Serdar Turgut 'Saray'dan onaylı haber yazmayı' böyle savundu
MİT'le ilgili bir haberi yazmadan önce Saray'ı arayarak onay aldığını itiraf eden Serdar Turgut, gelen eleştirilere yanıt verdi ve Saray'dan onay alarak haber yazmanın neden 'doğru' olduğunu anlattı.
HaberTürk yazarı Serdar Turgut, MİT mensubunun cenazesi haberi nedeniyle gazetecilerin tutuklanmasının hemen ardından yazdığı yazıda kendisinin MİT'le ilgili bir haberi yazmadan önce Saray'ı arayarak onay aldıktan sonra yazdığını şitiraf etmişti.
Serdar Turgut'un bu itirafı tartışma yaratırken, Faruk Bildirici ise "Umarım genç meslektaşlarımız Serdar Turgut'un öğüdünü dinlemez, Saray onaylı haber yazma yanlışına düşmezler" diye yazmıştı.
Serdar Turgut ise bugünkü yazısında Bildirici'ye yanıt verdi ve Saray'dan onay alarak haber yazmanın neden 'doğru' olduğunu savundu.
Turgut'un yazısı şöyle:
Koronavirüs ağırlıklı yazılarıma bugün ara vermek zorunda kaldım. Bunun sebebi de çok sevdiğim Faruk Bildirici oldu.
Sakın ha yanlış anlamayın gazeteciliği ve etiğini gayet iyi bilen Bildirici ile bir tartışma, polemik açma girişim ve niyetim yok.
Ama benim hakkımda yazdıkları ile benim aslında açmak istediğim bir konuda yazmam için bana bir vesile yarattı.
Meseleyi tam anlamanız için kısa süre önce yaşanan olayı size hatırlatmalıyım.
GİZLİ ZİYARET
Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinden bir süre sonra Washington’da bir Amerikalı kaynağım aradı ve "Biliyor musun şu anda MİT Başkanı Hakan Fidan Senato’da konuşuyor" dedi.
Ben de iyi bir haber yakalamış olmamın verdiği heyecan ile bunu Türkiye’de duyurmaya hemen girişecektim ki, içgüdülerimi bastırdım ve daha sakin düşünmem gerektiğine karar verdim.
MİT başkanı gizli gelmişti Washington’a bu yüzden benim dışımda bu haberi yakalayabilen başka gazeteci de yoktu.
İstihbarat dünyasını inceleme ve bu dünya hakkında derin okuma hobim de olduğundan gazetecilerin istihbarat dünyası hakkında yazılarında istemeden de olsa yanlış yapmalarının maliyetinin çok yüksek olabileceğini de bilirim.
Bu yüzden haberi vermeden önce meseleye temkinli yaklaşmam gerektiğini düşündüm.
İstemeden Türk istihbaratına bir zarar verme konumuna düşmemek için vereceğim haberin devlet açısından bir sakıncası olup olmadığını bilmem ve buna ikna olmam gerekiyordu.
İşte bu yüzden cumhurbaşkanlığına mesaj attım ve oraya konuyu sordum. "Konunun yazılmasının bizce sakıncası yok" görüşünü aldıktan sonra haberi yazdım ve anında, daha Hakan Fidan’ın konuşması sürerken, haber bizim sitede yayınlandı.
Bunları açıklayan yazıyı yazarken bile benim Saray'dan onay alarak haber yazdığımı söyleyenler çıkacağını biliyordum.
Buna rağmen tavrım konusunda şeffaf davrandım ve üstelik bu tavrımı genç meslektaşlara da tavsiye etmiştim.
BİLDİRİCİ'NİN DEDİKLERİ
Gazetecilik deneyimi hayli güçlü olan üstelik bu mesleğin etiği üzerine de hayli kafa yormuş bir gazeteci olan Faruk Bildirici oda TV’de okuduğum alıntılanan yazısında bir ara başlık açmış ve ‘Serdar Turgut yanlış yapmış’ demiş.
"Serdar Turgut yanlış yapmış" ara başlığındaki yazıda, "Evrensel gazetecilik ilkeleri açısından böyle bir tavır asla kabul edilemez" diyen Bildirici, "Şurası kesin, dünyanın hiçbir yerinde bir gazeteci haber yazmadan önce devlet yetkililerinden onay almaz, yazıp yazamayacağını soramaz. Bir haberin yazılmasında kamu yararı olup olmadığına gazetecinin kendisi karar verir" diye de yazmış. Bildirici ayrıca "Umarım genç meslektaşlarımız Serdar Turgut'un öğüdünü dinlemez, Saray onaylı haber yazma yanlışına düşmezler" diye de yazmış.
