Oldu bitti değil, bir daha yaşanmaması için Aladağ yangını: Ders çalışmamızı istemiyorlardı, yurtları için eğitmen yetiştirmeye çalışıyorlardı
Yurt yangınında 12 yaşında olan Fatma Zehra Altun şimdilerde üniversite öğrencisi. Yurdu “Dini dersler, tuvalet, bulaşık, halılar, tüm yurdun temizliği derken ders çalışmaya vakit kalmıyordu” diye anlatıyor.
GERÇEK GÜNDEM - FİLİZ GAZİ /
Fatma Zehra Altun, iki yıla yakın bir süredir yanan yurtta kalıyordu. Yangından yurt binasının 3. katından atlayarak kurtuldu. 5 ay kadar hastanede tedavi altında kaldı. Altı yıldır her iki ayak bileğinde olan platinle yaşıyor.
Yurt yangınında 12 yaşında olan Fatma şimdilerde üniversite öğrencisi, Türkçe Öğretmenliği’ni kazandı. Çukurova Üniversitesi kampüsünde buluşmamız benim açımdan tarihi, dokunaklı bir an. Tebrik ederken ne diyeceğimi bilemeyecek kadar onun adına mutluyum.
Kampüsün içinde, ağaçlık, serin bir yerde bankların üzerinde oturuyoruz. Yanımızda Sosyal Haklar Derneği’nden Mübarek Berk Yürek de var. İstemsizce onu inceliyorum, hala fazlaca duyguluyum. Fatma, cemaatten “onlar” diye bahsediyor. Yangından sonra derslerine çok daha fazla çalıştığını, inat ettiğini söylüyor. Neden diye sorunca:
“Çünkü ‘onlar’ okumayın diyorlardı ki sanırım kendi yurtları için eğitmen yetiştirmeye çalışıyorlardı. 7. sınıfta pek sorun etmiyordum ama 8. Sınıfta TEOG sınavım vardı ve sınava çalışmama müsaade edilmiyordu. Dini dersler, yurdun temizliği derken zaten yoruluyorduk, akşam geç olunca da ışıkları kapattırıyorlardı. Tuvalet, bulaşık, halılar, tüm yurdun temizliği derken vakit kalmıyordu. Anneme de söylüyordum artık kalmak istemiyorum diye. Onlar da başka yurt olmadığı için mecburen gönderiyorlardı. Babam okulumuzun müdürü Mücahit Aydın’la da konuşmuştu. Yemek yediği yere yardım etsinler falan. Yurt müdürü Cumali Genç’le de konuştu ama bir şey değişmedi.”
Fatma’nın babası Ahmet Altun’un, okul müdürü ile konuşması TBMM Araştırma Komisyonu tutanaklarında da geçti. Ahmet Altun şöyle anlatmıştı o konuşmayı:
"Böyle böyle Müdürüm, bu çocuk ağlıyor 'Etütlere çalışamıyorum.' diye. Bu dini ders olmasa, bu çocuklar, 8'nci sınıflar burada etüdünü yapsa olur mu?" dedim, "Olmaz, dinî dersini görecek." dedi Mücahit Aydın, Müdür. "Hocam, bu çocuk ağlıyor. Merkezde etüde çalışıyorlar, biz çalışamıyoruz, yorgun düşüyoruz. Bak, bu şekil ağlıyor çocuk 'Etüde çalışamıyoruz. Sınava hazırlanamıyorum.' diye." dedim. "Oranın ekmeğini yiyor. Dini dersini mecbur yapacak." dedi.”
DEVLET YURDU YIKILDIKTAN SONRA GELDİLER
Yurttayken bir günü nasıl geçiyordu Fatma’nın? Kimler oluyordu yurtta? Ailesi yurdu nerden duyup, nasıl kaydolmuştu? Sorularım peş peşe ama sağolsun Fatma’nın yüzü hep güleç.
