Murat Ağırel'den mahkemede adalet dersi: 'Buradaki vicdanları siz inandıramazsınız'

Abone ol

Gazeteci Murat Ağırel mahkemede yaptığı savunmada "Şu anda yaşadığımız dava süreci ve yöntemler Kumpas davaları ile aynı demiştim. Biz yine neyin bedelini ödüyoruz?" ifadelerini kullandı.

Libya’da şehit düşen MİT mensubunun cenaze törenine ilişkin haber yaptıkları için yargılanan Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Manisa muhabiri Hülya Kılınç ve Yeniçağ yazarı Murat Ağırel, Libya şehidinin cenaze haberi nedeniyle 6 aydır tutukklu bulunuyor.

24 Haziran’da yapılan davanın ilk duruşmasında Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu, Yeni Yaşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Aydın Keser ve Haber Müdürü Ferhat Çelik, 4 aylık tutukluluğun ardından tahliye edilmişti. Gazeteciler, daha önce ismi Meclis kürsüsü de dahil olmak üzere birçok basın yayın kuruluşunda yer almış MİT şehidi haberi nedeniyle tutuklanmıştı.

Libya'da şehit olan MİT personelinin cenaze töreninin haberleştirilmesinin ardından yaşanan tutuklamalar sonucu açılan davanın ikinci duruşması bugün görüldü.

İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde üçü tutuklu sekiz gazeteci ikinci kez hakim karşısına çıktı.

Gazeteci Murat Ağırel duruşmada savunmasını yaptı. Ağırel'in savunması şöyle oldu:

“İnsanları adalet cezalandırıyor” inancının, “insanlar insanları cezalandırıyor” inancına dönüştüğü, ismi yüz yıl önce hürriyet isteyen ve sonucunda kapıları “mim” harfi ile işaretlenen zabitler gibi, yani “mimlenen” bir gazeteci olarak; yaşadığım adaletsizliği, hukuksuzluğu adalet ve hukuk ile savunmak için yeniden huzurunuzda bulunuyorum.

Elime aldım iddianameyi pardon mütalaayı arkasından istenen cezayı görünce yine boşa umutlandığımı anladım.

Bütün hakkımdaki suçlamnın sadecce bir kelimeye indirgendiği bir yerde tekrardan mütalaanın içinbde böyle bir şeyin yer almasını anlamıyorum.

Sputnik'te kitabım hakkında yaptığım 15 dakikalık görüşme iddianamede yer aldı.

Savcılık mütalaasında da aynısı yer alıyor. Ben bunları yaşadım. Ergenekon davasında da yaşadım. Biz bunları adaletle aşacağız. Siyasi gücün mahkeme salonlarına girmeseni engelleyerek yapacağız bunu. İnsanlık tarihi boyunca üzerinde durulan en önemli konulardan biri adalettir.

Elindeki kılıçla adaleti sağlayan o güzel kadın Yustitsia’nın (Justitia) gözleri boşuna kapalı değildir. Çünkü o, tarafsızlığına en hafif şekilde gölge düşürecek herhangi bir davranıştan ve tavırdan uzak durur.

Sümerlerden sonraki dönemde kil tabletler üzerine işlenen ve sonra insanlığın ilk kanunları sayılan Hammurabi kanunlarının ilk beş maddesi “adalet” ile ilgilidir.

Sokrates ; “adaletten yoksun bir devlet kendi adaletsizliği tarafından yıkılır” der.
Platon; “adil bir mahkeme, devlet binasının en sağlam direğidir” der.
Ömer Hayyam; “adalet, kâinatın ruhudur” der.

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed; “bir ülke küfürle ayakta kalabilir fakat adaletsizlikle, zulümle ayakta duramaz. Adalet ülkenin temelidir. Bir saat adalete hüküm vermek altmış yıl ibadetten daha değerlidir” der.

1215’te yazılmış olan Magna Carta, hak ve özgürlüklerin yanı sıra “adalet” kavramına özellikle vurgu yapar. Bütün sonraki modern yasalar bu ilkeyi gözeterek kaleme alınmışlardır.

Kant’a göre “adalet”, “insanın kendine başkalarından beklediği tavrı, ortaya koymasıdır.

