olana kadar konu rafa kaldırılıyor. En çok korkulan deprem ise nüfusu 16 milyona dayanan mega kent İstanbul’u etkileyeceği düşünülen Marmara depremi.
BİRÇOK YER ETKİLENECEK
İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisi Öğretim üyesi Prof. Dr. Cenk Yaltırak, “Depremi İstanbul üzerinden düşünmenin ters bir psikolojisi var” diyor ve şöyle devam ediyor: “İstanbul kadar Yalova’da, Karamürsel’de, Bursa’da, Tekirdağ’da etkilenecek bundan. Böyle düşünüldüğü için diğer yerlerdeki insanlar kendilerine hiçbir şey olmayacak diye düşünüyorlar. Bursalı diyor ki ‘Bana ne İstanbul’daki depremden’, halbuki onu da İstanbul kadar etkileyecek.”
Yaltırak, “Marmara Denizi’nin çok komplike ve karmaşık bir deniz” olduğuna vurgu yaparak, anlatıyor: “Marmara Denizi’nde olan deprem bütün Doğu Marmara’yı etkileyecek ama sadece Doğu Marmara’da bir deprem olasılığı yok. Orta ve Batı Marmara’da da kırılmayan üç tane daha fay var. Yani toplam dört fay var. Bunlarda deprem olma olasılığı yüksek. Önlem alınabilmesi için insanların biliminsanlarını dinlemesi gerek. Bir sürü profesör çıkıyor, ‘Deprem olmayacak’ diyor, ona da inanan milyonlar var. İnsanlar gerçeği öğrenmek istemiyor, öğrenirse sorumluluk alacak.”
20 YILLIK RİSK HARİTASI
Yaltırak, 1999 depreminden sonra yayınlanan bir risk haritasından bahsediyor. İBB’nin bu haritanın öngördüğü senaryoya göre hareket ettiğini söylüyor ve bu haritanın doğru olmadığını, eksik olduğunu belirtiyor: “İBB’nin Kandilli Rasathanesi ile yürüttüğü projedeki harita 2001 model. Yıl 2021. O harita 20 yıl öncesinin bilgisi ve teknolojisi. O harita ile iş yapamazsınız.”
Bilim Akademisi üyesi Prof. Dr. Naci Görür, aynı zamanda İBB’de danışman olarak görevli. Olası Marmara depreminde içme suyu şebekesi, barajlar ve kanalizasyon şebekesindeki hasarların hesabı yapılarak, gerekli önlemleri almak için çalışmalar sürdürülüyor. Peki, bu niçin gerekli? Prof. Dr. Görür, “Bir kenti depreme hazırlamak demek bütün bileşenlerini hazırlamak demektir. Bir kent demek sadece yapı stoğu (halihazırda içinde oturulan, yaşanılan evler ve bunların adedi) demek değildir, o kentin alt yapısı vardır” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Büyük bir depremde en büyük hasarı toprak altına gömülü olan yapılar görür. Toprak altı yapılarının başında da içme suyu şebekesi, kanalizasyon ve doğalgaz şebekesi gelir. Doğal gaz şebekesi tahrip olduğu an çok büyük yangınlar çıkabilir. Çıkan yangınları söndürmek için su şebekenizin ayakta durması lazım. Deprem olduğu zaman temizlik ayrıca önem kazanacak. İSKİ’nin içme su hatlarının olası bir depremde minimum hasara uğrayıp, bütün kente su veriyor olması lazım. Bizim ülkemizde içme suyu şebekesi ile kanalizasyon şebekesi genellikle yan yana gider. Bunların karışması halinde hastalıkla da uğraşmak durumunda kalırız.”
Prof. Dr. Görür, “İstanbul’da sadece yapı stoğunu iyileştirerek İstanbul’u depreme hazırlayamazsınız” ifadesini kullanıyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “İstanbul’da birtakım patlayıcı, toksik, kimyaevi maddeler depolanması, taşınması, biriktirilmesi, üretilmesi çok fazla. Bunlar hasar görürse bütün bu kimyevi maddeler toprağa, hava, suya dağılabilir. Ayrıca milyarlarca tona varabilecek inşaat enkazı çıkacak. Bu inşaat enkazı içinde evsel atıklar, metaller var. Bunları ne yapacaksınız? Bu kadar hafriyatı nasıl bertaraf edeceksiniz? Eski maden ocaklarının içine göm ya da denize at, üzerini kapa, böyle olacak şeyler değil… Deprem molozlarından geriye dönüşümü de planlamak lazım. Milyonlarca ton molozun içinde demir, bakır ve çeşitli metal parçalar var. Depremin ekonomiye de etkisi olacaktır. Marmara Bölgesi Türkiye’nin ekonomik olarak kalbi. Onun için biz diyoruz ki, deprem Türkiye’nin ekonomik olarak bağımsızlığını elinden alabilir, ülkeye diz çökertebilir. Toparlanmak yılları alabilir.”
