Yıldız Kenter sırrını şöyle açıklamıştı: Süleyman Demirel’e aşk mektubu yazdım
Ömrünü tiyatroya adayan Yıldız Kenter, en mutlu anısını şu sözleriyle anlatmıştı: “Demirel’in bir röportajını okumuştum. ‘Hiç aşk mektubu almadım’ demişti. İçim burkuldu ve hemen bir mektup yazdım."
Yüksel Şengül/Sözcü - Üzerinden 12 yıl geçmiş, 43 yıllık gazetecilik hayatımda defalarca bir araya geldiğim Yıldız Kenter'le yaptığım son röportajın üzerinden.
Yalnız harika bir sanatçı değil, aynı zamanda muhteşem bir insandı o… Sizlere 2007 Ağustos'unda onunla yaptığım röportajımdan bazı bölümleri aktaracağım şimdi ve inanıyorum ki onunla yolları hiç kesişmemiş olanlar bile şu satırlarda yer alan açıklamalarından dolayı ayakta alkışlayacaklar Kenter'i… İşte o gün konuştuklarımız…
– Hayatınızı her zaman tiyatro doldurdu. Peki, herhangi bir dönemde aklınızın ucundan tiyatro dışında bir iş yapmak geçmedi mi?
Hayır, tiyatro dışında bir iş yapmak hayatımda aklımın ucundan bile geçmedi hiç. Aklımda, fikrimde ve kalbimde tiyatro oldu hep. Bazen diyorum ki başka bir iş yapsaydım çok zengin bir insan olabilirdim. Ama Şükran (Güngör), Müşfik (Kenter), ben ve rahmetli Kamuran işimizi rahat yapacağımız bir mekan istedik ve bütün paramızı tiyatroya yatırdık. Tiyatrodan ne kadar alacağım var, bir bilseniz.
– Peki Kenter Tiyatrosu'nun durumu nedir?
Düşe kalka çalışmaya devam ediyor. Ben gidince, satılacağı garanti çünkü. Onun için ölmemeye çalışıyorum.
– Yıldız Hanım, sizin tiyatroyu yaşatma savaşınız bambaşka oldu. İçinde Süleyman Demirel'e yazdığınız aşk mektubunun da olduğu bir mücadeleydi bu.
(Kahkahalar atıyor konuşmadan önce)… Tiyatromuzu kurarken merhum Kazım Taşkent 350 bin lira verdi, faiziyle ödemek üzere. Taksitlerle ödüyorduk. Kazım Bey vefat edince işler karıştı. Baktım, gazetede ilan, bizim tiyatro icra yoluyla satışa çıkarılmış. Öyle panikledim ki. Süleyman Demirel o dönemde Başbakan'dı. Ona telefon ettim. Hemen randevu verdi. Derdimi ona anlattım, ‘Üzülmeyin Yıldız Hanım, hallederiz' dedi. Tiyatromu Demirel sayesinde kurtardım. Sonra aradan yıllar geçti, devir değişti, 12 Eylül oldu. O iyiliğini hiç unutmadım. Bir röportajını okudum… ‘Hiç aşk mektubu almadım' demiş. İçim burkuldu… Hemen oturup ‘Bu bir aşk mektubudur' diyerek yazmaya başladım. ‘Siz hiç aşk mektubu almadınız ama büyük bir aşkla bağlı olduğum tiyatromun icra yoluyla satışını engellediniz, bana geri verdiniz. Dolayısıyla bu sonsuz tiyatro aşkımın içinde o günden beri siz de oldunuz hep' diyerek yazdım ve yolladım.
Yurt dışına çıksaydım Şükran'la yollarımız asla kesişmezdi…
– KEŞKE yurtdışında kalsaydım, sanatımı orada devam ettirseydim' dediğiniz hiç oldu mu?
İnsan geçmişe doğru spekülasyon yapar. Yapmaması lazım aslında. Çünkü bunun bize kazandırdığı bir şey yoktur. Bazıları da hiç pişmanlık duymazlar. Ben çok pişmanlık duyarım, Mevlana gibi. Onun için zaman zaman yanlış olduğunu bildiğim halde düşünürüm. Hayatımda iki çok önemli imkân çıktı karşıma, ikisini de değerlendiremedim. Yapamadım, çünkü birinde babamı kaybetmiştim, babamla birlikte bir bebeğimi de kaybettim. Çünkü Ankara'dan ayrılıp New York'a giderken babamla biraz kırgın ayrılmıştık içki meselesi yüzünden. ‘Gidersen gelme' dedi bana ve sonrasında kaybettik onu. Babamla küs ayrılmış olduk. Bu beni o kadar sarstı ki bebeğimi kaybettim. O zaman kalamadım Amerika'da. New York'tan geri döndüm. İkincisine gelince… BBC televizyonundan bir yönetmenden çağrı geldi, ama ben gidemedim. Gitseydim, ne olurdu? Bilemiyorum. Pişmanlık duymadım bu konuda. Çünkü o zaman Şükran'ı tanıyamazdım, yollarımız kesişmezdi.
– Şükran Güngör'ün yokluğunda en çok neyi özlüyorsunuz?
Hayata 15 Eylül 2002'de veda etti o. Ama Şükran yok değil, var. Yüreğimde, kafamda her zaman var ama dokunamıyorum. Bu çok acı bir şey. Yaşamaya devam ediyorum işte. Nasıl yaşarım diyordum ama sonradan fark ettim ki ben hep kendimi düşünüyormuşum. Onsuz yaşamak zor ama yaşamak önemli bir şey. Bir kitap okuyorum şimdi, Afrika'yla ilgili. Kocası Afrika'da ölen bir kadın var. Çocuğu da küçükken gidiyor. O kadının yaşama bir bakışı var, o kadar güzel ki. Yani kim ölürse ölsün yaşamak lazım. Benim başarımda, başarısızlığımda, mutluluğumda, mutsuzluğumda mutlaka Şükran'ın payı oldu. Onunkinde de benim payım oldu. Bu bir ses olarak düşünülürse iki elin birbirine çarpması gibidir. Ancak ben öldüğüm zaman Şükran da ölecek. Ben ölmeden o ölemez.