İbn Haldun Mukaddime’de adaleti, şahsi bir erdem olmaktan çıkarmış, iktidarların mutlaka gözetmesi gereken en yüksek prensip haline getirmiştir. Çünkü herhangi birinin adaletsizliği kolaylıkla düzeltilebilir fakat iktidarların ve onların yönetimi altında hareket eden mahkemelerin adaletsizliği kolay kolay düzeltilemez. “Adaletsizlik, sanıldığı gibi sadece karşılığı ödenmeden veya herhangi bir gerekçe sunmadan bir kimsenin mal ve hakkını gasp etmek değildir. Adaletsizlik bundan çok daha kapsamlıdır… Bilinmeli ki yasa koyucunun bilgeliğinin amacı, adaletsizliklerin önüne geçmek ve böylece uygarlığı tahrip edecek olan eylemleri önlemektir. Çünkü eğer bu önlenemezse sonuçta bu süreç insan türünün yok olmasına kadar da gidebilir… Neticede adaletsizliğe herkes değil sadece egemen olanlar, yani iktidarı ellerinde tutanlar başvurabilmektedirler."

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, adaleti bağımsızlık ile eşdeğer görmüştür.

Mahkeme kavramı, Arapçadan gelir, akla başvurmak suretiyle muhakeme edilen, hüküm verilen yer demektir. İnsan, diğer canlılardan farklı olarak aklıyla öne çıkar. Akıllı olmak, mevcut doneleri kafamızdaki şemalara göre değil olduğu gibi değerlendirmektir. Adalet ise, adil olmaktan, yani dengeli ve ölçülü olmaktan gelir. Adaleti uygulamak demek doğruluğu hâkim kılmaktır.

Akıllanmıyoruz, düşünmüyoruz, ders çıkarmıyoruz. Adil olanın güçlü, güçlü olanın da adil olmadığı sürece biz tekrar tekrar bu durumları yaşayacağız. Dün yargıda örgütlenen FETÖ’den bahsediyorduk. Bugün adaletten, yargının bağımsızlığından, hukukun üstünlüğünden bahsetmemiz gerekirken, oturmuş FETÖ’nün boşalttığı yere METÖ mü geldi, PETÖ mü geldi diye tahminler yürütüyoruz. Yarın daha başka bir yapıdan bahsedeceğiz. Yargı bağımsız, adil ve cesur olmadıkça yargıyı ele geçirmek isteyen siyasi güçlerin desteklediği yapılar ve bu yapıların emir eri olmuş savcı ve hâkimlerden bahsetmeye devam edeceğiz.

Amacım mahkemenizi töhmet altında bırakmak değildir. Aksine uyarmaktır. Çünkü FETÖ kumpas davaları döneminde ne yaşadıysak bu dava sürecinde de noktası ve virgülü ile aynısını yaşadık ve yaşıyoruz. Kumpas davaları düzmece belge, sahte delil, gizli tanık, yalan ve iftiraya dayalı zorlama yorum ve varsayımlarla üretilmiş suçlamalardan oluşuyordu. Bugün yargılandığımız bu dava da aynı özellikleri taşıyor.

O günkü davalarda da masumiyet karinesi yok sayılıyordu. Bugün de yok sayılıyor. O gün de tutuklamalardan önce gazetelerde hedef gösterilip linç ediliyorduk bugün de. O gün iddianameler teknelerde, kapalı kapılar ardında hazırlanıyordu ki bu ortaya çıktı. Bugün de yalılarda hazırlandığı konusunda bir algı var. O gün gazeteler iddianame yazıyor, TV kanallarında yargılama yapıyor, köşe yazarları hüküm veriyordu bugün de böyle bir algı var. O gün de mahkemelerde savcılar, yargıçlar bizi dinlemiyor, dilekçelerimizi okumuyordu bugün de bizleri dinlemiyor ve dilekçelerimiz okunmuyor. O gün de kararlar kes kopyala yapıştır şeklinde veriliyordu bugün de böyle bir algı var. Yani biz aynı Kumpas davaları sürecini yaşıyoruz.

Ben “Devrimciliğe”, ben “Halkçılığa”, ben “Cumhuriyetçiliğe” inan bir Türk evladı olarak bunu yapmalıyım. Bozulanı düzeltmeli, yıkılanı ayağa kaldırmalı, toplumu ayrıştıran uygulamaları ortadan kaldırmalıyım. Hakkı, “hakkı olana” teslim ederek, adil olarak özgürlükleri getirerek bunu yapmalıyım. Özetle yaşadıklarımızı, tarihe havale etmeden, yaşadıklarımızı başka vatan evlatları yaşamasın diye, ülkenin adliyelerinde bir bozulma varsa bunu düzeltmek için ben “bu davanın savcısı, hâkimi, katibi, mübaşiri” olmalıyım.

