Sansür yasası Meclis'te: İlk iki maddesi kabul edildi

Abone ol

TBMM Genel Kurulu’nda görüşmelerine bugün başlanan “Sansür Yasası’nın” ilk iki maddesi kabul edildi.

Kamuoyunda “Sansür Yasası” olarak bilinen, internet medyası ve sosyal medyaya yeni yaptırımlar öngören kanun teklifinin TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşmeler, bugün başladı. CHP ve HDP’nin önerisiyle usul tartışması açıldı. Usul tartışmasının ardından, gruplar; teklifin geneli üzerine görüşlerini bildirdi.

İLK İKİ MADDESİ KABUL EDİLDİ

Telifin; internet haber sitelerinde çalışanlara basın kartı verilmesini sağlayan birinci maddesi kabul edildi.

Böylece, mevcut Basın Kanunu’nun birinci maddesinin birinci fıkrasındaki, “Bu Kanun, basılmış eserlerin basımı ve yayımını kapsar” hükmü; “Bu Kanun basılmış eserlerin basımı ve yayımı ile internet haber sitelerini kapsar” hükmü ile değiştirildi. Ayrıca teklifteki birinci maddenin kabulü ile “Basın kartı düzenlemesi bakımından basın kartı talep eden medya mensupları ve enformasyon görevlileri de bu Kanun kapsamına dahildir” hükmü de Basın Kanunu’nun birinci maddesine eklenmiş oldu. Bu hükümle radyo, televizyon ve kamu kurum ve kuruluşlarının yürüttükleri enformasyon hizmetlerinde çalışan kamu personelinin de basın kartı almasının önü açıldı.

Telifin ikinci maddesi de Basın Kanunu’nun ikinci maddesine eklenen “internet haber siteleri” hükmüyle, internet siteleri de yaygın dağıtım kapsamındaki basın kuruluşları arasında yer aldı. Ayrıca internet haber sitesinin de “İnternet ortamında, belirli aralıklarla haber veya yorum niteliğinde yazılı, görsel veya işitsel içeriklerin sunumunu yapmak üzere kurulan ve işletilen süreli yayını” tanımı yapıldı.

Teklifin ikinci maddesiyle Basın Kanunu’nun ikinci maddesine yeni eklenen tanımlar şöyle oldu:

“Basın kartı: Bu Kanunda belirtilen kişilere, Başkanlıkça verilen kimlik kartını,

Başkan: İletişim Başkanını,

Başkanlık: İletişim Başkanlığını,

Komisyon: Basın Kartı Komisyonunu,

Medya mensubu: Radyo, televizyon ve süreli yayınların basın-yayın faaliyeti yürüten çalışanlarını,

Enformasyon görevlisi: Kamu kurum ve kuruluşlarının yürüttükleri Devlet enformasyon hizmetlerinde çalışan kamu personelini.”

İşte Meclis'teki sansür yasası görüşmelerinin tutanaklarının tamamı:

AKP KAHRAMANMARAŞ MİLLETVEKİLİ AHMET ÖZDEMİR: Arkadaşlarımızla çalışırken, aslında her aşamada bu teklifin ilgililerinin tamamıyla iletişim kurarak, onların bilgilerine başvurarak iyi bir metin hazırladığımızı düşünüyoruz fakat her kanun teklifi buraya geldiğinde, kanun teklifi muhalefetin hoşuna gitmediğinde tam da bu aşamada bir usul tartışmasıyla Anayasa’ya aykırılık iddiasında bulunuluyor. Teknik olarak aslında tam da itiraz yapılmayacak bir yerde bu usul tartışmasını ve itirazı yapıyorlar ama yine de biz üzerimize düşen sorumluluğu nasıl yerine getirdiğimizi burada kısaca izah edelim.

Biliyorsunuz, malumunuz, bu teklif 2 tane komisyondan geçti. Bu 2 komisyon da... İç Tüzük’ümüzde emredici hüküm var “Komisyonlar öncelikle Anayasa’ya aykırılık iddiasını değerlendirir." diye. Burada hem Dijital Mecralar Komisyonunda hem Adalet Komisyonunda bu teklifin Anayasa’ya aykırılıkla ilgili yönleri varsa bunlar üzerinde bir inceleme yapıldı ve bu aşamalar geçti aslında ama yine de şunu bilmenizi istiyorum: Biz bu teklifi hazırlarken Anayasa Mahkemesinin kararlarını da dikkate alarak hazırladık. Nitekim de 5651 sayılı Kanun’la ilgili Anayasa Mahkemesinin bir kararı vardı, yeni metnimizde, teklifteki yeni o maddeyi düzenlerken Anayasa Mahkemesinin gösterdiği doğrultuda düzelterek bu teklifimizi hazırladık.

Yine, komisyonda arkadaşlarımızla bunu istişare etmiştik, Anayasa Mahkemesinin başka bir kararını dikkate alarak teklifimize şekil verdik. Dolayısıyla, aslında, biz, üzerimize düşen sorumluluğu daha teklifin hazırlık aşamasında, komisyon aşamasında Anayasa Mahkemesinin kararlarını dikkate alarak yerine getirdik.

Şimdi, Grup Başkan Vekilimiz, Saygıdeğer Grup Başkan Vekili dedi ki: “Etki analizi içermiyor.” ve Anayasa’ya aykırılık iddiası var. İşte, Anayasa’ya aykırılık iddiası olmadığını, hem Anayasa’nın, kanunun lafzını hem de Anayasa Mahkemesinin kararlarını dikkate alarak hazırladığımızı hem Adalet Komisyonundaki, muhalefetteki arkadaşlarımız hem de Dijital Mecralar Komisyonundaki arkadaşlarımız yakinen gördüler. Dolayısıyla, aslında bugün burada yaptığımız bu tartışma anlamsız kaldı, kadük kaldı çünkü buna çok dikkat ederek hazırladık ama öte yandan da bizi bağlayan, çalışmalarımızı esas aldığımız Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün kuralları gereği, aslında, bu aşamada böyle bir itirazın yapılmasını hukuki bir değerlendirme olarak görmüyoruz; sadece, Meclisin çalışma şartlarını ve zamanını biraz yok etmek, heba etmek gibi değerlendiriyorum. O yüzden de Meclisi yöneten Başkanımızın görüşünde, lehinde biz de bu usul tartışmasının yersiz ve anlamsız olduğunu düşünüyoruz.

CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ İBRAHİM KABOĞLU: Anayasa’ya aykırılık konusunda, esasen, İç Tüzük madde 38 tetkik ve gerekçe yükümlülüğünü öngörmektedir. İlk önce, tetkik edilecek ve gerekçe ortaya konulacak. Burada tetkik etmek yazılı bir işlemdir; bu, yapılmamıştır; bu, yapılmamıştır. Biz Anayasa’ya aykırılık gerekçelerini ilk komisyonda ve ikinci komisyonda teker teker ortaya koyduk ama çoğunluk vekilleri yalnızca el kaldırdılar “Anayasa'ya aykırı değildir.” diye, oysa burada gerekçe yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu çerçevede yoruma bağlı Anayasa maddelerine aykırılık değil, aynı zamanda savaş ve barış hukuku açısından savaş hükümlerinin barış düzenine uygulanması eşiğinde bir Anayasa'ya aykırılık söz konusudur, bu açıktır. (CHP sıralarından alkışlar) Evet, Anayasa'ya aykırılık, birçok maddeye aykırılık söz konusudur. Anayasa Mahkemesi kararları gereği düzenleme yapma bakımından da Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekleri karşılanmadığı için aykırılık söz konusudur, pilot kararlar bulunduğu hâlde onlar hiç dikkate alınmadığı için aykırılık söz konusudur ama basın kartının Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına, onun takdirine verilmesi parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme sisteminde tamamen basın özgürlüğü açısından Anayasa madde 26 ve madde 28’e aykırılık oluşturan bir durumdur; madde 2, madde 10 da aynı düzenlemeyi içermektedir.

