Türkiye'de siyasal İslam: Prof. Dr. Metin Kazancı, GENS projesinden Atıcı ve Kasapoğlu'na anlattı
Prof. Dr. Metin Kazancı, "Laikliği ülke kurumları ve insanımızın çok iyi savunduğu söylenemez. Din karşıtı bir görüş olarak toplamda anlaşılması işi çok zorlaştırmaktadır" ifadelerini kullandı.
GENS Projesi ile üniversiteler ile kampüslerdeki güncel sorunları, siyasi ve gerici kadrolaşmayı görünür kılmak isteyen Mert Görkem Atıcı ve Bora Toprak Kasapoğlu; Prof. Dr. Metin Kazancı ile siyasal İslam'ın Türkiye'de yarattığı kriz hakkında söyleşi gerçekleştirdi.
GENS projesine ulaşmak için tıklayın
Atıcı ve Kasaploğlu'nun gerçekleştirdiği söyleşi şöyle oldu:
Siyasal islamcıların Türkiye'deki gelişimini nasıl buluyorsunuz?
Siyasal İslam ülkemizde fule adımlarla koşmaya başladı. Kendi açıklamalarına göre amaçlarının gerçekleşmesi uzak değil. Siyasal İslam bilindiği gibi İslami değerlerin kişisel yaşantı dışında toplumsal ve siyasal planda da geçerli olmasını ve kurallarının uygulamasın isteyen bir oluşumdur. Ülkemizde son iktidarla birlikte çok yaygınlaşmış bulunmaktadır. Laiklik için en büyük tehlike, bu görüşü savunan dergâh, tekke ve derneklerin siyasal yaşantımızda sözlerinin dinlenir hale gelmesidir. Siyasal İslam Batı ve Batılı değerler karşısında reddiyeci, çatışmacı ve meydan okuyucu bir yapıdır. Dolayısıyla en önemli düşmanı laikliktir.
Laikliğin erozyona uğratılması sürecindeki mihenk taşlarını nasıl yorumluyorsunuz?
Laikliği ülke kurumları ve insanımızın çok iyi savunduğu söylenemez. Din karşıtı bir görüş olarak toplamda anlaşılması işi çok zorlaştırmaktadır. Hükümetin laiklik karşıtı tutum ve icraatı bu konuda önemli rol oynamaktadır. Yukarıdaki derneklere karşı siyasal iktidarın sessiz kalması bu oluşumu cesaretlendirmiştir.
Siyasal islamcıların kadrolaşma süreci hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tarikatlara çeşitli usullerle para aktarıldığı bilinmektedir. Özellikle kurulan vakıflar aracılığıyla bu vakıfların bütçeleri genişlemekte, para harcama olanakları inanılmaz biçimde yükselmektedir. En son iki vakıf aracılığıyla yapılan icraatın ortaya çıkması, kimi devlet kurumlarının ve derneklerini örneğin Kızılay gibi bu vakıflara para aktarmaları düzenin nerelere kaydırıldığını göstermektedir.
Tarikatların birbirleriyle olan çatışmaları ve bu tarikatlara aktarılan paralara dair neler söyleyebilirsiniz?
Siyasal İslam dernek ve vakıflar kimi özel kuruluşlar aracılığıyla toplumu etkilemektedir. Bu kuruluşların başlarında bulunan ve hatta ilahi güç atfedilen kişiler yaptıkları açıklamalar ve yazdıklarıyla siyasi İslamın temeline yeni taşlar dizmekteler. Siyasal İslamın bir de eylemci birimleri vardır. Toplumda ideolojik çabalarla baş edemedikleri odakları zor kullanarak yok etmek, karşılaşılan engelleri silah zoruyla aşmak için kurulan bu örgütler siyasal İslamın vurucu timleridir. En önemli örnekleri Taliban, El-Kaide ve IŞID’dır. Çoğu Müslüman devlet, bu kuruluşlara karşı çıkacak cesareti gösterememiştir. Bu isimler bana ürküntü verir. Böyle rejimler beni çok endişelendirir. Şahit olduğum bir olay beni çok etkilemiştir. Hala bu nedenle bu ülkeyi ve halkını ne yazık ki sevmem, sevemedim. Humeyni’den birkaç ay sonra resmi bir heyetle Tahran’a gittik. Bir büyük meydana hâkim otele yerleştik. Fakat kahvaltı zamanı pencerelerimizden gördüğümüz manzara tam bir faciaydı. Meydana damperli kamyonlar getirilmiş idam edilecekler boyunlarından bağlı ve damperin üzerinde. Kamyon hareket ettiğinde idamlıklar boşa düşüyorlar ve sallan sallana can veriyorlardı. Bu arada meydanın bir tarafından mahkumların yakınlarının insanı müthiş rahatsız eden feryatları, ağlayışları duyulurken, öbür yanda da idamlara sevinmek için toplanmış, Humeynicilerin sevinç çığlıkları duyuluyordu. Bu manzara bana her şeyi anlatmaya yetmişti. Bilindiği gibi İslam, Hıristiyanlıktan farklı olarak insanların inanış ve yaşam biçimleri yanında kuracakları devletin niteliklerini de belirlemiş ve bunun emir olarak açıklamıştır. İslam sadece inançlarla yaşatılan bir inanış biçimi değil aynı zamanda bir devlet düzenidir. Yani şeriattır. Hıristiyanlıkta olmayan bu ilke nedeniyle “aydınlanma” dönemi içinde ve sonrasında Hıristiyanlık hegemonyasını yıkmak nispeten kolay olmuştur. Oysa İslam’da bu hegemonya güçlü ayaklar üzerine kuruludur.
