Yılmaz Özdil, Atatürk'ün çocuklarına dair bilinmeyenleri anlattı: Onlara hep 'özgür birey' olmayı öğretti

Abone ol

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Mustafa Kemal Atatürk'ün evlat edindiği çocuklarına dair bilinmeyenleri anlattı.

Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil bugünkü köşesinde, hiç çocuğu olmayan ancak çocukları çok seven ve dünyada ilk kez onlara bayram armağan eden Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün evlat edindiği çocuklarını yazdı.

Atatürk'ün, çocuklarına dair bilinmeyenleri anlatarak Özdil, "Sekiz çocuğu evlat edinen, okutan, büyüten Mustafa Kemal, her baba gibi, çocuklarıyla alakalı mutluluklar, gururlar, üzüntüler yaşadı. Çocuğu olmadı ama, dünya tarihinde çocuklara bayram armağan eden ilk ve tek lider oldu." diye yazdı.

Özdil, "İnsanların toplum içinde “özgür birey” olabilmeleri için, öncelikle çocukların aile içinde “özgür birey” olması gerektiğini anlatıyordu." ifadelerini kullandı.

Özdil, yazısında şunları kaydetti:

Maiyetindekilere “çocuk” diye hitap ederdi.

Aşçı, garson, kahya, şoför gibi terimler kullanmazdı.

Hepsine “çocuk” derdi.

Hem samimiyet, hem çalışana saygı ifadesiydi.

Sabiha, Afet, Ülkü, Abdürrahim, Rukiye, Nebile, Mustafa, Zehra… Sekiz manevi çocuğu oldu.

Sofraya kızlarıyla birlikte otururdu, “onlar benim pırlantalarım” derdi, yemekten sonra kızlar odalarına çekilirdi, masadaki sohbet öbür konuklarla devam ederdi.

Çocuklarına farklı davranılmasını istemezdi.

Bir gün… Sabiha'yla Zehra okulun bahçesinde ip atlıyorlardı. Teneffüs bitti, ders başladı, ip atlamaya devam ediyorlardı.

Öğretmenleri kadındı. Kapıya çıktı, seslendi. Dinlemediler. Gülüşerek oynamaya devam ettiler. Öğretmen bu şımarıklığa dayanamadı, “defolun gidin okuldan” diye bağırdı.

Kızlar afallamıştı, ilk kez böylesine bir tepki görüyorlardı. Onlar Atatürk'ün kızıydı, kim, hangi hakla bağırabilirdi… Ağlaya ağlaya koşarak köşke gittiler. Mustafa Kemal'in çalışma odasına girdiler. “Bizi okuldan kovdu” diye şikayet ettiler.

Mustafa Kemal “bak sen şu öğretmene” dedi.

Kızların yüzüne gülümseme yayıldı.

Yaverini çağırdı… “Al bu ikisini derhal okula götür, takdirlerimi bildir, kızlarımı arzu ettiği şekilde yetiştirsin” dedi!

Sonra kızlara döndü, sert bir ses tonuyla çıkıştı: “Öğretmeninizin elini öpüp af dileyeceksiniz, o sizi affederse ben de affederim!”

Kızlar tırıs tırıs okulun yolunu tuttu.

Çocuklarının ders notlarını yakından takip ederdi.

Yüksek puanlar aldıklarında özellikle okula gidip öğretmenlerle görüşürdü, “iltimas mı yapıyorsunuz?” diye sorardı.

Bazen emin olmak için kendisi sınav yapardı, o dersi yeterince bilip bilmediklerini bizzat tespit ederdi.

Mustafa Kemal'in çocuklarıyla Çankaya'da görevli aşçı, şoför, garson, berber gibi hizmetlilerin çocukları aynı ilkokula gidiyordu.

“Asla yalan söylemeyeceksiniz” diye tembihliyordu.

“Yanlış yapmanıza değil, yalan söylemenize kızarım” diyordu.

Sinemaya, alışverişe gitmelerine hiç hayır demezdi.

Köşk'te siyahi hizmetli vardı, Nesip efendi… Mustafa Kemal ona çok güvenirdi. Kızlar da Nesip efendiye “baba” diye hitap ederlerdi. Bir yere giderlerken, yanlarında mutlaka Nesip efendi olurdu.

Harçlıklarını, Mustafa Kemal'in maaşından, genel sekreter Hasan Rıza Soyak verirdi.

İlerleyen yıllarda, siyasi partiler Mustafa Kemal'in manevi çocuklarını milletvekili adayı yapabilmek için teklif üstüne teklif götürdü.

CHP dahil, her defasında “hayır” cevabı aldılar.

“Politikaya girmeyeceksiniz” diye vasiyeti vardı.

Sabiha, Bursa'da doğmuştu.

Babası defterdardı, Jön Türk'tü, bu yüzden Edirne'den Bursa'ya sürülmüşlerdi. Annesini babasını kaybetmişti, ağabeyleri ve ablalarıyla yaşıyordu.

