Prof. Özlale'den çarpıcı değerlendirme: Ekonomiyi bekleyen en büyük dört tehlike
İYİ Parti Kalkınma Politikaları Başkanı Prof. Dr. Ümit Özlale ekonomi gündemini değerlendirdi. Prof. Özlale önümüzdeki dönemde Türkiye ekonomisi için en büyük dört tehlikeyi sıraladı.
Bir dönem Merkez Bankası Ekonomik Araştırmalar ve Para Politikası Genel Müdürlüğü’nde danışman olarak çalışan ve Maliye Bakanlığı ve Dünya Bankası ile projeler yürüten, İYİ Parti Kalkınma Politikaları Başkanı Prof. Dr. Ümit Özlale ekonomi gündemine dair sozcu.com.tr’ye önemli açıklamalarda bulundu.
Merkez Bankası’nın son dönemde attığı adımları değerlendiren Prof. Özlale, birçok alanda para politikasını destekleyici adımlar atılması gerektiğini söyledi. Prof. Özlale sorunlu krediler konusuna da dikkat çekti. İşte Prof. Dr. Ümit Özlale’nin ekonomiye dair açıklamaları…
Merkez Bankası Başkanı ve Hazine Bakanı’nın değişmesi sonrası ekonomide yaşanan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir önceki Hazine ve Maliye Bakanı ile TCMB Başkanı, bütün Cumhuriyet tarihinin en beceriksiz ve şaibeli dönemlerinden birine imza atıp kendilerine yakıştığı gibi gittiler.
Bugün yeni TCMB Başkanı Sayın Ağbal'ın faizleri bu kadar fazla artırmak zorunda kalmasının sebebi de kendinden önceki şaibeli dönemde yaşanan rezerv ve itibar kaybıdır.
Sayın Ağbal'ın fiyat istikrarına vurgu yapmasını, açıklamalarında ve uygulamalarında daha şeffaf bir tavır sergilemesini önemli ve olumlu buluyorum.
Bununla beraber iki konuya dikkat çekmek gerekiyor. Fiyat istikrarını sağlamak için sadece para politikasına bel bağlamak yüksek bir üretim ve istihdam maliyetini de beraberinde getirdiği gibi enflasyonu düşürmeyi de garanti etmiyor.
Burada maliye politikasından tarım reformuna kadar birçok alanda para politikasını destekleyici adımlar atılması gerekiyor. Şu ana kadar bu destekleyici adımları göremedik.
Önümüzdeki dönemde Türkiye ekonomisi için en büyük tehlike size göre nedir?
Maslow'un ihtiyaç hiyerarşisine göre gidersek tarımda bir türlü çözülemeyen hatta daha da derinleşen problemleri en büyük tehlike olarak görüyorum.
İkinci olarak da istihdamı desteklemeyen bir ekonomi modeli büyük bir problem. Aslında yapılan uygulamalara model ya da politika demek de güç.
Üçüncü olarak ekonomiye yön vermesi beklenen kurumların erozyonu kalıcı çözümlerin uygulanmasının önünde büyük bir engel teşkil ediyor.
2021 yılında fazlaca konuşacağımız bir başka konu da bankacılık sektöründeki sorunlu krediler.
Dolar kurunda yaşanan düşüş kalıcı mı?
Döviz kurunda yaşanan gerilemenin üç temel sebebi var. İlk olarak şaibeli politikalara imza atan bakan ve onun bürokratının görevlerine son verilip daha ciddi bir ekonomi yönetiminin başa getirilmesi. Bu bile Türkiye'nin risk primini düşürdü.
İkinci olarak Arjantin'den sonra faizlerin en yüksek olduğu ülke olmamız, Türk Lirası'nın cazibesini artırdı. Son olarak da küresel ölçekte ABD Doları'nda bir çözülme yaşandı.