“Sabah çok erken kalkıp, önce namaz kılıyorduk. Her şeye itiraz ettiğim için biraz bıkmışlardı benden. Abdest alırken başımda beklediklerini biliyorum. Daha sonrasında kahvaltıyı hazırlayıp, masaları temizleyip, bulaşığı yıkayıp okula gidiyorduk. Akşam geldiğimizde bir saat kadar önce dini ders oluyordu. Onun ardından nöbetçi olanlar yemeği hazırlıyordu. Ardından görev dağılımımıza göre masaları toplayıp, bulaşıkları yıkıyorduk. Görevli üç hoca oluyordu, isimlerini şimdi hatırlamıyorum. Cumali, Mahmut hoca hep orda oluyordu. (Yurt Müdürü Mahmut Deniz ve Müdür Yardımcısı Cumali Genç) Müdürün eşi de oluyordu.”
Fatma, “onların” köy meydanında çocukları yurda kaydetmek için geldiği günü anlatıyor:
“Devlet yurdu yıkıldıktan sonra sanırım bunu bilerek köye geldiler. Köy meydanına gelip, kayıt için isim almışlardı. Babam o gün kayıt yaptırmadı, bana sordu, ben de tamam dedim. Çünkü tüm arkadaşlarım başka yurt da olmadığı için o yurda gidiyordu.”
Fatma’ya yangından sonra ne değişti diye sorunca “Derslere daha fazla çalışmaya başladım. Hedefim falan oluştu. O dönemde biraz daha boşluyordum” diyor.
İyi ya da kötü yaşanılanların hep öğretici olduğunu konuşuyoruz. Fakat yangın öyle bir tecrübe değil. “Her şey gerçekten öğretici ama öğrenmeme de gerek yoktu” dediğinde ne diyebilirim.
Anlattıklarından, konuşmalarından yurttayken her şeyi farkında olduğu anlaşılıyor. Diğer çocukları sorunca, “Yaşları küçük olanlar zaten anlayamazdı ama yaşıtlarımla bize bunları yapmaya hakları yok diye kendi aramızda konuşuyorduk. Benim yaşımda olanlar farkındaydı ama yapacak bir şey yoktu. En çok karşı çıkan bendim, yapmayacağım dediğimde, artık hocalar tamam, onla uğraştırmayın bizi falan diyorlardı. Diğer devlet yurdu yıkıldığı için zorunluluktan gittim. Mutlu değildim, her şey zorlaydı. Dini ders olsun, namaz olsun, nöbet olsun… Açık olduğum için kapanayım diye zorluyorlardı. Bir hafta kapanmıştım” diye anlatıyor.
Fatma, ilk duruşmaya gitmiş, sonrakilere gerek duymamış. “Yine haksızlıklarını savunuyorlardı” deyip ekliyor: “Can abiyi duyunca çok üzüldüm hatta ağladım” (Avukatları Can Atalay) Özel olarak Can’a selamlarını da iletmemizi istiyor.
Kimse sormadıkça yangın gününü anlatmıyor Fatma. “Ayaklarımdaki izi sorarlarsa anlatıyorum” diyor. Yurttan arkadaşlarını sorduğumda ise “Yurttan görüştüğüm arkadaşlarım var ama o günü konuşmuyoruz” diyor.
BİZ DAHA 5. SINIFTA UZAKLARDA OKUMAYA BAŞLADIK
Fatma’nın gündelik hayatını her iki ayak bileğinde olan platinler etkilemiyor. Nasıl atladın, ne kadar süre sonra diye soruyorum. “Bir arkadaşım benden önce atlamıştı. Cesaret edemedim, bir de bekleyebileceğimi düşündüm birileri gelene kadar. Arkadaşım atladıktan birkaç dakika sonra atladım, çünkü çok sıcak olmuştu. İtfaiye ben atladıktan sonra geldi, geldiğini gördüm, sağlık ocağına gittiğimiz için sonrasını hatırlamıyorum. Diğer arkadaşlarıma da seslendim ama kimsenin sesini duymadım. Belli belirsiz seslerdi” diye anlatıyor.
Üniversitede ilk günleri olduğu için alıştın mı, arkadaş edindin mi diye laflıyoruz. “Arkadaşların olacak sonra bir kısmı elenecek, sonra bazıları kalacak. Bu kampüsün tadını çıkar” diyorum. Gezi kulübüne yazılacağını söylüyor. Drama, tiyatroyu sevdiğini, onların da kulüplerine katılacağını anlatıyor. Dünya klasiklerini okumayı seviyormuş. “Bazen eğlencesine boş kitaplar da okuyorum” diyor. “Onlar da lazım, iyi yapıyorsun” diyorum. Gülüyoruz.