Kendi davranışımı açıklamış olduğum, bunu söylediğim için belki bana güleceksiniz ama ben de aynı şeyi umarım genç meslektaşlar açısından.
İSTİHBARAT DÜNYASINI BİLEBİLİR MİYİZ
Aslında ben bu konuya Faruk Bildirici’nin "Bir haberin yazılmasında kamu yararı olup olmadığına gazetecinin kendisi karar verir" görüşünü tartışmak için tekrardan girmek istedim.
Bu tavır genelde doğrudur ve olması gereken de budur aslında.
Ama istihbarat dünyası veya istihbaratçılar hakkında yazarken gazetecinin haberi yazarken kamu yararı olup olmadığına kendisinin karar vermesinin pek de kolay olmadığını söylemeliyim. Çünkü haber bu gizliliğin, sırların, üstü örtülü davranışların hakim olduğu dünya ile alakalı olduğundan birçok sırrın paylaşılmadığı ve tanım gereği saklandığı ve öğrenmek isteyenin de yanıltıldığı bir dünyadan bahsettiğimizi bilmemiz gerekir. Bu istihbaratın tanım olarak normal tabiatıdır.
O dünya ile ilgili haberi yazmadan önce haberin o dünyaya zarar verip vermeyeceğinden emin olmamız gerekir. Dahası yazacağımızın, devletin o anda yürütmekte olduğu daha büyük bir operasyonun parçası olup olmadığına da emin olmamız lazım. Bu zor olan bir iş ve teyitlerin nasıl yapılabileceği de net değil.
İlk haberi yazmadan önce şunları da düşündüm;
1- Gizli gelen MİT Müsteşarı'nın o anda nerede olduğu ve ne yapmakta olduğunun yazılması onun için bir tehdit, bir tehlike oluşturur mu acaba?
2- Onun gelişi yürütülmekte olan başka bir operasyonun parçasıysa ve onun Washington’da bulunduğu yazılırsa acaba o operasyon tehlikeye atılmış olur mu?
Evet bunları düşündüm ve başka konularda devletten onay alma gibi bir adetim olmadığı halde bu konuda devlet otoritesi ile konuşmaktan çekince duymadım.
Bildirici'nin benim gibi olmamalarını tavsiye ettiği genç meslektaşlar eğer istihbarat dünyası ile ilgili yazacaklarsa umarım benim dikkat çektiğim sakıncaların hiç birisinin olmayacağına da emin olurlar. Çünkü yapılacak bir yanlışın bedeli çok da ağır olabilir o dünyada.
BİZE TANINMIŞ OLAN YAZI YAZMA AYRICALIĞI
Bize tanınan bu yazma gücü ve açılan köşeler bizlere bu imkanımızı sorumlu kullanma görevini de yüklüyor.
Ben anlattığım olayda sorumlu davrandığımı düşünüyorum.
Meselem eleştiride bana denileni geçersiz kılmak katiyen değil. Amacım konu hakkında meslektaşlarla birlikte ortak düşünme yolunu bulmak.
Eğer bu yazı ulusal güvenlik ve ulusal istihbarat hakkında yazı yazacak arkadaşların daha dikkatli, daha düşünceli davranmasını sağlayacaksa benim içim rahat şu anda amacıma ulaşmış durundayım.
ŞİMDİ ZAMANI MI?
Şimdi doğal olarak Barış Pehlivan'ın, Barış Terkoğlu'nun, Hülya Kılınç'ın istihbarat teşkilatını ilgilendiren bir haber nedeniyle tutuklanmış oldukları bir ortamda bu tartışmanın yapılması doğru mu diye düşünüyorsunuzdur.
Ben onların sadece gazetecilik heyecanıyla hareket ettiklerini düşündüğümden suçlu muamelesine tutulmalarını doğru bulmuyorum.
Faruk Bildirici’nin yazdıklarına da bakınca bu mesleki heyecanın gazeteciler arasında hayli yaygın olduğunu görebilirsiniz. İşte bu yüzden ortam böyle olmasına rağmen yine de tartışmayı açmanın yararı olacağını düşündüm. Arkadaşlara da adil davranılması ve bir an önce salıverilmeleri dileğiyle yazımı bitiriyorum.