Osman Korutürk - Selim Karaosmanoğlu yazdı: Ukrayna krizinin ışığında Güney Kafkasya güvenlik sistemine bir bakış

Abone ol

Her hal ve kârda gelişmeler, Rusya Federasyonu’nun yakın çevresindeki temel hedeflerinden birinin de Güney Kafkasya olduğuna işaret etmektedir

Rusya'nın Ukrayna'yı işgal süreci, Güney Kafkasya güvenlik sistematiğinin tarafımızdan tekrar gözden geçirilmesini gerekli hale getirmiştir. Bu yapılırken, gelişmelerin son dönemlerde yaygın bir hal alan kronik ideolojik saplantılardan uzak bir yaklaşımla reel politik temelinde değerlendirilmesi, içinde yer aldığı bölgeleri etkileme potansiyeline sahip olmakla beraber bu bölgelerde sık sık gelişen kriz durumlarından kendisinin de etkilenmesi kaçınılmaz olan Türkiye açısından önemli bir zorunluluktur. Bu bakımdan bölgenin yakın tarihi ana hatlarıyla hep hatırda tutulmalı; bu çerçevede, Sovyetler Birliğinin yıkılışını izleyen dönemde Rusya'nın kendi sınırları ötesindeki tek askeri üssünün Gümrü'de konuşlanmış bir kolordu olduğu; bağımsızlığını yeniden kazanan Ermenistan'ın o tarihten bu yana Türkiye ile olan sınırının güvenliğini hala kendi güçleriyle değil, önce KGB daha sonra da onun ardılı FSB sınır güçleriyle sağladığı unutulmamalıdır. Keza, Gürcistan'da Abhazya ve Güney Osetya'nın Rusya Federasyonu (RF) silahlı kuvvetlerinin işgali altında olduğunun, bu iklimden cesaretlenen Acara Cumhurbaşkanı Abashidze'nin Batum'da bağımsızlık ilan edip bundan ancak Türkiye'nin sert tepkisi sonucunda geri adım attığının ve halen Moskova'da yaşadığının da bir kenara kaydedilmesinde yarar vardır. Nihayet, yine bu çerçevede, Ağustos-Eylül 2008 tarihlerinde yeniden alevlenen Gürcü-Rus çatışmasında RF kuvvetlerinin Poti kenti ve limanını işgale teşebbüs ettiği de unutulmamalıdır.

YUKARI KARABAĞ’IN YÖNETSEL STATÜSÜ

Yakın geçmişte Rusya'nın Güney Kafkasya'daki devinimlerini böylece hafızalarımızda bir canlandırdıktan sonra günümüze gelecek olursak, Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan "İkinci Karabağ" savaşında Putin'in bir gece yarısı Kremlin'de Bakü ile Erivan'a adeta dikte ettirdiği 9 Kasım 2020 tarihli ateşkes anlaşması ile, kâğıt üzerinde beş yıl süreli gözüken ancak içerdiği hükümler uyarınca aslında ucu açık kalan bir dönem için, Rus özel kuvvetlerine mensup motorize birlikleri müdahaleye hazır bir şekilde temas noktalarına soktuğunu görüyoruz. Bu bağlamda not edilmesi gereken diğer bir önemli husus, Azerbaycan ile Ermenistan arasında ateşkes bu suretle tesis edilmiş olmakla birlikte, Putin'in, Azeri-Ermeni uyuşmazlığının temelini teşkil eden Yukarı Karabağ'ın yönetsel statüsü ile ilgili bir girişimde bulunmayarak uyuşmazlığı kendi dikte ettiği koşullarda dondurmuş olduğudur. Bu noktada, merak uyandıran bir husus da Akhdam'da oluşturulan Türkiye-Rusya Gözlem Merkezinin konumu ve bugünkü fonksiyonu olarak belirmektedir. Bu merkezin işlevinin veya etkinliğinin ne olduğunu irdelemek askeri uzmanların işi olduğundan, bu konuda herhangi bir polemiğe girmeksizin anılan merkezin Türkiye'ye fiilen ne etkinlik sağladığını sorgulamakla yetinelim.

Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız denklem içinde Türkiye'yi kısa dönemde en yakından ilgilendiren hususun Nahcivan'la ilgili olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Burada meydana gelecek veya provokasyonla çıkarılacak bir çatışma Türkiye için vahim güvenlik sorunları doğuracak ve bizim açımızdan haklı tehdit algılamalarına yol açacaktır.

Ermenistan'la Yukarı Karabağ arasında Azeri topraklarında tesis edilen ve nihai sınırları kesin saptanmamış olan "Laçin Koridoru"nun güvenliği ve işlerliği 9 Kasım 2020 tarihli ateşkes antlaşmasıyla Rus Özel kuvvetlerine bırakılmıştır. Rus yetkililer, Laçin Koridorunun karşılığında Nahcivan Özerk Cumhuriyeti ile Azerbaycan anakarası arasında da bir geçiş kolaylığının oluşturulacağını ve bunun denetim ve güvenliğinin Rus FSB sınır güçlerince gerçekleştirileceğini ifade etmişlerdir. Bu konuda taraflar arasında henüz bir uzlaşıya varılabilmiş değildir. Azerbaycan en kısa yol olan Zengezur hattında ısrar ederken Ermenistan bunun Ordubat üzerinden, mevcut demiryolu ile gerçekleşebileceğini ileri sürmektedir.