Bunun yanı sıra yine basın kartlarıyla ilgili olarak medya kuruluşlarında aranacak şartların, kontenjanların, Basın Kartı Komisyonunun üyelerinin belirlenmesi, çalışma ve karar alma usullerinin ve başvuru türlerinin genel çerçevesinin kanun düzeyinde belirlenmeyip yine aynı şekilde bir yönetmeliğe bırakılması -Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı- ki bir, yönetmelik tarafından düzenlenemez bu özgürlük konusu; iki, İletişim Başkanlığının kamu tüzel kişiliği bulunmadığı için yönetmelik çıkarmaya yetkili değildir. Bu nedenle Anayasa madde 2, 10, 13, 26, 28 ve 124’üncü maddelerine aykırılık teşkil etmektedir. Benzer şekilde 23’üncü maddesiyle “İnternet haber sitelerinde resmî ilan ve reklam yayınlayacakların sorumlulukları” başlıklı madde çerçevesinde Basın İlan Kurumu Genel Kurulu tarafından altı ayda çıkarılacak yönetmelik de kanunla düzenlenmesi gereken konunun yönetmeliğe verilmiş olması itibarıyla Anayasa’ya aykırılık teşkil etmektedir.

Burada en sorunlu madde -her 2 komisyonda da dile getirdiğimiz üzere- 29’uncu maddedir. 29’uncu madde, teklif sahiplerinin de belirttiği gibi her 2 komisyonda, Türk Ceza Kanunu’nun savaşta yalan haber yayma maddesi olan 323’üncü maddenin buraya aktarılmasıdır. Bu madde, Anayasa madde 15 gereği olağan hukuk düzeninde, barış hukukunda mümkün değildir. Çünkü hak ve özgürlüklere olağan düzende 13’üncü madde uygulanır oysa, 15’inci madde yalnızca olağanüstü hâl ve savaş durumunda uygulanır. Şu anda Anayasa askıdadır, bunu biz defalarca dile getirdik; Anayasa’ya aykırılığı açıktır, seçiktir hiçbir tartışmaya mahal vermeyecek derecede ve madde de çok tehlikelidir. Öte yandan yetki analizi istedik ama yetki analizi parlamento hukukunun genel ilkesi olduğu hâlde yapılmamıştır.

HDP SİİRT MİLLETVEKİLİ MERAL DANIŞ BEŞTAŞ: evet bu Parlamento’da Anayasa’ya aykırılık yönünden birçok kanun teklifine dair iddialarımız, tezlerimiz, dilekçelerimiz oldu, komisyon aşamasında da saatlerce bunları tartışıyoruz ama daha önceki Anayasa’ya aykırılık ve usul tartışmalarında da ifade ettiğim bir konuyu özenle, önemle tekrar söylemek istiyorum: Çoğulculuk sistemi, parmak sayısı çok olanın sözünün geçmesi meselesi, bu Parlamentoda bir Meclis pratiği hâline getirilmiştir. Yani iktidar ve ortağı diyor ki: “Ben milletvekili sayısı olarak yükseğim, komisyona Anayasa’ya aykırı bir teklifi de getiririm ama siz neticede oylamaya sunarsınız, benim parmağım daha fazla olduğu için ben Anayasa’ya aykırı bir kanunu yasallaştırırım, Meclise de getiririm.” Burada yaptığınız da bu. Demin Sayın Kaboğlu Hocam aslında çok net söyledi, yani burada ne ihlal ediliyor, Anayasa’nın hangi maddeleri? Belli başlı olanları söyleyeyim: Bir kere, düşünce özgürlüğü, düşünceyi açıklama özgürlüğü, 26’ncı madde, çok net, bu yönüyle Anayasa’ya aykırı; basın hürriyeti, basın özgürlüğüne aykırı; yine, haberleşme hürriyetini düzenleyen 22’nci maddesi; özel hayatın gizliliğini düzenleyen 20’nci maddesi; temel hak ve hürriyetleri düzenleyen 12’nci maddesi. Hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasını düzenleyen 13 ve 15’inci maddeyi özellikle dikkatinize sunmak istiyorum, savaş, seferberlik ve olağanüstü hâllerde milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmeme kaydı getirilmiş; ya, siz bunu bile dikkate almıyorsunuz, yani sanki Türkiye bir savaşta, sanki olağanüstü hâl var, sanki sıkı yönetim var, böyle bir durumda bile sizin temel olarak ulusalüstü belgelere riayet etmeniz gerekiyor. Burada açıkça despotik bir yaklaşım var, çoğulculuk temelinde Parlamentoyu işlevsiz hâle getirme ve neticede şunu söyleme hâli var: “Anayasa’ya aykırı olabilir ama ben iktidarım, bu yasayı Anayasa’ya aykırı bir şekilde oylar, geçiririm; isterseniz Anayasa Mahkemesine gidin.” Bunun örnekleri var, Anayasa Mahkemesinden dönenler de var, dönmeyenler de var. Şimdi, iktidar diyor ki: Anayasa Mahkemesini de ele geçireyim -ki o konuda birçok şaibe var- oraya gittiğinde de geri gelmesin yani ben kaynaktan bu işi çözeyim.

Ya, bu Parlamento eğer önündeki Anayasa’ya aykırı kanun çıkarmaya devam ederse Anayasa ve yasalar arasındaki makas giderek açılacaktır ve bu dönemde AKP’nin en büyük mahareti; hiçbir hukuk ilkesini, hiçbir anayasal ilkeyi, hiçbir uluslararası sözleşmeyi özellikle dikkate almadan kendi menfaatleri, kendi istekleri, kendi ihtiyaçları -hele hele seçim sürecinde kendi ihtiyaçları- doğrultusunda kanun yapma pratiğini bu ülkeye artık getirmek oldu ama az kaldı, siz de gideceksiniz, bu pratiğiniz de bitecek.

İYİ PARTİ İZMİR MİLLETVEKİLİ MÜSAVAT DERVİŞOĞLU: Bugün böyle bir kanun teklifiyle ilgili olarak Meclis kürsüsünde bulunmaktan ziyadesiyle muzdaribim. Dünyada eşi benzeri olmayan ve ülkemizi üçüncü dünya ülkeleriyle aynı skalaya sokacak bu yasal düzenleme girişimi tarih sayfalarında kara bir leke olarak yer alacaktır. Oysa 25 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ilan edildikten iki gün sonra tüm gazeteler sansürsüz olarak yayımlanmaya başlanmıştı. Bu tarihten itibaren farklı düşüncelerde yüzlerce gazete ve mecmua yayın hayatına yeniden girmişti. Aradan geçen yüz on dört yılda basın-yayım ve iletişim teknolojileri değişti, bilgi ve telekomünikasyon dijitalleşti, ayrıca İstibdat Dönemi’nden bugüne tevarüs eden sansür ve baskıya dayalı yönetim anlayışı maalesef ve maatteessüf değişmedi.

Bugün tüm dünya kabul etmektedir ki 21’inci yüzyılın başlangıcında “web 2.0” olarak da ifade edilen sosyal medya mecrası, bireylerin kendilerini özgürce ifade ettikleri bir yer olma niteliği taşımaktadır. Bunun yanında, sosyal medya tüm nimet ve külfetleriyle yeni bir kavram ve vakadır, tüm dünyanın yarısının kullandığı milyarca dolarlık da bir endüstridir. Bu geniş kullanım zemininde elbette bir kanuni düzenleme ihtiyacı da bulunmaktadır. Bize göre yapılması gereken sıhhatli bir çalışma, doğru bir müzakere, ortak akıl ve tüm paydaşların katılımıyla kişiye ve kamu barışına karşı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenmiş somut suç tanımları üzerinden bir sosyal medya kanunudur. Nitekim gelişmiş demokrasilerde ihdas edilmiş sosyal medya kanunları, hakaret, tehdit, nefret söylemi ve terör propagandası gibi konularda somut suç tanımlamalarını esas almıştır. Nitekim, her ne hikmetse, çok beğendiğiniz Alman sosyal medya yasası ırkçı nazi söylemleriyle halkı düşmanlığa ve şiddete teşvik eden, barışçıl kamu düzenini hedef alan, çocuk pornografisi içeren ya da terör örgütü propagandası niteliği taşıyan içeriklere cezayı esas kılmıştır. Ancak iktidar partisi ortak akıl ve demokratik temayülleri nazarıdikkate almadan iyi niyetli olmayan bu yasayı dayatmayı, sansür ve baskıyı dijital mecraya taşımayı tercih etmiştir.

