Meral Akşener'den Erdoğan'a: Sandıkta tokadı yediğinde o yoksul kadınları, çocukları hatırlayacaksın

Abone ol

İYİ Parti lideri Meral Akşener, Meclis'te partililere seslendi. Akşener, derin yoksulluğa dikkat çekerek, "Sandıkta tokadı yediğinde o yoksul kadınları, çocukları hatırlayacaksın" ifadelerini kullandı.

"Ülkemizde yaşanan doğal afetlerin giderek artmasının sebebi var. Yaşadığımız bu felaketlerle bize fark ettirilmek istenen bir gerçek var. 17 Haziran günü dünya çölleşme ve kuraklıkla mücadele günü. İklim krizi tüm dünyayı ama özellikle de konumu nedeniyle ülkemizi derinden etkileyen acil sorunlarımızdan biri. Türkiye maalesef su sıkıntısı çeken bir ülke. Topraklarımızın yaklaşık yüzde 60'ı çölleşmeye eğilimli. İklim meselesi el ele, kol kola Türkiye'nin geleceğini kurtarma meselesidir. Gelin iktidarınız döneminde bir ilke vesile olun. Gelin bu sefer bir krizin sebebi değil önleyicisi olun. Gelin bir sefer cennet doğamızı katleden değil koruyan tarafta olun." sözleriyle konuşmasına başlayan Akşener, KYK yurtlarında yaşanan öğrenci intiharlarıyla ilgili de konuştu.

ÖĞRENCİ İNTİHARLARI

Akşener'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

Ülkemizdeki ağır ekonomik koşullar nedeniyle yorulan, yıpranan gençlerimizin barınma imkanını bile zor buldukları yurtlarda neler yaşadıklarını bilmek zorundayız. Eğer ortada gençlerimizin hayatını baskılayan, özgürlüklerini kısıtlayan, onlara sağlıksız beslenme koşullarını dayatan şartlar varsa bunu öğrenmek zorundayız. Öğrencilerimizin yaşadığı barınma sorunu, onları dernek ve vakıflara ait özel yurtlara mecbur bırakırken ve Enes'in acısı hala yüreğimizdeyken KYK yurtlarının da başıboş yönetimlerin eline bırakılmasına göz yumamayız. O nedenle Elmalılı Hamdi Yazır yurtlarında yaşanan olayların araştırılması, soruşturulması ve gerçeklerin bir an önce gün yüzüne çıkarılması için konunun takipçisi olacağız. Gençlerimizi çaresizliğe iten, yaşamaktan vazgeçiren sebeplerin peşini bırakmayacağız.

Akşener'in kürsüyü bıraktığı öğrenci: KYK yurtları devlet yurdu görünümlü cemaat, tarikat ve siyasi parti yandaşlarının at koşturduğu ölüm yurtları haline gelmiştir

Türkiye’yi gayya kuyusuna çevirdiler. Ve ona böyle bakıyorlar şimdi o gayya kuyusu onlara bakıyor. Gerçekten bu yaşta bir gencin bu kadar yılgın, bu kadar neşesiz bu kadar düşünceli olmasını sağlayabilmek bu kadar genç bir insana bu hisleri yaşatabilmek gerçekten izah edilebilir bir durum değil. Psikiyatristlere havale ediyorum sizi bu hale getirenleri. Herkes sussa da biz, İYİ Parti olarak, susmayacağız! Evlatlarımızın, göz göre göre hayattan kopuşuna, sessiz kalmayacağız! Ne genç ölümlerine ne de kadın ölümlerine sessiz kalmayacağız! Milletimizin her bir ferdi için; Özgür, mutlu ve yaşanabilir bir Türkiye’yi, mümkün kılacağız! Hiç merak etmeyin. Çok az kaldı!