İlk celsede yaptığım savunmamı hatırlatmak adına; çok kısa kronolojik silsileyi tekrar arz etmek istiyorum.

18 Şubat: Libya’ya giden gemimiz, darbeci Hafter güçleri tarafından vuruldu. Vurulma anına ait videolar, bir generalimiz ve beş askerimizin şehit olduğu iddiaları yerel ve yabancı medyada, sosyal medyada paylaşıldı. Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın konu hakkında açıklama yaptı

19 Şubat: “1993’lüler Derneği” devre arkadaşları O. A.’nın şehit olduğunu ve törensiz bir şekilde defnedildiğini açıkladı.

19 Şubat: Aynı gün Abdullah Ağar, yüzbinlerce takipçisinin olduğu sosyal medya hesabından büyük harflerle vurgulama yaparak; “vatan kimi zaman bilinen, kimi zaman da BİLİNMEYEN KAHRAMANLARIYLA” yükselir mesajını ve şehidimizin fotoğrafını paylaştı.

19 Şubat: Yine aynı gün şehidimizin defnedildiği yerin muhtarı Cemali Merter, şehidimiz S. C.’nin adı soyadı, baba adı, adresi ve fotoğraflarını sosyal medya hesabından paylaştı. Paylaşımın devamında iki şehidimizin yer aldığı, benim de paylaşımımda kullandığım fotoğrafları doğum ölüm yılları ile birlikte kullandı ve paylaştı.

19 Şubat: Aynı gün içinde şehit O. A için Manisa’da cenaze töreni düzenlendi. Cenazeye milletvekilleri, Belediye Başkanı, kamu kurum ve kuruluşu yöneticileri ve yüzlerce vatandaş katıldı. Cenazeye MİT Teşkilat Başkanı yazılı çelenk gönderdi. Fotoğraflar çekildi, cenazeden canlı yayın yapıldı.

19 Şubat: Devamında “Bize Emanet” adlı site ve sosyal medya hesaplarından şehitlerimizin adı, soyadı ve fotoğrafları yayımlandı.

20-21 Şubat: Milyonlarca takipçisi olan “Bordo Bereliler”, “T.C Türk Özel Kuvvetleri” adlı hesaplardan şehitlerimizin fotoğrafları, adları ve soyadları paylaşıldı. Yüzbinlerce kişi bu paylaşımları beğendi ve paylaştı.

22 Şubat: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir otoyol açılışında; “Libya’da birkaç tane şehidimiz” var açıklamasını yaptı.

22 Şubat: Yine aynı gün on binlerce kişi; “şehitler kim”, “birkaç tane”, “törensiz şehit gömülmesi” gibi başlıklarla tepki ve rahmet içerikli paylaşımlar yaptı.

22 Şubat: Devam eden saatlerde Cumhurbaşkanı açıklamasından sonra Yeniçağ Gazetesi internet haber sitesinde Batuhan Çolak tarafından Libya’daki şehitler haberi paylaşıldı.

22 Şubat: Yeniçağ’da çıkan haber kaynak gösterilerek “SOL” ve “T24” internet sitelerinde şehitler ile ilgili haber yayımlandı.

22 Şubat: Batuhan Çolak, Yeniçağ gazetesindeki haberi kaldırıp, haberi olduğu gibi sosyal medya hesabından paylaştı.

22 Şubatta paylaşımı yapmadan önce yaşanan gelişmelerin özetinin özeti bu şekildedir. Bu gelişmelerden günler ve saatler sonra 23:06’da ben de şehitlerimiz hakkında “birkaç tane” açıklamasına ve “törensiz gömülmesine” tepki göstererek, şehitlerimizin şehadetini yüceltmek amacıyla “Libya’da şehit olan ve birkaç tane şehidimiz var” diyerek geçiştirilen, tören dahi yapılmadan defnedilen “case officer meslek memuru” kahraman şehitlerimizin isimleri S. C. ve O. A.’dır yazılı mesajı paylaştım.

Bir kitabın bir sayfasıyla tüm kitap hakkında yorum yapamazsınız ama sayın iddia makamı caseofficer ifadesiyle öyle bir anlam katmış ki ben caseofficer ile MİT demişim.