Üzerine konuştuğumuz kanun teklifi Anayasa’mızın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesiyle de açıkça çelişmektedir. Çünkü kanun teklifinde kanunilik ilkesi karşılanmamakta, aksine, öngörülemez ve belirsiz unsurlar esas alınmaktadır. Bu noktada, nihai amacın sosyal medyayı kontrol altına alarak muhalif paylaşımların önüne geçmek olduğu, asıl niyetin bu olduğu bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Kanun teklifinin 29’uncu maddesiyle yalan haberin cezalandırılması girişimi hakikati tanımlama yetkisini iktidarın kontrolüne devretmek anlamına geliyor. Hakikatin iktidar tarafından belirlendiği bir siyasal düzende yalan da iktidar tarafından belirlenecek ve şayet cezalandırılacaksa bunun adı demokrasi değil, istibdatdır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Bu kanun teklifinin yasalaşması hâlinde gerçeğin iktidarın hoşuna gitmeyen bir boyutunun dile getirilmesi kolaylıkla gerçeğe aykırı bilginin yayılması olarak nitelendirilebilecektir. Dezenformasyona karşı mücadele söylemi üzerinden ilk önce meşrulaştırmaya, şimdi ise kanunlaştırılmaya çalışılan teklifin asıl hedefi -tırnak içinde söylüyorum- ak formasyondur. Bu kanun teklifi, atanmış idari kurumları yargıya mahsus yetkilerle donatma, geleneksel medya araçlarındaki sansür ve baskıyı dijital mecralara taşıma, muğlak ve soyut ifadeler üzerinden kanunlara göre suçlu belirlemek için değil, suçluya göre kanun yapma girişimidir. Türk Ceza Kanunu mevcut hâliyle kişiye, kamu barışına ve dezenformasyona karşı işlenen suçlara gerekli cezai yaptırımları uygulamaya elverişliyken tespiti oldukça güç, uygulamada zorluk çıkaracak mahiyette çerçevesi belirsiz ve ziyadesiyle muğlak olan 217/A maddesini eklemek Türk Ceza Kanunu'nda var olan bir noksanlıktan değil, iktidarın siyasi ve sivil toplumu baskı altına alma arzusundan kaynaklanmaktadır. Kanun teklifinde alenen yayma kapsamının belirsizliği siyasi iktidarın niyet okuyarak cezalandırma yoluna tevessül ettiğinin de açık bir göstergesidir. Sözüm iktidar partisinin milletvekillerinedir; adı iletişim, görevi propaganda olan Başkanlıktan gelen bu tasarıyı komisyonda istemeye istemeye savundunuz ve gördüğünüz hataları düzeltmek için herhangi bir gayret sarf etmeden de Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine taşıdınız.

Nedir bu yasadan muradınız? Dezenformasyonun engellenmesi. Öyle mi? Kusura bakmayın ama dezenformasyon AK PARTİ’nin engellemek istediği değil, tekelleştirmek istediği bir sahadır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının varlık sebebi ve varlığını idame ettirmesinin yegâne yolu ve yöntemi budur. Eski yol arkadaşlarınızdan öğrendiklerinizi ne güzel de uyguluyorsunuz. “Yeliz” nicknameli milletvekilinizden ve trol ordusu kuran bakanınızdan başlayıp adı “İletişim”, görevi propaganda olan Başkanlığınıza kadar bu işi şu aşamaya getiren aslında sizlersiniz. Son kırk yıllık siyasi ve son yirmi yıllık iktidar mücadelenizi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesine ve kazanımlarına karşı dezenformasyon yaparak icra ettiniz. Partinizde en az 4 farklı sosyal medya trol ordusu var. Başta İçişleri Bakanınız olmak üzere, Goebbels Fahrettin Bey’e, belediye başkanlarının fonladığı trol çiftliklerine kadar kurulmuş çok sayıda dezenformasyon grubu var içinizde. Siz, siyasal gücünüz nispetinde cüret eden, cüreti nispetinde de cumhuriyetin kazanımlarına hasımlık eden bir iktidar olarak Türk siyasi tarihine geçeceksiniz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Geçmişten bugüne yürüttüğünüz dezenformasyon, ister konvansiyonel basın yollarıyla olsun ister sosyal medya trolleriyle ister açıktan olsun ister zımni yollarla ister pervasızca olsun ister korkakça, daima Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu ilkelerini hedef almıştır. Devletin kuruluş tapusu olan Lozan'dan, devletin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e kadar hedef aldığınız her temel değer ve ilkeyle kayıp nesiller yetiştirdiniz; bu ideolojik duruşun tarafı ve temsilcisi olduğunuz için de iftihar edin, kendinizle istediğiniz kadar övünün ama Türk milleti sizi asla ve kata affetmeyecektir. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, geldiğimiz bu noktada, iktidarınızın son kertesinde, devlet olduğunuz zannı içinde olmanız ifade ettiğim siyasi gerçekleri görmenize engel teşkil etmektedir. Şunu anlayınız: Türk devlet geleneği kişilerle ve gruplarla müsemma bir yapı değildir ve asla olmamıştır. Size tavsiyem şudur: 5 bin yıllık Türk devlet geleneğiyle yirmi yıllık iktidarınızı mukayese etmeye kalkışmayınız; iktidarınızı kaybettiğinizde, bugüne kadar icra ettiğiniz tarihsel çarpıtmaların tamamı unutulacak; kurtuluş ve kuruluşa dair yalan ve iftiralar hatırlanmayacak ancak Atatürk'ün kurduğu büyük Türkiye Cumhuriyeti devleti ilelebet var olacaktır. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bu sansür ve baskı yasasının muhtevası yönüyle bir de ironik yanı var çünkü eğer mesele, memlekette endişe, korku ve paniği tetiklemekse hiç kimse bu konuda AK PARTİ'nin eline su dökemez. Soruyorum sizlere: Mesela “Camide içki içtiler.” diye yalan söyleyerek toplumu provoke eden kimdi? Mesela, Kabataş manipülasyonunun arkasına sığınarak siyasi rant devşirmeye kalkışanlar kimlerdi? Mesela, terörist başı ve kardeşiyle iş birliği yaparak devletin basın organları üzerinden seçim propagandası yapanlar kimlerdi? Mesela, SPK Başkanının trilyonluk mal varlığını, kardeşinin ve eski eşinin servetini sormayıp kulağının üstüne yatanlar kimlerdi? Eğer yalan haber yasaklanacaksa ilk önce kamu kaynaklarıyla beslediğiniz trollerinizi tasfiye ediniz, bunu siz yapmazsanız başkaları yapıyor. İnanmazsanız Twitter’ın 2020 yılında AK PARTİ’yle ilişkili 7 binden fazla hesabı kapattığına dair haberlere bakabilirsiniz. Saray medyasının kara propaganda çarkını finanse etmekten lütfen artık vazgeçiniz. Eğer yalan bilgiyi yaymak yasaklanacaksa milletin değil, iktidarın enflasyon verilerini açıklayarak işçinin, memurun, emeklinin hakkını gasbeden TÜİK Başkanını görevden alın. Dezenformasyonla mücadelede önemli bir adım atmış olurusunuz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Görünen o dur ki Adalet ve Kalkınma Partisi azalan toplumsal desteğini tahkim etmek için cehaleti ödüllendirmekte, dezenformasyonu beslemekte, gerçekleri ifade eden siyasal ve sivil toplum mensuplarını cezalandırmaktadır. Bu kanun teklifi dezenformasyonun değil, dezenformasyonun ifşa edilmesinin engellenmesine yönelik olarak hazırlanmıştır.

Sayın milletvekilleri, aziz milletim; iktidara göre Türkiye'de yoksulluk, yoksunluk, hayat pahalılığı yok, bunu söyleyenler yalancı. İktidara göre Türkiye’de örtülü bir istila yok, demografik tehdit yok, sığınmacı ve kaçak göçmen sorunu yok. Bunu dile getirenler provokatörler. İktidara göre Türkiye’de adaletsizlik, hakkaniyetsizlik, liyakatsizlik yok. Buna isyan edenler dış güçlerin maşası.

