Kutlu Esendemir: Gazetecilik yargılanıyor
Gazeteci Kutlu Esendemir Karşı Davası'nda savunmasını yaptı.
Gerçek Gündem - Karşı Gazetesi olarak bilinen 12 kişinin yargılandığı dava dün Silivri'de görülmeye başlandı. CHP PM üyesi Eren Erdem ve avukatının savunma yapmasının ardından Kutlu Esendemir savunmasını yaptı. Esendemir savunmasında "Gazetecilik yargılanıyor" dedi.
Esendemir savunmasını Erdal İnönü'ye atıf yaparak bitirdi. Gazeteci Kutlu Esendemir'in savunmasının tamamı şöyle;
Evet…
Fazla söze gerek yok.
Size, “Hakikat”i anlatacağım.
Türkiye’de tüm kavramların içi boşaltılıp, birer “padalya”ya dönüştürülme sürecine tanıklık ediyoruz.
Bu kavramlardan biri de, ne yazık ki mesleğim “gazetecilik.”
Bugün burada, dün başka salonlarda ibretlik bir tarihe tanıklık eden kimi arkadaşlarımla yapmaya çalıştığımız, Hasan Tahsin’den Uğur Mumcu’ya, İzzet Kezer’den Ahmet Şık’a, bir geleneği sahiplendiğim, “gazetecilik.”
Gazetecilerin yargılandığı bu mahkemelerde tanıklık ettiğimiz iddianameler, suçlamalar, sorgular, çapraz sorgular, savunmalar, ifadeler bizi neredeyse gazetecilik gerçekliğinden koparacak hale getirdi.
Yurttaşlar, “Gazetecilik nedir, ne değildir?” konusunda tüm bildiğini unuttu, unutturuldu, uyuşturuldu. Gazetelerde, televizyonlarda, gazetecilik kisvesi adı altında bir nevi paçozlar geçidi izliyoruz.
Geçen gün bir hukukçu arkadaşımla sizin karşınıza çıkacağım şu anın değerlendirmesini yaparken, “En iyi dilekçe soru işaretsiz dilekçedir. En iyi ifade, soru işareti olmayan ifadedir” demişti. Haklıydı, o yüzden aşağıda yönelteceğim soruları kendime yöneltiyorum, sayın heyetinize değil; deli değilim.
Başlayayım.
Gazetecilik nedir?
Hakikat Nedir?
Gazeteci ne kadar halkçıdır?
Ne kadar muhaliftir?
Muktedirin diliyle de, ne kadar yerlidir, ne kadar millidir?
Hakikat nedir?
O zaman izninizle yanıt vereyim:
“Hakikat” savaşta ilk kaybedilendir.
Hakikat, savaşta ilk kaybedildiğinde bu durum, bütün mağduriyet alanlarını kapsar.
İşte bu derinlikte gazetecinin görevi, hakikatin kaybolmasına engel olmaktır.
İster bir savaşta, ister şiddetle mücadelede, ülke içi çatışmalarda, köyden kente, sağlıktan eğitime, kadından göçmenlere değin yaşanan her türlü mağduriyet alanında, gazeteci hakikati ortaya koymakla yükümlüdür.
Bu hakikatin hedefinde olanlar da, gazeteciyi yargılatmak yerine somut delillerini koymak ve hakikati korumakla mükellef olmalıdırlar.
Bugün hakikati arayan, yazmaya çalışan, en azından eline ulaşan haberin gerçekliğinin yetkili makamlarca sorgulanması için haber yapan gazeteciler için, tek kalemde, “Onlar gazeteci değil” ya da, “Gazetecilik yaptıkları için yargılanmıyorlar” gibi bir hüküm verilmektedir.
Üstelik de gazetecilerin yer aldığı meslek örgütlerinin etik kurulları tarafından değil, gazetecilikle uzaktan yakından ilişkisi bulunmayan mahkemeler tarafından.