1925'te Bursa'ya gelen Mustafa Kemal'in karşısına dikildi, okumak istediğini söyledi.

Henüz 12 yaşındaki bu yürekli kız, Mustafa Kemal'i çok etkiledi, gözleri doldu, ağabeylerinden ablalarından izin istedi, Ankara'ya götürdü.

İlkokulu orada, liseyi Üsküdar Amerikan'da okudu. Paris'e gönderildi, Fransızca öğrendi. Eskişehir Havacılık Okulu'nda pilot oldu. Dünyanın ilk kadın savaş pilotu oldu. Övünç Madalyası aldı.

Aralarında bombardıman ve akrobasi uçaklarının da bulunduğu 22 farklı tipte uçak kullandı. Sekiz bin saatten fazla uçtu.

Türkkuşu Uçuş Okulu'nda başöğretmen oldu.

Dünyanın en prestijli havacılık ödülüne layık görüldü, Amerikan Hava Kurmay Koleji tarafından “dünya tarihine adını yazdıran 20 havacıdan biri” seçildi. Bu ödüle layık görülen tarihteki ilk ve tek kadın oldu.

70'li yaşlarında bile kokpite oturup tek başına uçardı. Son uçuşunu, 83 yaşındayken yaptı.

Türk kadınının en güçlü rol modellerinden biri oldu.

Gökçen soyadını Mustafa Kemal verdi.

1940 yılında pilot yüzbaşı Kemal Esiner'le evlendi, eşinin soyadını almadı, eşine kendi soyadını verdi, bu anlamda da tarihte ilk'ti.

Çocukları olmadı, maalesef üç yıl sonra eşini kaybetti, bir daha evlenmedi, 58 yıl yalnız yaşadı, 88 yaşında vefat etti, Ankara Cebeci Şehitliği'nde toprağa verildi.

Afet, Selanik'te doğmuştu.

İlkokul öğretmeniydi. 1925'te İzmir'de görevliyken Mustafa Kemal'le tanıştı, yüksek öğrenim yapmak istediğini söyledi, İsviçre'ye gönderildi, Cenevre Üniversitesi tarih bölümünden diploma aldı. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde profesör oldu.

Türk Tarih Kurumu asbaşkanı oldu. Ankara, Hacettepe ve Ege üniversitelerinde ders verdi. Devrim tarihi ve kadın haklarına dair kitapları dokuz lisana çevrildi.

Hayatı kağıtla kalemle kitapla geçen tarih profesörüydü ama, müthiş silah kullanırdı. Mustafa Kemal'in hediye ettiği Browning marka tabancayı çantasından ayırmazdı.

(Afet ve Sabiha, çağdaş Cumhuriyet kızları olarak yetiştirilmişlerdi, toplumda sorumluluk üstlendiler, kadın hakları konusunda öncülük yaptılar. Bu vasıfları nedeniyle, hedeftiler… Mustafa Kemal'e ulaşamayan Mustafa Kemal düşmanlarının kolay hedefiydiler. Can güvenlikleri daima tehdit altındaydı. Bu nedenle hem Sabiha'ya hem Afet'e, gerekirse kendilerini korumaları için silah eğitimi verilmişti.)

Afet 1940'ta doktor Rıfat İnan'la evlendi, iki çocuğu oldu, örnek bir yaşam sürdü, şatafattan hep uzak durdu, ilk maaşıyla aldığı inci küpeleri tek aksesuarıydı.

77 yaşındayken vefat etti, Ankara Cebeci'de toprağa verildi.

Ülkü, 1932 doğumluydu.

Annesi Vasfiye hanım, Selanik'te Zübeyde hanım tarafından evlatlık olarak büyütülmüştü, Gazi Orman Çiftliği'nin istasyon şefi Mehmet Tahsin beyle evlendirilmişti, Ülkü dünyaya gelmişti.

Mustafa Kemal, henüz dokuz aylıkken evlat edindi, bu minik bebekte adeta torun sevgisini yaşıyordu.

Mustafa Kemal vefat ettiğinde, Ülkü altı yaşındaydı.

Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nde okudu.

İlk evliliğini Kastamonu milletvekili Fethi Doğançay'la, ikinci evliliğini Yeşua Bensusen'le, üçüncü evliliğini Öke Adatepe'ye yaptı.

İkinci eşinin Musevi olması, memlekette fırtınalar koparmıştı. Ülkü'nün vatandaşlıktan çıkarılması bile istendi! Basın, sanki suç işlemiş gibi manşetlerinden linç ediyordu.

Yağ ticaretiyle uğraşan İstanbullu işadamı Yeşue Bensusen kendini anlatabilmek için çırpınıyordu, “Türk vatandaşıyım, vatani görevimi şerefli Türk ordusunda yaptım, memleket için canımı veririm” diyordu. Hatta adını soyadını “Yaşar Bensu” olarak değiştirdi. Nafile… Saldırılardan kurtulamadı. Bu korkunç mahalle baskısına altı yıl dayanabildiler, boşandılar.