Yahu milletin gerçekleriyle iyice bağınızı koparmışsınız. Bakın, biz milletimizle iç içeyiz, Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener’in liderliğinde çiftçiyi dinliyoruz, sanayiciyi dinliyoruz, esnafı dinliyoruz, gençleri dinliyoruz ve bu kürsüden sessiz çoğunluğun sesi olmak için de gayret sarf ediyoruz. Her geçen gün yoksullaşan, bugünü ve istikbali elinden çalınan, baskı ve sansürle susturulan, sindirilen, konuşturulmayan sessiz milyonların sesi olmaya çabalıyoruz. Peki, biz milletimizi dinlerken siz kimi dinliyorsunuz? Siz sadece birbirinizi dinliyorsunuz ve işte, bu yüzden kaybetmeye mahkûmsunuz. Bu yüzden ilk seçimden itibaren tarih yazan değil, tarih olan tarafta bulunacaksınız. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ve milletvekilleri simüle edilmiş bir gerçekliğin içinde kaybolmuş durumdadırlar. Bu yasaya gelene kadar birçok sorunumuz var ve keşke onları ele alsaydınız. Eğitim, sağlık, ekonomi, toplumsal ve… Her bir kurum sorun yaşamakta. Örneğin, eğitim alanında okul yöneticisinden öğretmene, velilerden öğrenciye her bir bileşen sistemden umutsuz ve dertli. Öğrenme eksiklikleri öğrenme yoksunluğuna dönüşmüş, binlerce öğrenci ortaöğretim çağında işe yaramayan liselere kayıt olmak mecburiyetinde bırakılmış. Üniversite kazanan çocuklar yurt bulamıyor, karnı aç derse gidiyor. Binlerce üniversite mezunu üç harfli marketlerde günde on iki saat ayakta asgari ücret için çalışıyor, önce bunlara çare bulun. Bunu yapamayanlar, bu sorunların dile getirildiği sosyal medyayı kontrol altına almaya çalışıyor, asıl yapmak istediğiniz budur. Şimdi, bu kanun teklifiyle birlikte yüzleşmediğimiz gerçeklerin çarpıtılması amacıyla o çok sevdiğiniz yönteme başvuruyorsunuz yani fiilî duruma hukuki çerçeve çiziyorsunuz. Türk milletini yönetme şerefine nail oldunuz ancak Türk milletinin hasletlerini hiçbir zaman tam ve kâmil bir şekilde tanıyamadınız, içselleştiremediniz. Türk milleti baskıya, zulme ve istibdada boyun eğmez, bunu görmediniz. Bu büyük millet hiç merak etmeyin ki sizi gerçeklerle tanıştıracak. İşte sandık geliyor, biz de milletimize bu müjdeyi veriyoruz ve az kaldı diyoruz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi, Türkiye’de her alanı siyasallaştırarak kutuplaştıran bir iktidardır ancak biz İYİ Parti olarak Türkiye’yi popülist siyasetin kutuplaştıran zehirli diline teslim etmeyeceğiz. Biz böldüğünüz, kutuplaştırdığınız, ayrıştırdığınız her mecrada milletin sesi olmaya devam edeceğiz. Çünkü biliyoruz ki bölerek idare etmek kolay, birleştirerek büyütmek zordur çünkü yoksulluğu yönetmek kolay, refahı paylaştırmak zordur, biz sizin yapamadığınızı yapmak için buradayız. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Biz devlet yönetmeye namzet bir siyasi parti olarak projelerimizle ve liyakatli kadrolarımızla gelecek yirmi yılın tasavvurunu ortaya koyarken siz dönüp son yirmi yılın muhasebesini yapmaktan korkuyorsunuz. Sarayın yalanlarının milletin gerçeklerine yenilmesinden endişe ediyorsunuz. Adaletin tecellisinden, rant düzeninin çökmesinden, ayrıcalıkların ve zenginliklerin yerini kolektif bir vicdan muhakemesine bırakmasından korkuyorsunuz. Ancak size kötü bir haberimiz var; “Kral çıplak!” diyenleri aforoz edip aynı çarpık yolda yola devam etmek mümkün değildir çünkü yapılacak ilk genel seçimle birlikte yolun sonuna gelinmiştir. Gücü geçici olarak elinde bulundurmanıza ya da yargı üzerindeki hâkimiyetinize güvenerek siyasallaştırdığınız her bir devlet kurumunu istikbaliniz üzerindeki muhtemel etkileri nazarından da dikkate alınız çünkü adaletin bir gün herkese lazım olacağı hakikati tecrübeye muhtaç bir husus değildir. AK PARTİ iktidarı gerçeklerin konuşulmadığı, hatalarının yazılmadığı, kusurlarının üzerinin örtüldüğü bir siyasal zeminde tüm sorunların ortadan kalkacağına inanıyor ancak işsizlik konuşulmadı diye istihdam artmaz, yanlış ekonomi politikaları eleştirilmediğinde döviz kuru düşmez, TÜİK’in manipüle edilmiş verileriyle milletimizi kuşatan enflasyon da asla azalmaz. Bu teklif iktidar tarafından dezenformasyonla mücadele kanunu olarak tanımlanmaktadır. Oysa bu teklif iktidarın kendi yöntemleriyle hiperenflasyonu, yolsuzlukları, liyakatsizlikleri saklama teklifidir.

Yirmi yıldır Türkiye’yi yöneten bu Hükûmet, enflasyonu, yolsuzluğu, liyakatsizliği, dış politikadaki aymazlıkları, kısaca sebep olduğu ancak çözmeye muktedir olamadığı tüm sorunları konuşturmama, sansürleme ve üstünü örtme yoluna tevessül etmektedir. İktidar partisinin en büyük alametifarikası geçmişte sebep olduğu kriz ve sorunlara kısmi çözümler getirmekle övünmektir. Sansür ve istibdat düzenine sarılma hevesinizin asıl sebebi de budur. Adalet ve Kalkınma Partisi basını kendi varlığını idame ettirebilmek için ikna siyasetinin bir aparatı olarak görmektedir. Sayın Erdoğan’ın “prompter”la katıldığı canlı yayınlar ve köşe yazarlarına verdiği aleni talimatlar iktidarın arzu ettiği medya düzeninin müşahhas delilleridir.

Komisyonda defaaten ihtar ettiğimiz hususları bir kere de buradan ifade ediyoruz. Türk Ceza Kanunu muğlak, net olmayan, subjektif değil, somut olgular ve objektif tanımlara dayanarak ceza öngörüsünde bulunur çünkü demokratik hukuk devleti niyet okumaz, demokratik hukuk devleti mülahazalara göre değil, eylemlere göre karar verir. İktidarın bu kanun teklifiyle basın ve ifade özgürlüğü ortadan kaldırılacaktır, toplumda ağır bir sansür baskısı tahkim edilecektir, vatandaşlarımızın haber alma hakkı engellenecektir, milletimiz içinde yaşadığı gerçekleri ifade edemez hâle gelecektir. Bu kanun teklifiyle yargıyla müsemma görev ve yetkiler bürokrasiye devredilecektir.

Merak ediyoruz, 21’inci yüzyılda Türkiye’yi George Orwell’in “1984” adlı distopyasına sürükleme isteğinizin sebebi ve kaynağı nedir? Aziz milletimizi baskı ve sansürle sınayan, yoksulluğa ve yoksunluğa sürükleyen saray ve çeperindeki rant odakları şunu iyi bilsinler: Bu fetret dönemi er ya da geç sona erecektir. Unutulmamalıdır ki her şey zıddıyla kaimdir. Eğer çevresi rantçı yandaşlarla kuşatılmış bir tek adam rejimi varsa ve tüm karar ve kanunların meşruiyeti bu azınlıksa o hâlde tarihte olduğu gibi bugün de vasatın vesayetine dur diyecek bir millî irade tecelli edecektir. Türk milletine çektirilen ezanın ve cefanın karşısında toplumu baskıdan, sansürden ve yasaklardan; milletimizi içine hapsedilen derin yoksulluktan kurumlarımızı liyakatsiz yönetim anlayışından, bürokrasimizi ciddiyetsizlikten ve partizanlıktan ve millî iradenin teveccühüyle Türkiye'yi bu ucube düzenden kurtaracak bir iktidar mutlaka iş başına gelecektir. Bu kötü gidişatı seçimlere kadar uzatabilirsiniz ancak sonucu asla değiştiremeyeceksiniz, değiştiremezsiniz. İYİ Parti olarak Meclise dayatılan ve adı “deformasyon yasası” diye anlatılan bu ak formasyon yasasına sonuna kadar karşı olacak ve ret oyu kullanacağız.

MHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ FETİ YILDIZ: Kanun teklifi Dijital Mecralar Komisyonu ve Adalet Komisyonunda görüşülerek nihayet uzun bir tatilden sonra Genel Kurula getirildi. Her 2 komisyonda milletvekilleri, uzmanlar, meslek örgütleri, sendikalar süre sınırı olmadan görüş ve önerilerini dile getirdiler. Komisyonlarda kanun teklifi üzerinde bazı değişiklikler yapıldı, Genel Kurulda da bazı değişiklikler yapılabilir. Öncelikle, katkı sunan herkese teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, bu yasayla özgürlüklerin kısıtlanacağı, basına sansür getirileceği, haber yapan, yazan herkesin hâkim karşısına çıkarılacağı seçimlerin yapılmasının bile tehlikeye gireceğini iddia edenleri gördük. Komisyon sıralarında cep telefonuyla naklen yayın yapan, tirat atan arkadaşlar gördük. Sosyal medyanın bir ahlaki yenilenmeye ihtiyacı olduğunu söylediğimiz anlarda kısık bir sesle “Haklısınız.” diyen milletvekillerini gördük. Emperyalizmin inşa ettiği sosyal medya ahlakını savunanları gördük. Ülkemize karşı yürütülen algı operasyonlarının, milletimize karşı kurgulanan kumpasların iş birlikçilerini gördük. Dünyanın her yerinde maliyeti düşük darbeler peşinde koşan derin Amerika’nın istasyon şeflerini gördük. Küresel güçlerden siyasetimize müdahale talep edenleri gördük. Uluslararası kuruluşların hiçbir soruna çare üretemediğini gördük. Naylon gazetelerle her ay yüz binlerce lirayı hortumlarken emek, özgürlük sloganı atanları gördük. İktidara karşı yayın yapmak şartıyla yurt dışından fonlanan medya kuruluşlarını gördük. Grup toplantısında İbrahim Temo gibi slogan atanları gördük. Kapitalizmin satın aldığı solun, dünyada artık ciddiye alınmadığını gördük. Her iddiası gün batmadan çöpe atılan politikacılar gördük. Sivil toplum örgütü maskeli yalan üretim merkezleri gördük. Bağımsızlığımıza göz diken yeni mandacılar gördük. Onlar karşında hayata, hikmet ve hakikat gözüyle bakan derviş gönüllü dava adamlarını gördük. (MHP sıralarından alkışlar) Siyasi duruşumuzu tarihin defalarca doğruladığını gördük. Millet olma hâlinden daha güçlü bir yapının bulunmadığını gördük. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, ahlak ve hukuk kurulları toplumsal düzeni sağlayan kurallar olması nedeniyle birbirinin içine geçmiş kurallardır. Birçok hukuk kuralı aslında bir ahlak kuralıdır. Bu iklime yabancı olanların fikren çölleşmiş dünyalarını kovayla su taşıyarak yeşertemeyeceğimizi de biliyoruz. Anlatacağız, anlatmaya devam edeceğiz, ihanet odaklarını bir bir deşifre edeceğiz ve adaleti yeryüzüne hâkim kılacağız, mimarını da Türk milleti yapacağız.

Sayın milletvekilleri, internet ortamının sınır tanımayan olgusu, hızlı erişim ve geniş paylaşım kolaylığı beşinci kol faaliyeti olarak ortaya sürülen yalan veya yanlış bilgi ve içeriklerin gösterilen şekilde kabul edilmesini sağlıyor. Günümüzde habere ve bilgiye ulaşmak için genel olarak sosyal medya kullanılmaktadır, ürün ve hizmetlerin tüketiciye sunulmasından siyasal iletişim kampanyalarına kadar hayatın her alanına hâkim olduğu görülmektedir. Bu baş döndürücü gelişmelerle birlikte sosyal ve hukuki problemler oluşmuştur. Buna karşı, sosyal ağ sağlayıcılarının veya dijital dünyanın arka planında rol alan aktörlerin geniş çaplı kullanıcı sayılarıyla kullanıcı verilerinden yararlanarak elde ettikleri milyarlarca dolara, gelire ve özel bilgiye rağmen kişi dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği, ailenin korunması, temel hakların korunması gibi ihtiyaç duyulan önleyici ve koruyucu mekanizmaları geliştirmedikleri veya etkin tedbir almadıkları, kullanıcıların ve devletlerin haklı taleplerine direnç gösterdikleri görülmektedir. Temel hak ve özgürlükleri korumak devletin görevidir. Her Türk vatandaşı millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürmek, maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hakkına sahiptir. Dinamik olan bu süreci yönetebilmek için bu alanda yeni düzenlemeler yapılmasına ihtiyaç olduğu herkesin kabulüdür. Bu teklifle 23 kanunun 51 maddesinde değişiklik ve 13 yeni madde ihdası düşünülmektedir.

Sayın milletvekilleri, kanun teklifinin Anayasa’ya aykırı olduğu iddiası komisyonlarda değerlendirilmiş, oylamalar yapılmış; teklifin Anayasa’ya aykırı olmadığı sonucuna varılmıştır. Bilindiği gibi ceza hukukuna ilişkin evrensel ilkeler sıralamasında kanunilik ilkesi ilk sırada yer alır. Evet, kanunsuz suç ve ceza olmaz. Kanunilik ilkesi, suç ve ceza tekelini elinde bulunduran devlete karşı bireyin özgürlüğünün güvencesidir, bunda bir şüphe yoktur. Düzenlenen ceza normu tartışmaya, keyfîliğe izin vermeyecek şekilde açık, suç tanımında belirsizlik yoktur. Barış içinde bir arada yaşamak için ceza hukuku alanında cezanın da vazgeçilmez olduğu muhakkaktır. Dünyada suçun işlenmediği bir toplum ve toplumsal yapının etkilenmediği bir suç yoktur. Bazı arkadaşların suç ve ceza konusunda suç sosyolojisine uymayan hüküm cümleler kurmakta oldukları görülmektedir. Arkadaşlar, kendimizi gereksiz yere karalamaya gerek yok. 12 Levha Kanunlarında dahi kişinin kişiye karşı işlediği suçlar cevabını bulmuştur.

İhtiyaçlar hiyerarşisinin başında güvenlik ihtiyacı gelmektedir; rahat olun. İnternet ortamının ulusal sınır tanımayan olgusu, hızlı erişim ve geniş paylaşım kolaylığı sağlaması, çok değişkenli ve dinamik küresel ağ yapısı nedeniyle kötü niyetli kişilerin kimliklerini gizleyerek yasa dışı iş ve eylemlerine fırsat tanıdığı da bir gerçektir. İçinizde bu konuda mağdur olmamış bir arkadaşın olduğunu zannetmiyorum. Sahte isimli hesaplarla yasa dışı içerik oluşturup paylaşma, farklı siyasi düşüncelerde olan kişilere, herhangi bir alanda rakip olarak gördüklerine, farklı dinlere veya milletlere yönelik küfür, iftira veya hakaret etmek, karalamak ya da itibarsızlaştırmak amacıyla kullanıldığı durumlarda düzenleme yapılması şart olmuştur. Kanun teklifiyle ileri sürülen itirazları başından beri biliyoruz, dünyadaki uygulamaları biliyoruz; birbiriyle çatışan ve çakışan alanlarda dikkatli ve hassas adımlar atma sorumluluğumuzun da farkındayız.

Sayın milletvekilleri, yalan haberi kasıtlı olarak üretme ve yayma eyleminin yani dezenformasyonun birey ve toplum hayatını da ipotek altına aldığı, vatandaşın gerçek bilgiye ulaşma imkânını engellediği, ciddi bir tehdit olduğu noktasında toplumda ortak bir kanaat vardır. Kültür, finans, sosyal hayat, siyasette yalan ve yanıltıcı bilgi yaymak toplum hayatında ciddi hasarlara sebep olmaktadır. Sosyal medyada insanların onuru, namusu, şerefi ayaklar altına alınmaktadır. Dünyada yalan habere en çok muhatap olan ülke de Türkiye’dir.

Kanun teklifinin 29’uncu maddesinde, sırf halk arasında korku veya panik yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli şekilde yaymak, suç olarak düzenlenmektedir.

Sayın milletvekilleri, ceza hukuku, yalnız, insan hareketlerinin bir fiilden doğan sonuçlarıyla değil, doğabilecek sonuçlarla da ilgilenir. Bu noktada, tehlike kavramı karşımıza çıkar. Tehlike suçlarında suçun işlenerek netice alınması hâlinde, suçla mücadelede geç kalmış olursunuz. Ceza hukukunu ilgilendiren bu tehlike, bir nevi bir tür neticedir. Bu suçun oluşabilmesi için şu 4 şartın bir arada gerçekleşmesi gerekir: Bir özel kast, iki gerçeğe aykırı bilgi, üç suçun kamu barışını bozmaya elverişli olması, dört alenen yaymak. Bu suçun taksirle işlenmesi mümkün olmadığı gibi icra hareketleri kısımlara bölünüyorsa suça teşebbüs de mümkündür. Bir tek kişi tarafından işlenebileceği gibi birden çok kişi tarafından iştirak hâlinde de işlenebilir.