Ülkemizin ekonomisi, adım adım bir ödemeler dengesi krizine doğru gidiyor. Ancak, açıklanan makroekonomik verilerden, daha korkunç bir şey daha var. O da devlet terbiyesinden, ciddiyetten ve liyakatten nasibini almamış bir zihniyetin, hâlâ yönetimde olması… Bu liyakatsiz ekonomi yönetiminin elinde, Türk Milleti olarak çok büyük bir imtihandan geçiyoruz. Her gün, saçma sapan açıklamalar dinliyor, akıl dışı kararlarla karşı karşıya kalıyor ve büyük bir beceriksizliğin cefasını çekiyoruz . Nitekim, geçtiğimiz günlerde Ak Partili bir vekil, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, ‘Şehir hastaneleri için ödenecek paranın, bütçede bir yükü var ama devlet memurlarının da bütçeye yükü var’ dedi. Bunu duyan, bir başka Ak Partili vekil ise altta kalmak istememiş olacak, ‘Akaryakıt pahalı ama, sebebi biz değiliz. Dua edin, bol akaryakıt çıksın’ dedi. Şaşırdık mı? Maalesef şaşırmadık.

Başını, ‘Enflasyon sorunu yok, hayat pahalılığı var’ gibi, akıl dolu tespitlerle, piyasalara güven veren, Bay Kriz’in çektiği; Kabinesindeyse, dar gelirli vatandaşlarımızı, düşünmediklerini itiraf eden, Nebati Bakan’ın olduğu, olağanüstü yetkin bir siyasi kadronun, milletvekillerinin de böyle konuşmaları, elbette şaşırtıcı değil.

Hatırlarsınız, Ak Parti bundan 20 yıl önce, ‘Yolsuzlukla, yoksullukla, yasaklarla mücadele edeceğiz’ diye yola çıkmıştı. Bugün ise bu arkadaşlar siyasi yolculuklarının son durağında, artık dar gelirliyi ikinci sınıf vatandaş, memurları ise bütçeye yük olarak görüyorlar. Milletimizi akaryakıt için duaya davet ediyorlar. Bizzat sebep oldukları ekonomik sıkıntılara çözüm olarak da milletimize şükretmeyi öğütlüyorlar. Nereden nereye değil mi?

İsrail'den deport edilmiş, arkasında ne var suçlu mudur nedir belli olmayan bir erkek vatandaş, bir villa satın alıyor. Ondan sonra da gidip vatandaşlık alıyor. Sadece 400 bin dolar paranın karşılığı bütün aile vatandaş oldu bitti.

GES TEPKİSİ

Zihniyet böyle olunca da çare olarak sundukları, sözde kurtuluş reçeteleri, sadece vatandaştan yandaşa servet aktarımına yol açıyor. Nitekim Nebati Bakan’ın ışıltılı zihninin son mucizesi de biliyorsunuz, ‘Gelire Endeksli Senet’ oldu. Bu öyle bir mucize ki, Gelire Endeksli Senet açıkladılar ama ortada gelir yok… Sonradan öğrendik ki; Devlet Hava Meydanları İşletmeleri ile, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nün gelirlerini pazarlıyorlarmış. Bu gelirler, eskiden nereye gidiyordu? Devletin hazinesine. Yani millete. Peki şimdi nereye gidecek? Gelire Endeksli Senet’i alan tasarruf sahibine. Yani parayı vatandaştan kes, tasarruf sahibi bir azınlığa aktar, sonra da utanmadan sıkılmadan milletimize ‘çözüm’ diye pazarlamaya çalış… Nebati Bakan, bu kafayla, ‘GES’ten’ sonra, ‘öz hakiki kurtuluş reçetesi’ olarak, milleti tamamen denklemden çıkartıp, yandaş ekosisteminin, tamamı faydalanabilsin diye, 5’li çetenin gelirine endeksli, 'YES' yani 'Yandaş Endeksli Senet' çıkartırsa şaşırmayın…