Siz buna inanıyorsunuz ben bir şey diyemem ama buradaki vicdanları siz inandıramazsınız.

Ancak iddia makamı case officer ifadesini, meslek memuru ifadesinin karşılığı olarak kullandığım gerçeğini göz ardı ederek MİT’in Libya’daki faaliyetlerinin yabancı istihbarat mensupları tarafından anlaşılması için kullandığımı iddia ediyor. Bu kadar ağır ve ciddi bir iddianın delillerle ispatlanması gerekmektedir.
Gerçekten istihbarat ve casusluk bu kadar kolay mı? Yani istihbarat kurumları tüm önlemleri almış ama bir gazeteci resmi twitter hesabından bir kelime ile tüm Libya faaliyetlerimizi nedensiz yere ifşa etmiş. Buna inanmamızı mı istiyor iddia makamı?

İlk celsede de anlattım benim amacım ifşa değildir, sadece şehidimiz yad ettim bütün amacım budur.

Geçtiğimiz aylarda AKP Medya İletişim Başkan Yardımcısı Emre Cemil Ayvalı, katıldığı bir programda bir itirafta bulundu. “Biz, Kemalistler ile Fethullahçıları birbiri ile çarpıştırdık” dedi. O çarpıştırma dediği kumpas davaları oluyor. O davalarda Türk Ordusunun şerefli subayları, gazeteciler, yazarlar yargılandı hapsedildi. Murat Özenalp, Cem Aziz Çakmak, Kuddusi Okkır, Ali Tatar, Kaşif Kozinoğlu, Emcet Olcaytu, Türkan Saylan, İlhan Selçuk o günlerde hayatlarını kaybettiler. O davalarda ben de yargılandım.

Soruyorum şimdi Sayın Başkan. Acaba şimdi kiminle kimler çarpıştırılıyor ki, biz yine böylesi bir davada yargılanıyoruz?
Yine “düşmanımın düşmanı dostumdur” diyerek bir uzlaşma sonucu mu tutuklandık? Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve ben FETÖ ile mücadele eden, kumpas davalarında yargılanmış ve yeni 15 Temmuzlar olmasın diye çalışan, yazan ve anlatan kişileriz.

Şu anda yaşadığımız dava süreci ve yöntemler Kumpas davaları ile aynı demiştim. Biz yine neyin bedelini ödüyoruz?

Bu soruların cevabını kim verecek?

Mahkeme heyetiniz 24 Haziran’da tutukluluğumun devamına karar verdi. Gerekçe olarak da tanık beyanları, delillerin karartılma ihtimali, kaçma şüphesi belirtildi. Mahkemenizin değerli heyetine soruyorum. Benim hakkımda; paylaştığım tweet mesajı dışında var olan ve bizlerin bilmediği deliller nelerdir. Tek delil tweet mesajı ise ben bunu da kabul etmişken neyi nasıl karartacağım. Hakkımdaki tanık kimdir? İlk celsede biz bu tanığı neden görmedik, dinlemedik. Haftanın üç günü gazetede yazı yazan, iki günü TV’de program yapan, sabit ev ve iş adresi bulunan, iki defa kendi iradesi ile ifade vermeye gelen kişide kaçma şüphesini nasıl gördünüz?

Kaçma şüphesi gördüğünüz ben ile ilgili bir fotoğraf göstermek istiyorum size. Bu fotoğraf 05 Ağustos 2013 tarihine aittir. Yani Kumpas Davası Ergenekon’un karar duruşmasının olduğu gün. Saat 05:30. Fotoğrafta benimle birlikte bulunan kişiler gazeteci Fatma Sibel Yüksek ve eşidir. Bizler tutuksuz sanıklar olmamıza rağmen, elimizde valizlerle tutuklanacağımızı bile bile duruşmaya geldik. Tutuklanacağını bile bile duruşmaya giden az sayıdaki sanıktan biriyim. Siz hangi kaçma şüphesinden bahsediyorsunuz?

Ben neden tutukluyum?"

Hülya Kılınç: Ben yalnızca gazetecilik yapmak amacıyla haberi hazırladım Medya Barış Pehlivan'dan tarihi savunma: 'Ben alışmayacağım bu çürümüşlüğe, asıl alışırsam ölürüm' Medya Barış Terkoğlu: Yargılandığımız dava uslandırma davasıdır, benim için hükümsüzdür' Medya Özgür Gündem davası ertelendi Medya