Sayın milletvekilleri, hâkimler anayasa, kanunlara ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verirler. Kovuşturma aşamasında yargılama konusu fiilin yazılı suçu oluşturup oluşturmadığı konusunda duraksama oluşursa hâkim tarafından yapılacak hukuki değerlendirmeler hariç olmak üzere bilirkişi heyetinden rapor istenebilir. Bildiğiniz gibi usulüne uygun yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmalar kanun hükmündedir. Bu itibarla, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesiyle güvence altına alınan düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırlarının aşılıp aşılmadığı yönünden değerlendirme yapılırken, görev ve sorumluluk da yükleyen bu özgürlükler kullanılırken demokratik bir toplumda millî güvenliğin toprak bütünlüğünün ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın ve ahlakın yanında, başkalarının hak ve şöhretlerinin korunması için bazı yaptırımlara tabi tutulabilir. Bunun dünyanın her tarafında böyle olduğu da unutulmamalıdır.

İfade özgürlüğü mutlak bir hak niteliğinde değildir. Şu hususu belirtmeliyiz: Dezenformasyona konu içerik, doğrudan asılsız bir bilgi olabileceği gibi tahrif edilmiş bir bilgi de olabilir. Kamu barışına yönelik suçların kapsamında ihdas edilen bu suç, bölümde yer alan diğer suçlardan farklı bir alanı düzenlemektedir. Suçun oluşması için yasanın aradığı unsurların bulunması hâlinde fail bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Suçun, failin gerçek kimliğini saklamak suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde temel ceza yarı oranında artırılır. Kamu barışına karşı işlenen suçların ortak hükümleri Türk Ceza Kanunu’nun 218’inci maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre -kanundan okuyorum- haber verme sınırını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları bu suçu oluşturmaz. Yani bu tabelaları burada keyfinize göre yapmışsınız ama bir gerçekliği göstermiyor. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Gerek Anayasa’nın 26’ncı maddesinde düzenlenen düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti gerekse basın özgürlüğü, Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesiyle koruma altına alınan, haber verme hakkı kapsamını aşmayan, eleştiri amacını taşıyan ifadeler bu 29’uncu maddedeki, düzenlemedeki suçu oluşturmaz. Hukuk, kendi düzeni içerisinde kendiyle çelişkiye düşmez. 218’inci maddeyi size bunun için okudum.

Değerli arkadaşlar, Anayasa’da ifade edilen “Kanunsuz suç ve ceza olmaz.” ilkesi gereği olarak suçların tanımlanması ve ceza yaptırımları koyma yetkisi sadece Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir. “Suçta ve cezada kanunilik” ilkesinin doğal sonucu olarak ceza kanunlarının uygulanmasında kıyasa ve genişletici yoruma yer yoktur, bunun için rahat olun. Suç, tipe uygunluk, hukuka aykırılık, kusurluluk niteliklerine sahip bir eylemle ceza normunun ihlalidir yani biz kafamızdan burada herhangi bir suç ihdas etmiş değiliz.

Değerli arkadaşlar, Komisyonda bir Yargıtay üyesini dinledik. O, 8. Ceza Dairesindeki arkadaşın verdiği kararları biliyoruz, burada anlatırsam yüzünüz kızarır. Siyasi bir aktivist gibi davranan bu kişiden hiç kimsenin, hukuk dünyasının öğreneceği bir husus yoktur. Maddede yazılı suçu oluşturan fiiller açıkça tanımlanmış ve suçun unsurları net olarak gösterilmiştir, burada bir keyfîlik ve belirsizlik yoktur. Tehlike suçlarının ifade özgürlüğünün kullanması bakımından etrafında duraksamalara, yanlış anlamalara elverişli bir alan yarattığını biliyoruz. Bunun için, bu kanun teklifi yazılırken dünyadaki bütün uygulamalar gözden geçirilmiştir. Tehlike suçları, bu tip suçlar ülkelerin çoğunda, neredeyse dünyadaki 196 devlette çeşitli şekillerde ceza kanunlarında vardır. Almanya’nın -demin bir arkadaşımız söyledi- 2017 yılında bu suçlarla, dezenformasyonla mücadele için çıkarmış olduğu yasada eğer içerik müracaat edildiği hâlde -haklı bir sebep yokken- çıkarılmazsa 50 milyon euroya kadar para cezası; bu -insanın şerefi, haysiyeti- toplumda bir materyalle işlenirse beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması hükmü vardır. Diyeceksiniz ki: “Alman Ceza Kanunu’nda tek başına böyle bir düzenleme yok.”

CHP İZMİR MİLLETVEKİLİ AHMET TUNCAY ÖZKAN: Anayasa Mahkemesi kararlarında diyor ki: “Özgürlük alanlarının sınırlarını Türkiye Büyük Millet Meclisi, Parlamento belirler.” Yasalar bu nedenle vardır, yasa yapıcılar bu nedenle vardır, parlamentolar bu nedenle vardır çünkü özgürlük çok kıymetli bir şeydir, onu elinizden kaçırdığınızda onu tekrar kazanabilmek için bir Atatürk'e, bir Kuvayımilliye'ye, bir Ulusal Kurtuluş Savaşı'na ihtiyaç duyarsınız, yoksa yoktur. (CHP sıralarından alkışlar) Bakın coğrafyalar Atatürksüzlükten, Kuvayımilliyesizlikten yıkılan devletlerle dolu, paramparça olan devletlerle dolu. O zaman varlığımızda, güvenlik içinde yaşadığımız toplumlarda neye sahip çıkacağız? Özgürlüğe sahip çıkacağız. Peki, özgürlüğe sahip çıkmak ne demektir? Özgürlüğe sahip çıkmak elinde sopası olanın yanında olmak demek değildir; özgürlüğe sahip çıkmak sopanın hüküm süremeyeceği bir düzenin yanında olmak demektir. Eğer siz, milletinizi sopalarla koruyacaksanız, onu koruyamazsınız. Eğer siz, milletinizi yasaklarla koruyacaksanız, koruyamazsınız. 1933’te Mustafa Kemal Amerika’dan bir eğitimci getirmiş, dönemin çok meşhur bir eğitimcisi; Anadolu halkının eğitilebilirliği üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kütüphanesinde 32 sayfalık bir raporu var. Adam -Amerikalı eğitimci- Anadolu’yu gezmiş, bir rapor vermiş, “Anadolu halkı eğitilemez.” diyor. “Neden eğitilemez?” diye sormuşlar. “Çünkü Anadolu halkı yarı çıplak ve aç.” diyor, “Yarı çıplak ve aç.” O Anadolu halkının, yarı çıplak ve aç Anadolu halkının gazeteleri var, ajansı var, gazetecileri var ve Mustafa Kemal’e ağır hakaret var. Mustafa Kemal dava açmış, bir tören sırasında Mahmut Esat Bozkurt’a soruyor, “Ne oldu benim dava çocuk?” diyor, “Efendim, kaybettiniz.” diyor, “Ya, öyle mi? Boynumuz kıldan ince.” diyor. O günden bugüne geldiğimiz yer, o günkü ruhun hâkim olması gereken bir yerdir.

Ben anlatacaklarımın büyük bir kısmını size kendi yaşadıklarımdan hatıralarla süsleyeceğim. Bu gazetecilik nedir bir anlamanızı istiyorum. Körlerin fil tarifi gibi… Sayın Grup Başkan Vekilime göre bu gazeteciler iyi insanlar.