Açıklanan programlar farklı, ama zihniyet aynı, öncelikler aynı beceriksizlik aynı.Nitekim, Gelire Endeksli Senet’ten önceki, sözüm ona kurtuluş reçetesi, Kur Korumalı Mevduat Sistemi’nin, ülkemize maliyeti 200 milyar lirayı bulacak. Bu para bir çivi bile çakmadan Hazine’nin kasasından çıkacak. Yani milletimizin cebinden çıkacak. Oysa bu 200 milyar lira ile milletimize ve memleketimize çok daha faydalı işler yapılabilirdi. Mesela okullarda, sokaklarda, meydanlarda, her yerde şahit olduğumuz, hepimizin canını yakan çocuk yoksulluğu ve yoksunluğu bitirilebilirdi. Mesela Rüzgargülü Projemiz ile devlet okullarındaki 11 milyon öğrencimize, 10 yıl boyunca ücretsiz kahvaltı ve öğle yemeği verilebilirdi. Mesela geçim sıkıntısından dolayı dertlenen, kira artışlarından dolayı ev Kontenjanlardan dolayı da yurt bulamayan bulduklarında da çileleri bitmeyen öğrencilerimizin barınma sorunu çözülebilirdi. Mesela; Yıllardır ‘hazinede para yok’ diye, görmezden gelinen, Kazanılmış hakları için mücadele veren EYT’li kardeşlerimizin hakkı verilebilirdi. Mesela maliyetlerin altında ezilen, faturalarını ödemekte zorlanan, esnaflarımıza ve sanayicilerimize, destek olunabilirdi. Ama tüm bunlar esasında bir öncelik meselesi… Ne var ki artık Ak Parti iktidarının, hiçbir hareketinde, hiçbir planında ve hiçbir programında, maalesef öncelik milletimizin olmuyor.

İşte bu yüzden; ‘Önce millet, önce memleket’ diyerek çıktığımız, bu yolda , Türk Devleti’nin önceliğinin Türk Milleti olduğunu herkese hatırlatmaya geliyoruz! İktidarın altına imza attığı, tüm hatalara, beceriksizliklere ve yanlışlara rağmen; Ülkemizi içerisinde bulunduğu bu çukurdan kurtarmaya geliyoruz! Hiç merak etmeyin, çok az kaldı!

"HARAM OLSUN, ZIKKIM OLSUN"

Fotoğrafçılıkla telefonculuğu bir arada yapan, genç bir esnafımızın sözleri de çok etkileyiciydi. Dedi ki; 'İşler çok kötü. Artık bahane üreten siyasetçi istemiyoruz. Sizin yaptığınız gibi, insanlarla dertleşmek, çok mu zor? Çıksınlar dinlesinler derdimizi. 40 yıl öncenin kuyruklarını dinlemek istemiyorum artık' Ferizli’de asgari ücretli çalışanları olan bir esnaf kardeşim ise dedi ki, 'Asgari ücrete zamma ihtiyaç var' Bakın, bunu söyleyen esnaf kardeşim, kendisinin de zora gireceğini biliyor. İktidarın, asgari ücretin vergisini üstlenmeyeceğini de biliyor. Yani, kendi maliyetlerinin de artacağını biliyor. Ama yine de, bu zammı istiyor. Çünkü etrafında yaşananları anlıyor. Çünkü asgari ücret zammının, daha 6’ıncı ayında eridiğini biliyor. Çünkü enflasyon canavarı yüzünden, insanlarımızın, zamdan önceki günlerini aradığını biliyor. Bunu, Ferizli’deki esnaf kardeşim biliyor, görüyor ve anlıyor. Ancak Saray’da yan gelip yatanlar, kılını bile kıpırdatmıyor. Haram olsun zıkkım olsun.

'Asgari ücrete rekor zam yaptık' diye sabah akşam böbürlenenler, başta akaryakıt olmak üzere, hemen her ürüne, neredeyse her gün gelen zamlarla, zerre ilgilenmiyor. Bu kürsüden, daha önce de söylemiştim, bugün yeniden, iktidara seslenmek istiyorum: Asgari ücretli milyonlarca vatandaşımız evine ekmek götüremiyor. İğneden ipliğe her şeye gelen zamlara doğrultusunda, bir an önce, asgari ücreti güncelleyin. Ayrıca 2500 liraya çıkardığınız en düşük emekli maaşını da asgari ücret seviyesine çıkartın. Milletimizi, ayın ortasına bile gelmeden eriyen maaşlar ile açlığa, yokluğa ve çaresizliğe mahkûm edemezsiniz.

