Mehmet Metiner'den 'Baskıcı ve zalim zihniyete birlikte karşı duracak mıyız' yazısı: 'Ötekini düşman gibi görenler...'

Abone ol

Eski AKP Milletvekili Mehmet Metiner, baskıcı ve ötekileştiren devlet politikalarını eleştirdi. Metiner, "Ötekini düşman gibi gören baskıcı ve zalim zihniyete hep birlikte karşı mı duracağız" dedi.

Eski AKP Milletvekili Mehmet Metiner, Yeni Şafak’taki köşesinde “Din jandarması ve ahlak polisi” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Metiner bugünkü yazısında, baskıcı ve “ötekini” düşmanlaştıran devlet politikasını eleştirdi.

Yazıda, “Bu zihniyet ve uygulamaları din ve laiklik üzerinden doğru görüp destekleyecek miyiz yoksa bu ötekini düşman gibi gören baskıcı ve zalim zihniyete hep birlikte karşı mı duracağız” denildi.

Yazının öne çıkan kısımları şöyle:

Devlet herkesin devleti olmayınca devleti eline geçirenler herkesi kendi dini ve ideolojik anlayışına göre benzetmeye çalışır.

Benzememeye direnenleri de baskılar ve yok eder.

İdeolojik devletlerin temel karakteristiğidir bu.

Devletin ideolojisi bazen din olur, bazen laiklik.

Devlet kendini ideolojik veya dinsel bir aparat olarak konumlandırdığında toplumu yukarıdan aşağıya değiştirip dönüştürmeyi vazife olarak görür.

Bu çerçevede zora ve baskıya dayalı tüm yöntemler meşru görülür.

Devleti ele geçirenler kendilerini ülkenin ve milletin de sahibi olarak görürler.

Şayet bu devlet din referanslı ise o vakit iktidar aygıtını elinde bulunduranlar kendi dini anlayışlarını ve yorumlarını dinin bizatihi kendisi olarak görüp dayatmayı dini bir vecibe olarak görürler.

Onlar kendilerini aynı zamanda dinin sahibi ve yeryüzünde Allah’ın temsilcileri olarak görürler.

Yapıp ettiklerini de Allah’ın emri ve buyruğu gibi addederler.

Onlara karşı çıkan dine karşı çıkmakla suçlanır.

Onlar dinin hem sahipleri hem muhafızlarıdırlar.

Dinin jandarması ve ahlakın da polisidirler:

Devletin ideolojisi laikçilik veya bir başka şey olduğunda da durum farklı değildir.

Zorbalık bu tür ideolojik devletlerin karakteristiğini oluşturur.

Devlet marifetiyle yukarıdan aşağıya zecri yöntemlerle dindar bir toplum veya laik/seküler bir toplum oluşturmak, kaçınılmaz olarak iç düşman olarak görülenlerin imhasını beraberinde getirir.

Bu tür devletlerde ötekine ve ötekinin hayat tarzına tahammül zinhar yoktur.

Ötekini kendi eşiti olarak görmek ise dinden ve ideolojiden bir sapma olarak görülür.

Başı açıklık İran gibi bir ülkede “İslami devlete meydan okumak” olarak görülür.

Farklı hayat tarzları ise yasaklanması farz olan yozlaşmanın ve ahlaksızlığın sembolü olarak görülür.

Yakın tarihlere kadar Türkiye’de baş örtüsünün “laik rejime meydan okuma”nın sembolü olarak görülüp yasaklanması gibi. “Kamusal sürgün hayatı” veya sokaklardan başörtülü ve çarşaflı vatandaşların derdest edilip aşağılanması türünden uygulamalar gibi.

Benzerlikler birebir her alanda aynı değil elbette. Lakin ideolojik özde farklılık yok.

Birinin din adına yaptığını diğeri laiklik adına yapmakta hiç bir beis görmüyor.

Sorun da burada karşımıza çıkıyor.

Şimdi karar vermenin vaktidir: Bu zihniyet ve uygulamaları din ve laiklik üzerinden doğru görüp destekleyecek miyiz yoksa bu ötekini düşman gibi gören baskıcı ve zalim zihniyete hep birlikte karşı mı duracağız?

İran’da 20’li yaşlarındaki genç bir kızın kendini dinin sahibi-muhafızı ve ahlakın da polisi olarak gören kamu görevlileri tarafından başını örtmediği gerekçesiyle öldürülmesi başlıbaşına bir zulümdür.

Din ve ahlak bu şekilde korunamaz.

Din ve ahlakın devletin zorlayıcı ve öldürücü aparatlarıyla korunduğu bir ülkede dinin öngördüğü gönüllülük esası yerine korkunun ürettiği riyakarlığın ve münafıklığın revaçta olması asla dini öğretiyle bağdaşır bir durum değildir.

Hele hele bu zulüm ve baskıya boyun eğmediği için itiraz edenlerin ölümü hak eden muzır vatandaşlar olarak görülmesi dinle ve insanlıkla bağdaşır bir durum hiç değildir.

Dinin böylesine bir haksızlığın ve zulmün sembolü konumuna oturtulması da dine ve kutsala yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Şunu gayet net olarak belirtmek isterim:

Günah işleme özgürlüğünün olmadığı bir yerde imtihanın anlamı da gereği de ortadan kalkar.

Herkesin devlet zoruyla sadece sevap işlemeye mecbur edildiği bir yerde insanların zorla yaptığı o sevabın da kıymeti harbiyesi yoktur.

Din gönül işidir ve gönülden yapılan amellerin kıymeti harbiyesi vardır.

İran’da kravatlı şahların yerini sarıklı şahların alması ne yazık ki zulmün bizatihi kendisini ortadan kaldırmamış, sadece zulmün kılık değiştirmesini sağlamıştır.

Zulmün bizatihi kendisine karşı çıkmayan hiç bir bakış açısının din ve insanlık vadisinde kıymeti yoktur.

Sopa tutan elin değil bizatihi sopa politikalarının değişmesi gerektiğini savunmayanın ilkesi de tutarlılığı da yoktur.

Sopa ve zor siyasetini din üzerinden savunan ile laiklik üzerinden savunan arasında fark olmadığını söyleyemeyenin inandırıcılığı da olmaz.

Kendisine yapılmasını istemediği bir şeyin başkasına yapılmasını din veya laiklik üzerinden meşrulaştıranlar bilinsin ki insanlık ve vicdan vadisinde yeri olmayanlardır.

Kendisi için istediğini başkası için istemeyenler de ilkesiz ve tutarsız insanlardır.

Ezcümle:

Herhangi bir devlet başını örttüğü veya çarşaf giydiği için sokaklarda dolaşan vatandaşlarından birini döverek öldürdüğünde veya o dini inanışından kaynaklı hayat tarzından dolayı sokaklarda dahi dolaşma hakkından yoksun bırakıldığında ne hissediyor ve düşünüyorsan aynısı tersi hayat tarzlarına mensup olanlara yapıldığında tıpkısı gibi hissedip düşünmüyorsan isminin önünde hangi sıfat bulunursa bulunsun evvela insanlığından ve vicdanından kuşku duy derim.

İsmail Saymaz: AKP ‘CHP Doğu’da niye yükseldi’ diye araştırıyor Siyaset CHP'li Bülent Kuşoğlu'ndan 'istifa' iddialarına yanıt Siyaset AKP ve MHP için fırtına yaklaşıyor! Siyaset MHP'de istifa depremi: Gördüğüm lüzum üzerine dilekçemi sundum Siyaset