Oturulur, konuşulur, hoş sohbet güzel ama yani “Ama” var, şimdi o “Ama”yı anlatacağım size; o “Ama” neye karşılık geliyor? 16 Aralık 1993, sabaha karşı saat dört buçukta telefonum çaldı, o zaman Kanal D’nin başındayım, Doğan Grubu medyasının da Genel Yayın Yönetmeniyim. Telefon çaldı, telefonu açtım; arayan, havaalanındaki Sayan Büfede gazete dağıtan çocuk. Dostuz, arkadaşız. Nasıl oluşmuş? Yıllarca gidip gelirken kitap alışverişi yapmışız, yorum yapmışız. Allah rahmet eylesin, karaciğer yetmezliğinden öldü; ailesini saygıyla selamlarım. “Ağabey, Abdullah Öcalan’ı getirdiler. Böyle, 50 metreden gördüm, sisler içinde bir uçak indi. Bir otobüse bindirdiler, galiba bir adaya götürüyorlarmış.” dedi. “Bak evladım, senin söylediğin şey çok önemli bir şey. Gördün mü?” dedim, “Ağabey, gördüm.” dedi. “Lan oğlum, evladım, nasıl gördün?” dedim, “Ağabey, bayağı karşımda, capcanlı gördüm.” dedi. Adam Kenya’da diye biliyoruz. Bunun üzerine ben hemen kalktım; bütün arkadaşlarımı, Kanal D’deki bütün haber merkezini seferber ettim; herkes sabah o saatte evinden çıktı, haber merkezine geldi, oturdu. İki tane talimatım var: “Bir, Amerika’daki bütün arkadaşlardan derhâl bu konuyla ilgili bilgi alın; iki, Avrupa’daki bütün arkadaşları, bütün temsilcilerimizi uyandırın, bunu takip etsinler.” Üç: Bana düşen ödevler var. Hemen sabah saat beş buçukta, altıya çeyrek kala MİT Müsteşarını aradım. Allah rahmet eylesin, çok iyi bir eşi vardı; hanımefendi açtı telefonu, dedi ki: “Şu an banyoda yani veremem telefona.” “Peki, sonra beni arasın lütfen.” dedim. Saat yedi buçukta beni kendisi aradı. Dedim ki: “Efendim, Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiğine dair bir bilgi var, bu bilgiyi sizden teyit etmek istiyorum.” “Türkiye’de 1 tane MİT var, 2 tane yok. O bir tek MİT Müsteşarı olarak söylüyorum ki Abdullah Öcalan Türkiye’de değil.” dedi. “Peki, teşekkür ederim.” dedim, kapattım ama içim içimi yiyor. Çocuğu aradım tekrar, “Gördün mü gözünle?” dedim, “Gördüm gözümle Ağabey.” dedi. “Peki.” dedim. Güvenlik kaynaklarını aradım. “Yok.” diyorlar. Saatin olgunlaşmasını bekledim, rahmetli Cumhurbaşkanımız, o dönemki Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel'i aradım, “Toplantıda.” dediler. Sayın Başbakan Bülent Ecevit'i aradım, Rahşan Hanım çıktı, “Bülent Bey şu anda bir görüşmede.” dedi. Bülent Bey’in bir görüşmede olduğu benim için yüzde 45 olguyu doğruladı ama bilgi yok, bir kaynaktan bilgi alamıyorum. Bunun üzerine Amerika’daki Kozluklu arkadaşımı ben aradım. “Fuat bir şey var mı, ne oluyor, böyle bir bilgiye sahip miyiz?” Bir iki saat içerisinde -yolda geliyorum bu sırada- Amerika’daki arkadaşım “Kenya'da bir operasyon olmuş.” dedi. Bunun üzerine inisiyatifi aldım ve “Girin arkadaş haberi Abdullah Öcalan'ın Türkiye’de.” dedim, sabah saat dokuza çeyrek vardı. O gün herkes o saate kadar, Sayın Başbakan basın toplantısı yapana kadar herkes beni yalanladı, Türkiye’de herkes “Yalan bu haber.” dedi, haber doğru çıktı. Abdullah Öcalan Türkiye’deydi. Ben bunu Abdullah Öcalan’ın nasıl yakalandığını “Operasyon” diye bir kitap hâline getirdim. Abdullah Öcalan’ın kendisine de avukatları aracılığıyla ulaştım “Nasıl yakalandığını sordum?” 34 sayfadan oluşan bir bilgi notu gönderdi, ben de o bilgi notunu “Operasyon” kitabının giriş kısmına koydum. Bu yazarlık faaliyetimden dolayı Ergenekon terör örgütünden içeri alındığımda, altı yıllık mahpusluğum süresince PKK’yı yöneten 16 Ergenekoncudan 1’i olarak yargılandım. Bana denildi ki: “Savunma yapacak mısın?” “Hayır, savunma yapmayacağım.” dedim. “Niye yapmayacaksın?” dedi. “Bak, Abdullah Öcalan’la görüşüyormuşsun, avukatlarla Asrın Hukuk Bürosu’nda senin görüşmelerine dair notlar çıktı.” “PKK buna çok güler. O yüzden savunma yapmayacağım." dedim. O yargılamanın sonunda bir haberi doğrulatmak, bir entelektüel faaliyet, bir kitap yazmak, bir olguyu anlatmak konusunda bu ülkede geldiğimiz nokta... Mersin’de polisevimize saldırı gerçekleşti, hain, alçakça bir saldırı ve o saldırıda bir polisimiz şehit düştü, Allah rahmet eylesin, saygıyla sevgiyle anıyorum. Bir terörist öldürüldü. Ne oldu terörist öldürülünce? Terörist Cumhuriyet Halk Partili oldu. Kim söylüyor? Taksici söylemiş, taksici öyle beyan etmiş. Kim söylüyor bunu? İçişleri Bakanı söylüyor. Peki, arkadaşlar, haberi yapan, doğrulamaya çalışan kim? Dezenformasyonun kaynağı kim? Bu yasa çıktığında dezenformasyon yaptığı için İçişleri Bakanına, İçişleri Bakanını yanıltan, o terörist konusunda yanlış bilgi veren memurlara, kamu görevlilerine ne yapacağız? Var mı yasada hükmü, var mı? Peki, böyle adalet olur mu, böyle düzen olur mu?

29’uncu madde burada çok tartışılan bir konu, dezenformasyon... Maraş olayları, 1979... Hürriyet gazetesinin Ankara temsilcisi Cüneyt Arcayürek Maraş’a gidiyor -arşivlerden bakabilirsiniz- “Maraş kaynıyor, düdüklü tencere gibi patlayacak." diyor. İktidarda Cumhuriyet Halk Partisi var, rahmetli Başkanımız Bülent Ecevit. Bülent Ecevit Bey bu yazıyı okuyunca Cüneyt Arcayürek’i arıyor, durumu öğreniyor. Sayın Cumhurbaşkanı Korutürk gazeteciyi Köşke çağırıyor, Çankaya Köşkü’ne çıkıyor gazeteci, bilgi veriyor. Bülent Bey’i Cumhurbaşkanı çağırıyor, “Ya, nedir bu gazetecinin yazdığı?” diyor. “Efendim, sıkıyönetim var, sıkıyönetim komutanımızla görüştüm, Maraş’ta bir şey yok.” diyor, “Maraş’ta hiçbir şey olmayacak.” diyor. 1979 yılında Cüneyt Arcayürek oradan geldikten sonra, Maraş’ta bizim utancımızın en büyüklerinden biri oldu, bir gazeteciyi dinlemediğiniz için oldu. Şimdi, siz o gazeteciyi susturmak istiyorsunuz. Dezenformasyon mu haber? Hayır, değil, tarih o gazeteciyi haklı çıkardı.

Size başka bir örnek vereyim: Domuzlar Körfezi. Kennedy çıkarma yapacak; CIA büyük tantanalarla çıkarma raporları hazırlamış, her şey hazır, gidilecek, Castro alınacak, bütün devrimciler yakalanacak, hapse atılacak, mahkûm edilecek.