Yandaşınız üç kuruş zarar etti diye, dünyaları yerinden oynatırken; milletimizi geçim sıkıntısıyla, borçlarla bir başına bırakamazsınız. Kendi eşinizi, dostunuzu, akrabanızı ihya ederken, bu milletin evlatlarını görmezden gelemezsiniz. Artık kabul edin. Sizin bu aziz millete verecek, hiçbir şeyiniz kalmadı. Bu saatten sonra yapılacak belli. Getiririn sandığı, kararı milletimiz versin. Demokrasinin altın kuralıdır: İşi yapamayanlar gider, daha iyi yapacak olanlar başa gelir. Türkiye sahipsiz değil, milletimiz de çözümsüz değil. Biz varız, biz buradayız. Madem yapamıyorsunuz, o zaman daha fazla gölge etmeyeceksiniz. Madem beceremiyorsunuz, o zaman yoldan çekileceksiniz. Madem yönetemiyorsunuz, o zaman Türkiye’nin önünde takoz olmayacaksınız. Siz sadece sandığı getireceksiniz, sonra da muhalefet saflarında yerinizi alıp memleketi nasıl düze çıkartıyoruz, oturup izleyeceksiniz. Bu kadar basit.

Benim yaşımdakiler küçük ilçelerde büyüyenler tam 56 sene geriye gitmişiz. O devirlerde evler vardı hatırlar mısınız bodrum katları denilen evler vardı çok ucuz katlarda. O evlerden içeri girdiğinizde çok tuhaf bir koku karşılardı sizi. O zamanlar buzdolabı yaygın değildi tel dolaplar vardı. En azından günlük pişirme bir yemek eylemi söz konusuyla. Köylerden o ailelere sebze meyve süt yoğurt yumurta gibi gıda malzemeleri gönderirdi. Bir kere bütünleşmiş şehirle köy diye bir kavram kalmadı. Bütün merkez köyler mahalle oldu iki. Orada sebze yetiştirmek tavuk bakmak inek beslemek mümkün değil. Çünkü sadece su parasından bahsedeyim. Büyükşehirlerde yaşayan insanların ödediği su parasından sebze meyve sulanamaz. O üç harfli zincir marketlerin şeylerinin bulunduğu köyler haline geldiler. Birer dükkanın bulunduğu yerler haline geldiler. Benim çocukluğumdaki 56 yıl evvelindeki o evlerin daha beterini gördüm. Ama bizim o dönemlerde o küçük yerlerde yaşayan çocukların Allah biliyor aç değildik. Böyle bir şey görmedim ben. 56 yıl öncesinden daha kötü. Tüketim anlayışı değişmiş ama buna karşılık gelir sıfıra yakın. 3 yaşındaki çocukları kucağınıza aldığınızda kemiklerini tek tek sayabilirsiniz. Bakın buradan her bir ekonomik durumu tavan yapmışı, bu ülkeyi yönetenleri uyarıyorum böyle bir durumu tekrar söylüyorum 56 yıl önce görmedim. O derecesinde bir yokluk yoksunluk ve yoksulluk var.