Bu arada Güney Kafkasya'da sağlanacak güvenlik sistemine İran da dahil edilmiş ve 3+3 formülü ortaya çıkmıştır. Bu yazının sınırlarını aşacağı için burada İran'ın Güney Kafkasya'daki tarihsel beklentileri ile güncel çıkarları üzerinde durmayacak ve sözkonusu 3+3 formatının bölgeye ne kadar istikrar getireceği, Türkiye'nin Nahcivan Muhtar Cumhuriyeti üzerindeki Moskova ve Kars antlaşmalarından kaynaklanan ve günümüze kadar gelen yükümlülükleri ile Batum'la ilgili akdi haklarından söz etmeyeceğiz. İsteyenler bu konuları şöyle bir araştıracak olurlarsa, Güney Kafkasya'daki güvenlik sistematiğinin bizi doğrudan ilgilendiren bazı önemli olgularını göreceklerdir.

TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKA HEDEFLERİNE ZARAR VEREBİLİR

Her hal ve kârda yukarıdaki gelişmeler, Rusya Federasyonu’nun yakın çevresindeki temel hedeflerinden birinin de Güney Kafkasya olduğuna işaret etmektedir. Bu gerçeğin ışığında Rusya'nın Ukrayna'ya pervasız denebilecek bir şekilde saldırabilmiş olması, önümüzdeki dönemde Güney Kafkasya'ya yönelik emellerinin de azami dikkatle takip edilmesini gerekli kılmaktadır. Yakın ve orta vadede Putin Rusya’sı ile oturulacak bir masadan çıkacak kararların güvenirliğinin ne ölçüde geçerli olacağı cevabından fazla emin olunamayacak bir sorudur. Ama ister Batı ittifakı ister Avrasya açılımı vizyonuyla olsun, mevcut konjonktürde Türkiye'nin Rusya ile, hele güvenlik ve tehdit algılamasına bağlı bir müzakere sürecine girmesi Türkiye'nin inanılırlığına ve geleneksel dış politika hedeflerine tamiri ve geri dönüşü olmayan zararlar verebilecektir. Buna karşılık, yukarıda sözünü ettiğimiz üç komşu ülkenin, karşılıklı bağımlılık ilkesi çerçevesinde hem kendi aralarında hem de bizimle istikrarlı bir zeminde güvenilir bir ilişki kurmaları ülkemizin güvenliği açısından önem taşımaktadır. Bugünkü koşullar çerçevesinde böyle bir ilişki tesisi için yapılacak girişimlerin aciliyet kazandığını söylemek herhalde yanlış olmayacaktır.

Türkiye, siyaseten ve uzun vadeli stratejik projeksiyonu çerçevesinde içinde yer aldığı bölgelerde karşılaştığı güvenlik tehditlerine karşı yakın bir zamana kadar bu bölgelerde mümkün olduğunca yumuşak güç vasıtasıyla ve diplomasi yoluyla istikrar oluşturup, bu istikrarı "Yurtta Barış, Dünyada barış" ilkesinden hareketle korumak suretiyle yanıt bulabilmiştir.

Bu modus operandi'den (yönetim tarzı) son 10-15 yıldır uzaklaşma eğilimine girmiş olduğu görülen iktidar, bugün Ukrayna krizi neticesinde Montreux Sözleşmesinin önemini nasıl anladıysa, başka alanlarda da fazla geç olmadan Yurtta Barış Dünyada Barış ilkesinin Türkiye için taşıdığı önem ve değeri anlamalı; yetkililerimiz, partiler üstü bir yaklaşımla ulusal bir danışma mekanizması içinde küresel ortamda ülkemizin güvenlik ihtiyaçlarına, "yerli ve milli" çözüm önerileri aramalıdırlar.

ANKARA NE YAPMALI

İçinde bulunulan bu kritik dönem aslında Türkiye'ye yumuşak gücünü özellikle kendi yakın çevresi üzerinde etkin şekilde kullanabileceği bir ortam sağlamıştır. Buna ilaveten son dönemde ülkemizle komşularımız ve yakın çevremizdeki ülkelerle olan "arızi" uyuşmazlıkların olumlu şekilde sonuçlandırılması, Türkiye'nin dış politika harekât sahasının önünü göreceli olarak açmıştır. Her ne kadar ülkemizde son yıllarda giderek artan ve medyamızda da yansıma bulan bir Batı karşıtlığı gözlenmekte ise de Türkiye'nin Cumhuriyetimizin kurucu iradesinin tercihiyle "Batı"nın bir parçası olduğunu ve günümüzde NATO içindeki varlığının bölgenin Türkiye ile ilgili güç algısını kuvvetlendirdiğini unutmamak gerekir. Bu algının aynı nedene bağlı olarak Rusya açısından da geçerli olduğu söylenebilir. Ankara, içinde bulunduğumuz ortamda, bundan ve bölgedeki özgün konumundan da yararlanarak, yakın ilişki sürdürdüğü Azerbaycan ve Gürcistan'a ilaveten ihtiyatlı bir yaklaşımla yeniden sağlıklı bir diyalog kurma girişimi başlattığı Ermenistan yönetimini de bir araya getirip yanına almak suretiyle Güney Kafkaslara yeni bir uzlaşma formatı getirme olanağına sahip gözükmektedir. Bu olanağı dış politikanın "milli" olabilmesi için olmazsa olmaz bir şart olan "ulusal uzlaşıyı" da sağlayarak gecikmeden hayata geçirmek siyasi iradenin elindedir.

Bebeğin ağlaması 5 kişilik aileyi ölümden kurtardı Güncel Nuray Demir'i boğarak öldüren Taner Bektaş'ın ifadesi kan dondurdu: Zayıf olduğu için bana direnemedi Güncel Fetullah Gülen'in yeğeni Selahaddin Gülen için 'etkin pişmanlık' indirimi kararı Güncel Alparslan Kuytul'dan 'orantısız müdahaleye' tepki: Soylu'nun emriyle yapıldı; tahrik edenin Allah belasını versin Güncel