Dünyanın ilk savaş muhabirlerinden kabul edilen İrlandalı gazeteci William Howard Russell, Kırım Savaşı’nda gördüklerini haberleştiriyordu. Gördükleri o kadar korkunçtu ki; editörüne sordu:
“Bunları yazmalı mıyım, yoksa dilimi mi tutmalıyım?”
Editöründen, “Devam et, elinden geldiğince gerçekleri yaz” yanıtını aldı.
Russell’ın binlerce askerin sıtma ve koleraya yakalandığını yazması hükümeti zora düşürdü. Kendisi ve editörü, “Hain” ilan edildi.
Tıpkı Türkiye’de her dönem olabileceği gibi… Ama farklı olarak… Başbakan George Hamilton Gordon, maalesef 1855’te istifa etmek zorunda kaldı.
Gazeteciler bir haberi yaparken, “Hain ilan edilebileceklerini” göze alırlar. Hain ilan edilirler de ama bağımsız bir yargı vardır sırtını dayadıkları.
Ancak gazetecilik faaliyetlerinizden ötürü yargı sizi hainlikle suçluyorsa, gazetecilik gerçekliği ortadan kalkmış, hakikat yürütme erkinin açtığı derin karanlıklarda kaybolmuş demektir. Tıpkı bizdeki gibi.
Ama iyi bir haberim var:
Gerçeklerin er ya da geç bir gün ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır...
İşte o gün için çalışır ve kendini adar gazeteci.
Bugünkü yargının, gazetecileri bir örgüt torbasına atmak için, “Medya ortamı oluşturmak” diye ifade ettiği eylem, kılı kırk yararak ulaşılan haberlerin birbirlerine eklemlenerek hakikati ortaya çıkarma gayretidir.
Ve bu gayretin hedefinde çoğunlukla haksızlığın, hukuksuzluğun kaynağı olan muktedirler bulunur.
Çünkü bir mağduriyetin olduğu yerde iki taraf vardır: Ezen ve ezilen.
İşte bu yüzden gazeteci hakikati ortaya çıkarırken çoğunlukla güçlünün karşısına düşer. Bu da devlete hükmeden iktidarlardır.
Peki devletlerarası ihtilaflarda gazetecinin gerçekliği nedir? Hakikat söylenmeli midir? Devlet sırrı, milli menfaat, yerlilik, millilik nereye düşer?
Nasıl ki uluslararası sözleşmeler, iç hukukun üzerindeyse; habercilikte de evrensel insan hakları beyannamesi ve altına imza atılan sözleşmelerden doğan ve beslenen gerçeklik önde gelir.
Eğer bu gerçeklik ortadan kaldırılmaya ya da bu evrensel etiğin dışına çıkılmaya çalışılıyorsa, gazeteci orada devleti ve ona hükmeden muktedirleri birbirinden ayırmak zorundadır.
İşte bu nedenle gazetecilik evrenseldir, sınır tanımaz. Ve bu nedenledir ki, dünyanın en büyük meslek örgütlerinden biri, “Sınır Tanımayan Gazeteciler”dir.
Ve tüm dünyada gerçek gazeteciler tek bir dili konuşur. O da hakikatin dilidir.
Dünya ikliminde moda haline gelen bir lider anlayışı, gazeteciliğin gerçekliğini unutturmaya ve hakikatlerin üstünü açmak yerine gazetecileri hedef göstermeye meyilli olsa da, bazı ülkelerde var olan bağımsız yargı sayesinde gazeteciler bir nebze güvence altındadır.
ABD Başkanı Trump, CNN’i, “Amerika Birleşik Devletleri’ni dünyada iyi temsil edemiyor” sözleriyle eleştirirken, CNN’in ABD’yi temsil etmek gibi bir misyonunun olmadığını göz ardı etmeyi seçer.