Geçtiğimiz hafta da Üsküdar’daydım. Orada gördüğüm, dinlediğim ve şahit olduğum acı hikâyeleri, Başta saraydaki rahat koltuklarında oturup, üst perdeden konuşanlar olmak üzere, sizlerle ve tüm Türkiye ile paylaşmak istiyorum. Mesela; Bodrum katta, pencereden dışarının görünmediği, eşi inşaatta yövmiyeli işçi olarak çalışan, 3 çocuk sahibi bir kardeşim diyor ki; “Hep makarna yiyoruz, bıktık artık. Şu anda evde hiçbir şey yok, pazara gideceğim. Biz pazara, genelde akşam 6-7 gibi gidiyoruz. Kıvırcığın yapraklarını topluyoruz. Onu bile, parayla satıyorlar. Muz, normalde 15 lira ise, 7 liraya siyah olanları alıyorum. Evde çocuklara yemek bölüyorum, kendime koyamıyorum. Bizim sigortamız da yok. Sağlık ocaklarındaki randevu sistemi kaldırılmalı. Gece oğlum ateşlendi. Sağlık ocağına gittim. Doktorlar, ‘bakamayız çocuğunuza’ dediler. Çocuğum ateş içinde yanarken, doktor niye muayene etmiyor? ‘Sayın Erdoğan, o evler dipsiz birer dert kuyusu olmuş durumda. Sen onlara ‘şükürsüz’ desen de uzun uzun bakıp o dertleri görmesen de Niçe’nin söylediği gibi, o dert kuyusu artık seni çok net görüyor. Ve sabırla, hesabı göreceği sandığı bekliyor. Benden söylemesi… Kendini sarayına kapattın, nereden geldiğini unuttun. Zamanında seni o koltuğa, o dipsiz kuyuya attığın insanlarımızın oturttuğunu unuttun. Yandaşlarını ihya ettin, o evlere verdiğin sözleri, ahde vefayı unuttun. Ama hatırlayacaksın. Seçim günü geldiğinde, o mahalleleri hatırlayacaksın. Oylar sayılırken, o evleri hatırlayacaksın. Sandıkta tokadı yediğinde, o aileleri hatırlayacaksın. Ve İYİ Parti yetkiyi aldığında, o kadınları, o çocukları, yeniden hatırlayacaksın.

Yıllardır iyi ilişkiler kurduğumuz Mısır ile aramız, Sayın Erdoğan’ın Mursi’nin intikamını alma sevdası için bozuldu. Sonuç olarak da Mısır ile Yunanistan’ın imzaladığı, askeri antlaşmaya bakakaldık. Mesela mavi vatan savunmasında kendisi yine tek bir tarafı seçti. Libya ile anlaşma imzaladık, ama diğer tüm ülkelerle karşı karşıya geldik. Peki, Sayın Erdoğan’ın bu tek taraflı, şahsi tercihleri; Türk Devleti’ne ve Türk milletine ne kazandırdı? Hiçbir şey… Çünkü Sayın Erdoğan, sadece bir tarafı seçmekle de kalmıyor. Keşke öyle olsaydı… Kendisine tek bir tarafı seçtikten sonra, çıkıp bağırmaya başlıyor. ‘Eyyy’ diyor. ‘Bu caaaan, bu bedende olduğu müddetçe…’ diyor. Her defasında, büyük büyük gürültüler çıkartıp sonrasında ise tüm bağırdıklarıyla ya kanka ya da dost oluveriyor. Sesini kısıyor ve maalesef başını eğiyor. İşte; Bu tek taraflı, çok bağıran, bolca gürültü çıkarıp, sonra da geri adım atan, tutarsız tavırlar uluslararası toplumda, Türkiye’nin de başını öne eğiyor. Türkiye’yi ciddiyetsiz gösteriyor.

Nitekim bugün, Yunanistan ile yaşanan sorunda da, biz yine aynı şeyin olmasından endişe ediyoruz. Türkiye olarak, Yunanistan ile davamızda sonuna kadar haklıyız. Ama Sayın Erdoğan yüzünden haksız duruma düşmekten kaygılıyız. Çünkü bugün; ‘Şaka yapmıyorum, ciddi konuşuyorum diyen sayın Erdoğan’ın, Yarın ‘Şaka yapmıştım’ deme ihtimali olduğunu, gayet iyi biliyoruz. Bugün ‘Benim için Miçotakis diye biri yok’ diyen sayın Erdoğan’ın; yarın ‘Kardeşim Miçotakis’le, aramızı bozmaya çalıştılar’ diyerek işin içinden sıyrılıp Türkiye’yi de taca çıkarabileceğini de çok iyi biliyoruz.