Bu düşüşün kalıcı olması para politikasını destekleyici adımların atılmasına bağlı. Ayrıca döviz kurunun değerini düşürmek için uygulanan yüksek faizlerin yatırımları olumsuz etkileyeceğini düşünürsek bu faizleri uzun süre devam ettirmek de çok mümkün değil.
Yani Türkiye'nin yüksek reel faizleri döviz kurunu sıçratmadan düşürmesi için daha somut adımların atılması gerekiyor.
Merkez Bankası attığı adımlarla yatırımcıların gözünde biraz süre kazandı yorumu yanlış olmaz. Kazanılan bu süre zarfında acilen atılması gereken yapısal reform adımları nelerdir?
İlk olarak, bir bütün halinde ekonomi yönetiminden başlamak gerekiyor. Şeffaflıktan ve hesap verebilirlikten uzak bir anlayışın değişmesi gerekiyor.
Bu yazıldığı kadar kolay değil çünkü mevcut yönetim sistemi ve başındaki kişi bu iki kriterin sağlanmasındaki en öneli engel. Maliye politikasında harcamaların ve gelirlerin kompozisyonunu değiştirecek bir dizi uygulamaya geçilmesi gerekiyor.
Türkiye'nin bir an önce tarımda reform adımlarını atması gerekiyor. Geçtiğimiz hafta Genel Başkan’ımız bu konuda partimizin çözüm önerilerinden satır başları verdi. İktidar partisi bu önerileri gönül rahatlığıyla kullanabilir.
Bunun dışında Türkiye'nin çok önemli bir verimlilik problemi var ve bu problem büyük ölçekli şirketlerde daha belirgin durumda.
Bu verimlilik probleminin önemli iki nedeni şirketlerin gerekli teknoloji dönüşümünü sağlayamaması ve düşük iş gücü verimliliği.
Rekabetçiliği iş gücü maliyetlerini baskılayarak tesis edemiyorsunuz. Bu yüzden ekonomi yönetiminin bir paradigma değişikliği yaparak iş gücü verimliliğini artırma yoluyla çalışanların kazançlarını artıracak politikaları uygulamaya sokması gerekiyor.
Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflerini gerçekçi buluyor musunuz? Enflasyon ile mücadelede yanlış yapılan nedir?
TCMB'nin enflasyon hedefini gerçekçi bulmuyorum. TCMB'nin enflasyon hedefi ile enflasyon beklentisi de uyumlu değil zaten.
Geçmiş on beş yıla baktığınızda da hedeflerle beklentilerin örtüştüğü, hedeflerin yakalandığı çok az dönem görürsünüz. Enflasyonla mücadelede birçok yanlış yapılıyor.
Bu yanlışların en önemlilerinden ikisi beklentileri yönetecek itibarlı bir politika çerçevesinin çizilmemesi ve enflasyonla mücadelede para politikasının yalnız bırakılması.
Gıda fiyatlarında yaşanan yükselişi üretim maliyetleri ve enflasyonla mücadele çerçevesinde nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mevcut iktidarın berbat bir tarım politikası var. Polisiye tedbirlerle ve her seferinde gıda zincirindeki bir başka aktörü suçlayarak suçu üzerlerinden artmaya çalışıyorlar.
İki sene önce patates ve soğan üreticisini teröriste eş değer tutuyorlardı, bugün de esnafa suçu atıyorlar. Çiftçimizin artan üretim maliyetlerine bir çözüm üretilmemesinin yanı sıra bugün gıda fiyatlarının yüksek olmasının önemli sebeplerinden birinin üretici ve son tüketici arasındaki zincirin ulusal market zincirleri tarafından tekelleştirilmesi olduğunu düşünüyorum.
Buna ek olarak çok saçma bir uygulamadan da bahsetmek gerekir. Hafta sonları virüse bulaşma ve virüsü bulaştırma riskinizin az olduğu semt pazarlarını kapatıp domatesten buzdolabına kadar her şeyi satın alabileceğiniz ulusal market zincirlerini açık tutmanın herhangi bir izahı olmadığını düşünüyorum.