Medya kuruluşları ve gazeteciler, bir devleti dışarıda temsil eden kişiler ya da kurumlar değillerdir. Böyle olursa haber, röportaj yapma ve alanları daralır.
Gazeteci herkesle röportaj yapabilir. Yapmıştır da... Bu kişi bir devlet başkanı da olabilir, sizin düşmanı olduğunuz devletin başkanı da olabilir, cezaevindeki bir ağır ceza hükümlüsü, bir katil, bir terörist de olabilir...
Gazetecinin röportaj yapması, gazetecinin o kişiyle somut bir ilişkisi olduğunu göstermez. Röportajı yazarken kullandığı ifadeler sorunluysa bunun doğrudan muhatabı olan kişi veya kurum gazeteciye dava açabilir.
Bunun tarafı devlet ya da hükümet ise, ancak haberin içeriğindekilerin kendi gerçekliğiyle, kendi hakikatleriyle uyuşmadığı durumlarda dava açar ve bunun böyle olmadığını kanıtlamayı amaçlar.
Ama gazeteciyi üslubu, haberinin konusu, kiminle röportaj yaptığı gibi mesleki konularda, hele ki içeriği mahalle dedikodusu dayanaksızlığında iddianamelerle yargılayamaz.
Hakikatlerini derin kuyularda kaybeden gazeteciliğin üstüne örtülen bir ölü toprağıysa otokontrol olmuştur.
Bu durum gazetecilerin yapılabilecek haberler ve yapılamayacak haberler ayrımına, “Röportaj yapılabilecekler ve yapılamayacaklar” diye iki grup insan tanımlama tuzağına düşmesine neden olmuştur.
Peki gazeteciler de manipüle edilemez mi? Gazetecilerin arasına kötü niyetli, amacı gazetecilik olmayan insanlar da karışamaz mı?
Elbette karışabilir. Tıpkı iktidarların arasına karışan kötü niyetlilerin darbe yapmaya kalkışmaları gibi.
Ama toptancı, torba örgütçü yaklaşımla ve yıllar sürecek torba davalarla bu kişileri tespit etmek mümkün olmaz. Bu bulanık ortamda yargı yalnızca muktedirler ve kendi sınıfından olanlar için çalışırsa, bu adalet değil engizisyon olur.
Gazetecilik hiçbir zaman özgür olmamıştır. Her dönem muktedirlerin hedefi olarak suçlu, terörist, hain ilan edilmiştir.
Bugün bu sıralarda veya ülkenin herhangi bir adliyesinin salonlarında yazdıkları haberler için yargılanan gazetecilerin bir çoğu benim gibi az ya da çok bu süreci yaşamıştır.
Nasıl mı?
Profesyonel gazeteciliğe 1989’da Cumhuriyet’te başladım. Bugün, yargının “FETÖ” olarak tanımladığı yapıyı, öncesinde hissetsem ve bilsem de, meslek yaşamımda bir güç olarak hissettiğim yıl 1991’di.
Üzeri örtülü bir şebeke, 5 yaşından büyük tekstil makinelerini, yaşı ve etiketlerini değiştirerek, yeniymiş gibi ülkeye sokuyor, burada islamcı sermaye yapılarından kredi kullandırtarak, işletmelere pazarlıyordu.
Cumhuriyet’te yaptığım bu haberlerle Bülent Dikmener Haber Özendirme Ödülü’yle onurlandırıldım. Aynı zamanda tehdit ediliyordum. Devlet düşmanı ilan edildiğim ilk yıl da bu yıldı.
1994’te, yine gazetecilik yaparken Cizre’de PKK tarafından kaçırıldım ve 94 gün hürriyetimden alı konuldum. Aynı yıl ÇGD Rafet Genç Ödülü’yle onurlandırıldım. Serbest bırakıldıktan sonra kimi çevreler tarafından ağır eleştirilere uğradım. Vatan haini ilan edildiğim yıl da bu yıldı.