Kampüsteki siyasal islamcı örgütlenme hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin gidişatına uygun olarak üniversitelerin hepsine biçim ve yön verildi. Yeni amaçlar tesis edildi. Mülkiye de bu düzenleme içinde gerekli kırpmalarla, rötuşlarla dersleri kaldırmakla ve kimi hocaları fakülte dışına atmak suretiyle yeni bir konuma sokuldu. Dinin çok önemli bir ideolojik araç olduğunu bilen iktidar halkı beyninden yakalamış durumda. Gramsci’nin dediği gibi insanı başından yakaladın mı, kol ve bacak kolay gelir. Ülkemizde de öyle oldu Nitekim şeriat sever bir sosyal tabaka sinmiş, pısmış fakat buna hazır durumda Atatürk’ten beri yer altında bekliyordu.
Sizin okulla ilişiğinizin kesilmesi sürecini anlatabilir misiniz?
Benim okulla ilişkimin kesilmesinden de kısaca söz edeyim: Bir kere benim derslerimde her düşünce sansürsüzce açıklanır. 51 yıldır bu ilke derslerimde geçerlidir. Her fikir açıklanır, tartışılır. Derslerde hakaret, kişilik haklarına saldırı dışında herkes istediğini söyler, Her öğrenci, görüşlerinden dolayı arkadaşlarını ya da hocayı serbestçe eleştirebilir. Ben bunu hep tekrar ederim. Öğrencilerim de bu kuralları bilir. Derste sorun türbanlı öğrenciler üzerinde çıktı. Ders öncesi birkaç öğrenci ile koridorda türbanı tartıştık. Ben hiçbir öğrenciye bu türbanı niye takarsın, çıkar onu, bu kötü bir uygulama demedim, demem de. Ayrıca devlet bir sürü kararname ve kanunla bu uygulamayı serbest bırakmış benim karşı çıkmamın hukuki bir değeri de olamaz. Bunu bilmiyor muyum? Ancak derslerimin gereği olarak türbanlı öğrenciye türbanı ne amaçla takıyorsun sorusu sorulabilir. O da bunu istediği gibi açıklar ya da açıklamaz. İşte böyle bir soru üzerine sınıfta bir grup beni derhal din düşmanı ilan ediverdi. Olayı büyütmek istemedim. Ben on beş senedir türbanlı öğrencilerle ders yaparım böyle bir olay yaşamadım. Bu konuyla ilgilenmem. Akşama doğru fakülteden çıkarken iki sakallı genç yanıma gelip “hocam güzel ders anlatıyormuşsun, ama turbanla uğraşma hocam, iyi olmaz” deyip çekip gittiler. SBF kapısındaki nöbetçi arkadaş hemen bana dönüp “Hocam bu arkadaşlar öğrencimiz değil” dedi. Bir gün sonra Yeni Şafak Gazetesinde Mehmet Metiner adlı kişi “Prof. Kazancı siz kimsiniz?” başlıkla bir yazı yazdı. Üç gün sonra en üst makamın haberdar edildiği ve üniversite rektörüne talimat verildiği duyumunu aldım. Daha sonra da Rektörlüğün bir kararı ile derslerime hem İletişim hem Siyasal Bilgilerde son verildi. Bu arada benimle, kimse dekan dahil temas etmedi. Hocam “n’oldu?” diye soran olmadı. İdamlığa bile son arzusu sorulur. Ben 80 yaşındayım. Bilincim, hafızam mükemmel. Ne yaptığını ne dediğini bilen kişiyim. Ayrıca ben, benimle ilgili kararları alanlar gibi değil, ülkemi nasıl sevmem gerektiğini bilen birisiyim. Hiçbir kuruma ve makama göbekten bağlı değilim, hiçbir kuruluşla çıkar ilişkim yoktur. Sadece öğrencilere üzülüyorum. Çünkü beni yıllarca Fransa’da İngiltere’de İtalya’da devlet okuttu, masraf etti. Çok yararlı olduğum bir dönemde öğrenciden mahrum kalmak kuşkusuz tatsız bir olay. Ancak hem bir vakıf üniversitesinden davet aldım, hem de Fransız elçiliğindeki dostlarım aracılığıyla doktora yaptığım Fransa’nın Rennes Üniversitesi beni çok uygun koşullarla, ders vermek üzere Rennes’e davet etti Şimdi eşimle oraya gidelim mi gitmeyelim mi konusunu düşünüp tartışıyoruz. Bu yaştan sonra biraz zor ama yine de düşünüyoruz. Kalın sağlıcakla