Sayın Erdoğan’ın bu devlet ciddiyetinden ve akılcılıktan uzak davranışları; maalesef birçok önemli sorunu da, beraberinde getiriyor. İçişleri Bakanlığı’na göre, 3 buçuk milyon, Valiye göre, 5 buçuk milyon, Başkasına göre de, 6 milyonu aşan sığınmacının, ülkemizde olması da, bu sorunların, başında geliyor. Daha, sığınmacıların sayısı konusunda bile, ortak bir karara varılamayan, bir bilgi kirliliği ortamındayız. Bu sığınmacıların, nereden, nasıl, hangi yollarla geldiğine bile, cevap veremeyen bir iktidarla, karşı karşıyayız. Dünya üzerinde görülmemiş plansızlık ve programsızlıktaki bir göç politikasının, daha doğrusu, bir göç politikasızlığının, sonuçlarını yaşıyoruz. Hâlbuki Türkiye, hep bir geçiş yoluydu. Batı’nın uzun zamandır, Türkiye’yi kaçak göçmenler için, bir hendek yapma planı vardı. Avrupa, geri kabul anlaşmasını, işte bu yüzden Türkiye’ye dayatmıştı. Ama Ak Parti iktidarına kadar, ülkemizde böyle bir sorun yoktu. Çünkü ülkemizde, bir devlet aklı vardı. Bir devlet politikası vardı. Sağ ya da sol fark etmeksizin, her gelen iktidarın benimseyip, uyguladığı, devletin yıllardır sürdürdüğü, bir göç politikası vardı. Ancak kendisini devlet yerine koymaya, pek meraklı olan bu arkadaşlar, diğer tüm alanlarda olduğu gibi, göç politikasında da, kurumsal devlet anlayışımızı, yok saydılar. Milletimizin bugün yaşadığı güvensizlik iklimine göz yumdular. Avrupa Birliği’nin geri kabul antlaşmasını imzalayarak; milletimizin çıkarları ile, kendi çıkarları arasında, bir tercihte bulundular. Ve her zaman olduğu gibi, yine kendi çıkarlarını, yani parayı seçtiler.

Bugün, Türkiye’de bir göç sorunundan bahsediyorsak; öncelikli olarak, mevcut sorunların, bir basiretsizlik veya bilinçsizlik olmadığını, maruz kaldığımız her olumsuzluğun, bizzat iktidar eliyle tasarlanan, bilinçli bir şekilde kurgulanarak, uygulanan, kasıtlı bir politikasızlık olduğunu da, bilmemiz gerekiyor. İşte bu nedenle, düzensiz göç sorunun muhatabı da sorumlusu da suçlusu da bizzat Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Yani esas mesele, sığınmacıların kendisi değil, para karşılığı Türkiye’yi hendek ülke yapmayı kabul eden bu iktidarın ta kendisidir. Esas mesele, koltuklarını korumak adına, sığınmacılardan seçmen devşirmeye çalışan, bu kirli zihniyettir. Dolayısıyla sığınmacıları ülkelerine geri göndermenin yegâne yolu da öncelikle bu iktidarı ve Bay Kriz’i evine göndermektir!

"ERDOĞAN, BENİM YERİME KİM GELECEK DİYE MERAK İÇİNDE"

Artık sadece tek bir derdi var, Millet İttifakı'nın adayının kim olacağı. Acaba benim yerime kim gelecek diye büyük bir merak içinde. Devir teslim heyecanıyla geceleri uykularının kaçtığından eminim. Sayın Erdoğan hiç merak etme, senin yerine özgürlük gelecek, senin yerine adalet gelecek, senin yerine demokrasi gelecek, senin yerine huzur gelecek, senin yerine bereket gelecek. Sen gönlünü ferah tut. Sen gideceksin istibdat bitecek.

Kulisler hareketlendi: 6'lı masa için 'cumhurbaşkanı adaylığı' anketi Siyaset İYİ Partili Yılmaz, dövizde yapılan hamleyi böyle açıkladı: 'Neredeyse vatan hainliğidir!' Siyaset Akşener, üç siyasi parti liderini ziyaret edecek Siyaset Kılıçdaroğlu: Derdimiz kapı pencere indirmek değil, sandık gelecek ve Türkiye'nin kaderini değiştireceğiz Siyaset