Üniversitelerin üzerinde sallanmaya devam eden Demokles’in kılıcı YÖK’ün 40 Yılı
12 Eylül döneminin üzerinde en çok tartışılan kurumu YÖK (Yüksek Öğrenim Kurulu)'ün kuruluşunun üzerinden 40 yıl geçti.
GERÇEK GÜNDEM / ANALİZ
12 Eylül döneminin üzerinde en çok tartışılan kurumu YÖK (Yüksek Öğrenim Kurulu) kırk yıl önce bugün 6 Kasım 1981’de kuruldu.
Bir yıl sonra referandumda kabul edilen Anayasa ile ‘‘üniversitelere bir üst kurum’’ tayini yasal güvenceye kavuştu.
YÖK’ün kurucu başkanı İhsan Doğramacı akademik çevrelerde düzenli olarak eleştirildi
Yüksek Öğretim Kurumu Başkanlığı’na Ankara Üniversitesi eski rektörü, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin mütevelli heyetinin eski başkanı ve Hacettepe Üniversitesi kurucusu Profesör Doktor İhsan Doğramacı atandı.
Profesör Doğramacı’nın Yüksek Öğrenim Kurulu’nun fikri ve teorik altyapısını hazırlayan kişi olduğu biliniyordu.
İlk röportajında ‘‘YÖK rektörlere talimat veremez’’ demiş olsa da Prof. Dr. Doğramacı görevde kaldığı 11 yıl boyunca üniversitelerde akademik özerkliği pekiştirici bir rol oynamadı.
YÖK akademik özgürlüklere darbe vurdu
YÖK, üniversitelerin özerk bir yapı olmaktan çıkması için önemli bir mekanizmaydı. Üniversitelerin mali ve idari özerklikleri ellerinden alındı, rektör atamaları üniversitelerin elinden alındı (şimdi tamamen Cumhurbaşkanı’nın kontrolüne verildi), üniversiteler üzerinde hiyerarşik bir yapı kuruldu.
Aslında YÖK yalnızca bununla yetinmedi. Kamu üniversitelerinin zemin kaybetmesine de yol açtı, özel teşebbüsünün tam kontrolünü sağlayan vakıf üniversitelerinin de yolunu açtı.
Bugün Türkiye’de YÖK’e bağlı 204 üniversite var peki ya eğitim ve bilimin düzeyi nasıl?
12 Eylül darbesi olduğu gün Türkiye’de sadece 19 üniversite vardı. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde üniversitelerin sayısı 76 idi. YÖK’ün ilk 22 yılında çoğu devlet üniversite olmak üzere 57 üniversite daha eklenmişti yüksek öğretim sisteminde.
Adalet ve Kalkınma Partisi ise 18 yıllık iktidarında bu sayıyı 204’e çıkardı. Türkiye’de Yüksek Öğretim Kurulu’nun kurulduğundan beri 185 yeni üniversite açıldı.
Peki eğitimin niteliği ne oldu?
Akademisyenlerin kalitesi ve imkanları arttı mı?
Öğrenciler, dünya standartlarında daha iyi eğitim alabiliyor mu?
‘‘Özerk, demokratik üniversiteler oluştu mu?’’ diye bir soru soramıyoruz bile. Ve evet yukarıda sorduğumuz tüm soruların yanıtı hayır.
Her 6 Kasım öğrencilerin YÖK’ü protestosuna sahne oldu
Aradan geçen yıllar boyunca her dönemin öğrencileri bıkmadan usanmadan Yüksek Öğretim Kurumu’nu protesto etti. Okullarda boykotlar organize edildi, protesto gösterileri düzenlendi, yürüyüşler yapıldı.
Ancak YÖK’ün kuruluşunun 15. yıldönümü nedeniyle 6 Kasım 1996’da Beyazıt Meydanı’nda yapılan eyleme polisin müdahalesi en unutulmazıydı. O günlerce öğrenci İstanbul polisinin şiddetiyle karşı karşıya kaldı.
Sosyal medyada birçok YÖK karşıtı twit atıldı.
‘‘Vesayet kurumlarını yok etmekte samimiyseniz gelin önce akademik dünyanın üzerindeki vesayet gölgesine son verin’’
90’lı yıllarda da 2000’lerde de birçok parti iktidara gelmeden önce YÖK’ü kapatacağının sözünü verdi ama iktidara geldiğinde iş değişti.
Bugün Gelecek Partisi’nde siyaset yapan anayasa hukuku profesörü Serap Yazıcı da YÖK’ün 12 Eylül’ün hayata geçirdiği bir vesayet kurumu olduğunu söylüyor.
Yazıcı, ‘‘Bugün 6 Kasım. Bundan 40 yıl önce 6 Kasım 1981'de 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu yürürlüğe girdi. Böylece Türkiye'deki üniversitelerin tek-tipleştirilme süreci başladı. Yükseköğretim Kanunu’nun yayımlanmasıyla amaçlanan üniversiteleri, bilimi, sanatı, kısacası akademik hayatı ve tüm gençliği bir merkezin kontrolüne sunmak, böylece 12 Eylül'ün amaçladığı toplum mühendisliğini gerçekleştirmekti. O tarihten bu yana pek çok iktidar geldi, gitti. İşin tuhafı hemen hemen tüm siyasi partiler, yükseköğretimin tek-tipleştirilmesini, üniversite özerkliğinin yok edilmesini, kısacası YÖK aracılığıyla girişilen bu toplum mühendisliğini kıyasıya eleştirdi. Vesayet kurumlarını yok etmekte samimiyseniz gelin önce akademik dünyanın üzerindeki vesayet gölgesine son verin’’ dedi.
Türkiye daha güvenli bir geleceğe yürümek istiyorsa akademik ve bilimsel özgürlükleri genişletmeye ihtiyacı olduğu tartışma götürmeyen bir gerçek. Yüksek Öğretim Kurumu gibi bir üst kurumla üniversitelerin bu hedefe ulaşması da bugüne kadar ki siciline bakıldığında mümkün görünmüyor.