DEPREME HAZIRLIK
Prof. Dr. Naci Görür, “En büyük proje, İstanbul’u depreme hazırlama projesi olmalı” diyor ve tüm gücün buna odaklanması gerektiğini vurguluyor. Prof. Dr. Görür’ün dikkat çektiği bir başka konu ise İstanbul’daki binaların güvenli hale getirilmesinin imkânlar dahilinde zor olması. Şöyle devam ediyor, Görür: “İstanbul’da 1 milyon 600 bin bina var. Bunun yüzde 60’ı mühendislik hizmeti görmemişse, demek ki 700- 800 bin bina depremde güvenli değil. Peki, 700 bin binayı yapabilecek güç var mı? Devlet; bütün finans kurumlarıyla vatandaşa ‘evini depreme güvenli hale getireceksen, kredin hazır’ demeli. Vatandaş, depreme hazırlanma furyası içine dahil edilmeli. Bir seferberlik ruhu lazım.”
ORTAK ÇALIŞMA GEREKLİ
İBB Deprem Risk Yönetimi Kentsel İyileştirme Daire Başkanı Tayfun Kahraman, Yaltırak’ın risk haritası eleştirisine hak vermekle birlikte, şunları dile getiriyor: “Tabii ki teknoloji gelişti. Yenileme ve güncelleme yapılması gerekli. Hocalarımızın danışmanlığında hem jeoloji haritalarımızda hem de mikro bölgeleme haritalarımızda güncelleme çalışmaları yapılıyor.”
Aynı zamanda şehir plancısı olan Kahraman, iki yıldır Marmara depremi üzerine çalıştıklarını fakat geniş çaplı bir çalışmanın devletin ilgili birimleriyle beraber yürütülmesi gerektiğinin altını çiziyor: “İBB’nin bütçesi, kadroları, kapasitesi bu sorunu aşmak için yeterli değil. Merkezi hükümet, yerel yönetimler, 39 ilçe belediyesi, sivil toplum örgütleri, üniversiteler, en önemlisi 16 milyon İstanbullu ile birlikte hareket etmeliyiz. Aksi halde bu sorunun üstesinden gelemeyiz.”
Kahraman, “Bugünkü deprem yönetmeliğini karşılayan bütün binaların depreme karşı güvenli olduğunu söyleyebilirim” ifadesini kullanıyor. Ancak İstanbul’da çok ağır hasar alması beklenen bina stoğunun olduğuna dikkat çekiyor: “Daha önce tespit edilen 48 bin binaydı. Şu anda bunun iki katı ağır ve çok ağır hasar alması beklenen bir yapı stoğumuz var. Bunlarla ilgili çalışmalarımız 26 ilçede tamamlandı, bu yaz sonunda bunu 39 ilçeye tamamlamayı planlıyoruz. Eylül, ekim aylarında elimizde birebir adresli olarak İstanbul’un hangi binalarında göçme riski yaşamamız muhtemel hepsini tespit etmiş olacağız.”
Kahraman, toplanma alanlarının yeniden belirlendiğini, bunun yanında AFAD ve Jandarma Komutanlığı’yla birlikte çalışma yürüttüklerini belirtiyor: “Geçici barınma alanları belirleme yetkisi AFAD ve İçişleri Bakanlığı’nda. Biz de kendi elimizdeki verileri kendilerine ilettik.”
Enkaz altında kalacak insanlara ulaşmada tüm koordinasyon yetkisi ve görevlendirme AFAD ve İçişleri Bakanlığı’na ait. Kahraman, bunun dışında İBB’ye bağlı Afet, Koordinasyon Merkezi üzerinden de çalışma yürüttüklerini ekliyor.
Kahraman, deprem sonrası operatörlerin çalışmaması halinde bu hafta itibariyle yurttaşların telefonlarına indirebilecekleri ABİS (Afet Bilgi Sistemi) uygulaması hakkında bilgi veriyor: “Afet sonrasında iletişim olanakları tamamen ortadan kalktığında ana merkezde toplanacak bir iletişim sistemi tasarlandı. Vatandaşlarımız bu uygulamayı telefonlarına indirdiklerinde kendilerine en yakın deprem toplanma alanlarına ve geçici barınma alanlarına nasıl ulaşabileceklerini öğrenebilecek. Ayrıca bu uygulamayla kişiler beş yakınlarının telefonlarına otomatik bir mesaj gönderebilecekler.”