13:00 gibi dersi var. Dersliğe kadar ona eşlik ediyoruz. Yaşadığı şeyin sebebinin eğitim sistemi olduğunu söylüyor. “Yeterince yurt yapılsaydı, biz daha 5. sınıftayken o kadar uzak bir yere okumaya gitmek zorunda kalmasaydık o yangın yaşanmazdı. Babam yakın bir madende çalıştığı için beni alıp eve götürebiliyordu. 8. Sınıftayken Gümüşhane’ye yine madende çalışmaya gitmişti. O süreçte iki ayda bir falan eve gidebiliyordum. Diğer arkadaşlarım eve bile gidemiyordu.”
Fatma’yla Fakültesi’nin önünde sarılıp vedalaşıyor, İstanbul’a geleceği gün için sözleşiyoruz.
SON SÖZ OLARAK
Din, insanlık tarihinin bugüne kadar gördüğü en güçlü ideolojik araç. Öyle ki toplumu bir arada tutan şey nedir sorusunun yanıtı her zaman “dinsel değerler” olmuştur. Kronik hale gelen bu siyasal vizyona göre dinin kutsallarına dokunan, güç olamaz. Bir diğer tarafı ise ABD menşeili, NATO icadı siyasal İslamın kullanışlı bir proje olması.
AKP iktidarlığının siyasal rejiminin temelleri, kültürel hegemonya projeleri tüm veçheleriyle yıllara göre sistemli bir şekilde yürütüldü. Sünni İslam çerçevesinde biçimlenen eğitim sistemi bu veçhelerin en önemli ayağını oluşturdu. Dinsel öğelerin kullanılabileceği köyler, mezralar ve kent içindeki yoksul mahalleler cemaatlere, tarikatlara bırakıldı.
Kamucu eğitimden vazgeçildiği, laiklik fikrinin dahi ortadan kaldırılmak istendiği politikalara geçiş zor olmadı. Örneğin eğitimdeki değişim performansı şaşırtacak kadar hızlı oldu. Hatta denilebilir ki siyasal ve ideolojik gündemleri uyarınca gerçekleştirdiği en özgün müdahaleler eğitim sisteminde yapıldı.
AKP’nin önceki hükümetlerden farklı yönelimleri olduğu kuşku götürmez. Ancak bu yönelimlerin, AKP ile başladığını söylemek yanlış olur. Merkez sağ ve siyasal İslamın ideolojik müktesebatında tarikat ve cemaatlere göbek bağı hep vardı. Bu unsurlar, gerekli zamanlarda aparat olarak kullanıldılar. Yurttaşın yaşamsal taleplerinin devletin sosyal politikalarının karşılayacağı yerde “yardımseverlik” faaliyetleri altında tarikat ve cemaatler başat rol oynadı. İhtiyaç halinde ise kitleleri yönlendirmek için bu gruplar kullanıldı. Çünkü kullandıkları söylem yoksulluk, işsizlik, eşitsizlik gibi toplumsal sorunları görünmez kılabiliyordu.
Aladağ, AKP dönemi ideolojisinin şüphe götürmez en acı sonucu. Ne yazık son da değil. Cemaat ve tarikatların taşıyıcısı olduğunu iddia ettiği dini değerler bir çocuk istismarında, intiharında ve akla hayale gelmez suçlarda kullanılmaya devam ediliyor.
Devlet en çok da suistimale açık kavramları, insana dair paradoksları toplum yararına düzenlemek ve bir dizi hakları bireye ulaştırmak için var. Önümüzde mutlak surette korunması gereken laiklik, barınma hakkı, tüm yurttaşları kapsayacak eğitim hakkı, beslenme hakkı ve daha pek çok hak bulunuyor. İnsanlığın bu hakları sahiplenmede tereddütü yok.
Fatma bu yıl ilk kez oy kullanacak. Yaşı itibari ile sadece AKP iktidarlığına tanıklık etti. Onu dersine yolcularken düşündüğüm tek şey geri kalan hayatının, travmasını unutturacak kadar güzel olmasıydı.