Domuzlar Körfezi Çıkarması nedeniyle Times gazetesinin muhabiri öğreniyor ve bir yazı kaleme alıyor, “Sakın çıkarma yapmayın.” diyor. “Çıkarma yapacağınız yer bataklık, kullanacağınız adamlar amatör. Bunu yapmayın.” diye bir yazı kaleme alıyor savunma muhabiri. Kennedy CIA’in baskısıyla o gazetecinin yazısını yayınlatmıyor. Domuzlar Körfezi Çıkarması Amerika’nın en büyük utanç vesikasıdır. Gazeteciyi çağırıyor, özür diliyor. O günden sonra -öldürülmesinde bunun çok büyük payı vardır- CIA’i bir daha kabul etmiyor, asla görüşmüyor CIA’le. Şimdi, siz bu yasayla Millî İstihbarat Teşkilatına, buraya bir MİT mensubu girse, buradaki 600 milletvekilini katletse onun haberini yaptırmama yetkisi veriyorsunuz. Neden? Neden böyle bir yetki? Dünyanın hangi ülkesinde var bu yetki? Hangi ülkesinde var bu yetki? Niye bir MİT mensubuna bu yetkiyi veriyorsunuz? Böyle bir şey olur mu? Bunun karşılığında siz ne alacaksınız, ne vereceksiniz? Girdi içeriye, hepimizi öldürdü, gitti; hakkında haber yapamazsınız bu yasa çıktığı andan itibaren. Neden? “Neden?” sorusunu soruyorum? 29’uncu madde… 29’uncu madde şu maddelerin birleşiminden oluşuyor: Gazeteciye diyeceksiniz ki: Hakaret (125), halk arasında korku, panik (213), suç işlemeye tahrik (214), suçu ve suçluyu övme (215), halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama (216), kanunlara uymamaya tahrik (217), halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma (217/A) -burada uyduruyoruz bunu, kataloğa sokacağız, bununla suçladığımız kişiyi cezaevinde hep tutuklu yargılayacağız- Cumhurbaşkanına hakaret (299), devletin egemenlik alametlerini aşağılama (300), Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama (301), silahlı örgüt (314), halkı askerlikten soğutma (318), Terörle Mücadele Kanunu’nun 6’ncı maddesinin ikinci ve dördüncü fıkrası… Yalçın Küçük'ün kulaklarını çınlatayım, hocam böyle durumlarda derdi ki cezaevinde bize: “Kardeş ne anlattın sen? Ölmüşüz de haberimiz yok.” Bu ne hâldir ya? (CHP sıralarından alkışlar) Vah, vah, vah! Ne yapmış adam ya! Ne büyük suç işlemiş ya! Allah Allah! Bu “gazeteci” dediğiniz yaratık canavar olmuş! Bir karanlık yaratıyorsunuz, içine “gazeteci” diye bir canavar koyuyorsunuz; o canavar değil ama o karanlık sizi yutar, o karanlık sizi yutar, yapmayın bunu, bunu yapmayın. (CHP sıralarından alkışlar)

Maddeyi okuyayım size, meşhur 29’uncu maddeyi okuyorum: “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı…” “İşlenemez suç.” diyor arkadaşlar. İşlenemez suçsa koymayalım, niye koyuyoruz işlenemez suçu buraya?

Efendim, her gün yazı çıkıyor bir yerde, ben içki kullanmıyorum, hiç kullanmadım, sağlığım da elverişli değil. “Alkolik Tuncay…” Şimdi, ben bunun videosunu kesip koyacağım ya: “Alkolik bu.” “Kaç şişeden sonra bu kafaya geliyorsun?” Özgürlük şişeyle gelinen bir yer olsaydı ohoo, biz aşmıştık oraları. Özgürlük mücadeleyle geliyor. Arkadaşlar, elinizdeki gücü oligarşiye teslim etmeyin, bürokratik oligarşiye. (CHP sıralarından alkışlar) İletişim Başkanlığına, Basın İlan Kurumuna vermeyin. Basın İlan Kurumu Başkanı Türkiye’de 11 toplantı yaptı. Yaz tatilinde çalıştı Basın İlan Kurumu. Biz kandırmışız herkesi, biz bütün akılları çelmişiz, parayı engellemişiz, arkadaşlar yani buradan oraya gidecek para varmış da… Binalarını satarak yaşamaya çalışan bir kurum, gazeteci değiller, basın kartlarını babalarının malı gibi gazeteci olmayan kişilere dağıtıyorlar, herkese veriyorlar, çaycıya çorbacıya veriyorlar. Allah'tan kavga ettik de, İletişim Başkan Yardımcısı falan devreye girdi de orada bekleyen 1.200 kartı serbest bıraktılar.

Basın İlan Kurumu Başkanı ne diyor biliyor musunuz: “Bu yasa, köprüden önceki son çıkıştır ha!” diyor, "Kafanıza vururum ha!” diyor. Ne yaptı biliyor musunuz? İzmir Gazeteciler Derneğine 1 milyon, Konya Gazeteciler Cemiyetine, federasyona 1,5 milyon, Bursa Gazeteciler Federasyonuna 1 milyon; cezaları yağdırdılar. Cezalar nerede bekliyor? Yönetim Kurulunun kararını bekliyor. Yönetim Kurulu kim? Oligarşi… Oligarşi… Kahrolsun oligarşi! Kahrolsun oligarşi! Yaşasın özgürlük! Yaşasın demokrasi!

Gerçeğe bağımlıdır, gerçeğe bağlıdır (CHP sıralarından alkışlar) Başkasını da bilmem. 15 Temmuzdan bir ay önce “FETÖ darbesi olacak.” diye gazeteci arkadaş yazdı. Bunların Tuncay Opçin diye garip bir adamları var, bir “tweet” attı, “tweet” şöyle diyor: “Biz size bizi kovalayamazsınız.” falan demedik mealen söylüyorum. Biz size “’Biz sabaha karşı geleceğiz, sizi yataklarınızdan alacağız.’ dedik.” diyor. “Tweet”i okudum, arkadaşlara dedim ki: Bunlar darbe yapacaklar. Enişteden öğrenmeye ne gerek var, bir buçuk ay önce belli zaten. Bir gazeteci yazdı -enişte, taksi şoförü, Süleyman Soylu- dedi ki: “Darbe yapacaklar.” Bu gazeteci hâlâ gazeteci, dinlemedi. O dezenformasyon mu oldu şimdi? Bu yasa çıksaydı adamı yargılamaya başlamıştık bile. Biz de Ergenekon'dan yargılanırken -hoş geldiniz- ya bir sanık bir gün düğmelerini yırttı, yargıca doğru fırladı, “As ulan beni, as beni, as” dedi. Adamın yanıtı ne oldu biliyor musunuz? “Vallahi ceza da yeri yok, kanunda yeri olsa seni niye asmayayım? Ben de çok istiyorum ama kanuna koymamışlar.” dedi.

(CHP ve HDP sıralarından gülüşmeler) Bir gün o yargıç döndü bana dedi ki: “Anayasa’ya aykırı.” “Ya, bana bu sorduğun soruyu soramazsın.” Sen bana nasıl sorarsın Alevisin diye.” dedim. “Vallahi Anayasa’nın o maddesini biz aykırı buluyoruz ama.” dedi. Lan sen kimsin! Basın İlan Kurumu, sen kimsin arkadaş! Dışarı çıktın diye bunları sakladım, geldin, söylüyorum: Sen kimsin arkadaş! Sen Parlamentonun iradesini, oligarşik, bürokratik tutumunla nasıl gider de şikâyet edersin herkese, ne hakla gidersin de şikâyet edersin! (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar) Oligark! Keyifçi! Oligark!

Bir de gülerek bitirelim. İzmir’de seçim çalışması yapıyoruz. Vatandaşımızın biri “Mustafa Ağabey, nasılsın?” dedi. Balbay’la beni sürekli karıştırıyorlar, Ergenekon davasının yarattığı bir doğal sonuç. Benim de o gün iyi sıhhatte olsunlarım yerinde herhâlde, dedim ki: Ya, arkadaş, ben Mustafa Balbay değilim. Genelde tabii, çok, canım falan der geçerim. Ben Mustafa Balbay değilim dedim. On dakika sürdü tartışmamız ve bana “Mustafa Ağabey, böyle davranırsan küserim.” dedi ve gözünden yaş geliyor. Kendisine sarıldım, dedim ki: Şaka yapıyorum arkadaş, şaka yapıyorum, ben Mustafa Balbay’ım. Bu yasanın bir şaka olduğuna inanmak istiyorum. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar) Özgürlük sadece benim sorunum değil, özgürlük hepimizin sorunu. Bizden geriye sadece saygı kalacak, bizden geriye sadece saygı kalacak; yaşam saygıdan daha uzun süren bir şey değildir, saygı yaşamdan daha uzun süren bir şeydir.

DİSK Basın-iş'ten 'Sansür Yasası' çağrısı: Millet ve vekili hep birlikte hayır deme zamanı! Medya Nagehan Alçı’ya yönelik FETÖ eleştirisine ceza Medya İletişim Emekçileri Dayanışma Ağı'ndan sansür yasasına karşı çağrı Medya Gerçek Gündem'e internet haberciliği ödülü Medya