Sonra Türkiye’nin en önemli çizgi dergilerinden LeMan’ın Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yaptım. 28 Şubat sürecinde, 1997’de hakkımda Devlet’e hakaret ve dönemin muktedirleri Tansu Çiller ve Necmettin Erbakan’a hakaretten 14 ay hapis cezası aldım ve ceza kesinleşti. Küpe taktığım için, mahkeme tarafından, “Ahlaka mugayır kişilik” bulunduğum yıl da bu yıldı.
Kısa süre sonra Ana-Sol-D Hükümeti’nin medya suçlarına getirdiği afla bu cezadan kurtuldum
Sonrasında yazdığı bir şiir nedeniyle Büyük Şair Can Yücel’le birlikte yargılandık. Gerekçe ise, “Meryem Ana ve kutsal varlıklara hakaret”ti. Allahım… “Ahlaksız” bulunduğum yıl da yine bu yıldı.
2003’de LeMan Dergi Grubu’ndan yeniHarman Dergisi’nin başına geçtim. LeMan’da olduğu gibi yeniHarman Dergisi’nde de, Fethullah Gülen karşıtı pek çok işe imza attım.
Kaldı ki o dönem Gülen mafyasının AKP ile birlikte yürüdüğü yıllardı. Yükselen LGBTİ hakları mücadelesine ses verdiğim için kimi çevreler tarafından “Gay” olarak ilan edildiğim yılsa 2004 ortalarıydı.
Mahkemeniz huzurunda bu kadar itiraf varken ben de itiraf edeyim: Gay değil heteroseksüeldim ve bu da övünülecek ya da yerilecek bir şey değil.
2009’da kuruluş aşamasında Habertürk Gazetesi’ne geçtim. Gazetenin her Pazartesi günü röportajlarını ve Teke Tek programının yapımcılığını üstlendim. Ergenekon ve Balyoz Davaları’nın Türkiye’yi sarstığı günlerdi. Taraf Gazetesi, Yıldıray Oğur ve çevresince “Ergenekoncu” ilan edildiğim yılsa yine bu yıllardı.
Temmuz 2010’da sosyal medya sitesi Twitter’a katıldım. O günden bugüne dek, FETÖ dahil her türlü güç odağına karşı sayısız twit attım.
Haziran 2013’te Habertürk Gazetesi’nden istifa ettim.
Aralık 2013’te sanıklardan Mehmet Bozkurt, - ki kendisi Ergenekon operasyonlarının hedefi olmuştur- Karşı Gazete’de çalışmam için iş teklifinde bulundu.
Gazetenin sahibi Turan Ababey, Yayın Yönetmeni Eren Erdem, yardımcısı ise Bozkurt’tu. Bozkurt, gazetenin haber merkezi müdürünün Murat Kazancı olduğunu ifade etti. Kazancı’yı tanımıyordum ve kim olduğunu sordum. Uzun bir dönem Hürriyet Gazetesi’nde çalıştığını aktardı.
Patron Ababey’le görüşmemizde, kendisinin hiç satmasa da gazeteyi 1 yıl boyunca finans edecek gücü olduğunu söyledi. Bunu Eren Erdem de teyid etti.
Ocak 2013’te Bozkurt, Ergenekon operasyonlarının hedefi olmuş 2 değerli gazeteci Sami Menteş ve Caner Taşpınar’ın da haber merkezinde olacağını söyledi ve gazeteye almayı düşündükleri isimleri sıralayınca teklifi kabul ettim.
Görevim Yayın Koordinatörlüğüydü. İş tanımımsa, yazar ve çizerlerin koordinasyonuydu. Ayrıca gazetelerin doğası gereği yazı işleri toplantılarında yer almaktı.
Gazetenin Ekonomi, Spor, Dış Haberler, İç Politika, Çevre, Kültür-Sanat gibi tüm servislerini ben kurdum. Gazetenin yazarlarının pek çoğunu ben işe aldım. Haber Merkezi’ni ise Mehmet Bozkurt ve Murat Kazancı oluşturdu.
Gazetenin internet sitesini de, yanlış anımsamıyorsam, gazetenin yayınından bir hafta-10 gün sonra kadar Ababey’le birlikte kendileri kurdu. İnternet sitesine hiçbir dahlim de yoktu.
Benim işe aldığım ve ortak onayımızdan geçen yazar ve çizerlerden hiçbiri bu soruşturmanın dahlinde ve şu an sanık sandalyesinde değildir.
Bu yazarlar arasında Gülen karşıtı araştırmalarıyla bilinen gazetenin Ankara Temsilcisi İlhan Taşcı, OdaTV Davası’nda yargılanan değerli meslektaşlarımız Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan, Yazı İşleri Müdürlüğümüzü yapan ve Ergenekon davalarının hedefi olmuş İlahiyatçı Zekeriya Beyaz’ın oğlu Oğuzhan Beyaz, dünyaca ünlü karikatür sanatçısı Ramize Erer, tiyatro sanatçısı Levent Üzümcü, Serdar Akinan’ın da olduğu pek çok isim vardı.
Bu arada işe aldığım arkadaşlarımın, yaşanacak aksi bir durumda geleceğini düşünerek, Ababey’den 100 bin dolarlık bir teminat mektubu aldım.
9 Şubat 2014’te gazete ilk sayısını çıkartacaktı. Bir ay kadar öncesinden gazeteyi yapmaya koyulduk. Bu sırada yandaş medyada Karşı Gazetesi’nin Gülen Cemaati’ne ait olduğu iddiaları ortaya atıldı.
Bunun üzerine gazetenin ilk tanıtım afişlerine müdahale ettim ve Gülen’i de hedef alan bir afiş tasarımı yaptım. Bu afişe gazetenin yazı işlerinden hiç kimsenin itirazı olmadı. Sadece dönemin İstanbul Büyükşehir Belediyesi…
Çünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu afişleri bilboard’larında kullanmayı reddetti.
9 Şubat 2014’te gazeteyi çıkarttık. Gülen Cemaati’ni hedef alan, “Karşı, MİT’in MGK’ya sunduğu Fethullah Gülen raporunu açıklıyor: İŞTE GÜLEN RAPORU” manşetiyle çıkan Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan imzalı haberde, “2004 yılında MİT tarafından MGK’ya sunulan raporda çarpıcı ifadeler yer alıyor: Fethullah Gülen kontrol edilemeyen büyük tehdit. Kadrolaşması endişe verici” deniyordu.
Gazetenin 66 günlük kısa serüveninde, sayfalarında çok sayıda Gülen aleyhine haberi yer aldı.
Bu kısa serüvende, gazeteciliğe yaklaşımımız nedeniyle Eren Erdem ve Mehmet Bozkurt’la ters düştük. Erdem, gazetenin 62. gününde Ababey’e yaptığım baskı ve dayatmalar sonucu istifa etti, Bozkurt izne çıktı.
Gazetenin Yayın Yönetmenliğine getirilmemin henüz 4. gününde, Turan Ababey, bana gazeteyi kapatmaya karar verdiğini açıkladı. Üstelik arkadaşlarımızın ve benim yasal haklarımızı da ödemeyerek… Karşı, 14 Nisan 2014 tarihli, “Veda değil Hoşçakal” manşetiyle son sayısıyla çıktı.
Bu tarih aynı zamanda, fiilen Karşı ve patronajıyla bağlantılarımızın koptuğu son tarihti. Erdem istifa etmiş, Bozkurt ve arkadaşları gitmiş, ben ve arkadaşlarım binada başbaşa kalmıştık.
Ababey’in kararının ardından, gazetede çalışan ve yine burada sanık sandalyesinde bulunmayan arkadaşlarla yasal haklarımızı alana dek gazete binasından çıkmamaya karar verdik.
Bu sürecin başlamasıyla birlikte, Ababey ve Erdem’le kamuoyu önünde sert tartışmalar yaşadık.
Tahmin edersiniz ki, Ababey’in verdiği teminat mektubunun karşılığı da boş çıktı.
Gazetedeki direniş, ulusal ve uluslararası medyada geniş yer buldu. “Karşı Direniş” adlı bir gazete yaptık ve arkadaşlarımız sesini duyurdu.
1 ayı aşkın bir süre sonra, gazetenin dağıtım şirketinden elde edilen gelirlerin alacaklarımızın bir kısmını karşılaması üzerine arkadaşlarımızla kucaklaşıp ayrıldık.
İddianamede yer alan 3 söz konusu haber, bildiğiniz gibi gazetede yer almıştır ve bunlar haber değeri taşıdığı için gazeteye konmuştur.
14 Nisan’da fiili ilişkimin koptuğu Karşı Gazete’nin internet sitesinin tarafımla hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır.
Ayrıca, Ababey, yaşanan bu gelişmelerin ardından Temmuz 2014’te internet sitesini devrettiği haberleri kamuoyuna yansıdı. Ben de, 26 Temmuz 2014’te gördüğüm gördüğüm lüzum üzerine, “karşı gazete adını taşıyan haber portaLı’nın, karşı gazete’ye emek vermiş ve direnmiş hiçbir kişiyle bağı yoktur” tivit’ini attım.
Aklını, bir partiye, bir cemaate, mafyaya kiralamış adamlara gazeteci denmez.
Gazeteciyim.
Gazetecilerin vicdanı, aynı zamanda kamunun vicdanıdır. Ne bir güce, ne bir cemaate, ne bir patrona boyun eğmezler. Birşey istemezler, talep etmezler. Bu nedenle mahkemenizden bir talebim olmayacak.
Gazeteciler bir koronun parçası olmazlar, olamazlar. Haberciler gerçekliğin yalnız solistleridir.
İddianameyi kaleme alan sayın savcının, önce gizli sanık balçiçeği, sonra gazetenin itirafçı sahibi ve şu anda da aramızda sanık olarak huzurunuzda bulunan Turan Ababey’in ifadesinden, “Kutlu Esendemir, Eren Erdem ve Mehmet Bozkurt’la aramızda konuşurken ve tehlikelerden bahsedince, ‘Sen Tayyip’e karşı değil misin? Onun yıkılmasını istemiyor musun?’ dediklerinde ben de onlara, ‘Ben devletin zarar görmesini istemiyorum’ dedim” alıntısı şu anda karşınızda sanık olmamın en önemli nedenlerinden biridir.
1- Bu üslup bir gazetecinin üslubu olamaz.
2- Bu üslup bana ait değildir.
3- Bu sözler bana ait değildir.
4- Darbe karşıtıyımdır ve askerle olan tek ilişkim, askerlikten 14 yıl boyunca kaçmak olmuştur.
5- Testereyle kesilmekle, bıçakla kesilmek arasında tercih yapmak yine gazetecinin görevi değildir. Ben de tahmin edersiniz; kesilmekten pek hoşlanmıyorum.
Bu dönemde de gazetecilikte payıma, Sayın Savcı tarafından, “Terör örgütü üyesi olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım ettiğim” iddiası düştü. Bu iddiayı tümüyle reddediyorum.
Üyesi olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek yardım ettiğim tek yapı, tutkunu olduğum şanlı Galatasaray’dır.
Galatasaray’ı da haberciliğime hiç karıştırmadım.
Aramızda kalsın: Yukarıda da belirttiğim ve Sayın Erdal İnönü'nün de ifade ettiği gibi, "Gerçeklerin er ya da geç bir gün ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır."
KUTLU ESENDEMİR