Türkiye'nin en mutlu çocuğuyken mutsuz bir yetişkine dönüşen Ülkü, 80 yıllık ömrünü talihsiz bir sonla noktaladı.

2012 yılında İstanbul'dan Ankara'ya giderken trafik kazasında hayatını kaybetti, Zincirlikuyu'da toprağa verildi.

Osmanlı-Rus savaşından sonra Kafkas cephesinde çok sayıda öksüz yetim çocuk kalmıştı, subaylar sahip çıkmaya çalışıyordu.

Abdürrahim onlardan biriydi.

Annesini babasını kaybetmişti, üç yaşındaydı.

1916 yılında Van'da, ikinci ordu komutanı Mustafa Kemal tarafından evlat edinildi. İstanbul'da Zübeyde ve Makbule tarafından büyütüldü.

Mustafa Kemal Samsun'a gitmek üzere Şişli'deki evden ayrılırken, Abdürrahim oradaydı. Ufak bir güğümle arkasından su dökmüştü.

Mustafa Kemal İzmir'de Latife'yle evlenirken, Abdürrahim oradaydı. Zübeyde'yle birlikte İzmir'e gelmişti, Zübeyde vefat edince Latife'nin yanında kalmıştı. Böylece tarihi nikah törenine katılma şansını yakalayan 50 özel davetliden biri olmuştu.

İlkokulu Ankara'da okudu, İzmir'e gönderildi, Mithatpaşa Meslek Lisesi'nden diploma aldı, Almanya'ya gönderildi, Berlin Teknik Üniversitesi'nde elektrik mühendisi oldu.

Almanca ve Fransızca biliyordu, Savarona'nın satın alma görüşmelerinde tercümanlık yaptı.

Ankara elektrik havagazı işletmesi'nde işe girdi, Merkez Bankası'ndan emekli oldu.

“Ben anamı da bilmem, babamı da bilmem. Kendimi bildiğimde annem olarak kabul ettiğim Zübeyde hanımı, halam Makbule hanımı, bir de Paşamızı tanıdım. Benim ailem, bu aileydi. Ben kendimi hep bu ailenin çocuğu kabul ettim. Gerçek annemi babamı çok araştırdık, kesin olarak öğrenemedik. Atatürk'ü büyüten anne tarafından büyütülmüş olmak, onun aldığı terbiyeyi almış olmak, bu onur, bir fani olarak sahip olabileceğim servetin en büyüğüdür” diyordu.

Evlendi, iki çocuğu oldu, daima mütevazı, huzurlu bir yaşam sürdü, 90 yaşındayken Ankara'da vefat etti. İstanbul'da Ortaköy mezarlığında toprağa verildi.

Rukiye, Konya'da doğmuştu.

Babası, Kurtuluş Savaşı'na katılmıştı, ana karargahta emir eriydi, Cumhuriyet ilan edildikten sonra Mustafa Kemal'e gitti, yardım istedi, “üç kızım var, okutamıyorum, en küçüğüne sen sahip çık” dedi.

Rukiye dokuz yaşındaydı, evlat edinildi.

Sabiha ve Zehra'yla üçüz gibi büyüdüler.

Rukiye ramazanda oruç tutardı. Sofrada yalnız kalmasın diye, ramazan boyunca akşam yemekleri iftara göre ayarlanırdı, oruç tutan tutmayan herkes Rukiye'yle birlikte iftara otururdu.

Mustafa Kemal yine böyle bir ramazanda, gümüş muhafaza içinde, minicik bir elyazması Kuran-ı Kerim hediye etmişti. Rukiye onu hayatı boyunca çantasında taşıdı.

İlkokulu Ankara'da, liseyi Notre Dame de Sion'da okudu.

Gazi Orman Çiftliği'nin koruma birliği komutanı yüzbaşı Hüsnü Erkin'le evlendi. Nikahı Ankara Belediyesi'nde kıyıldı, düğünü Dolmabahçe Sarayı'nda yapıldı. Bir oğlu oldu.

84 yaşındayken İstanbul'da vefat etti.

Nebile, İstanbul'da doğmuştu.

Yetimdi. Çapa öğretmen okulunda öğrenciydi, Darüşşafaka'da okuyan bir erkek kardeşi vardı, başka kimsesi yoktu.

Büyük bir medeni cesaretle Dolmabahçe Sarayı'na geldi, hizmetçilik dahil her ne görev verilirse verilsin Mustafa Kemal'in emrinde çalışmak istediğini söyledi. Yaver Cevat Abbas aracılığıyla Mustafa Kemal'in haberi oldu, 17 yaşındayken evlat edinildi.

Üsküdar Amerikan Kız Koleji'ne yazdırıldı, dans etmeyi şarkı söylemeyi seviyordu, okumaya niyeti yoktu, başgöz etmekte fayda görüldü, Viyana elçiliği başkatibi Raşit beyle evlendirildi. 19 yaşındaydı.

Ankara Palas'taki düğününde Mustafa Kemal'le dans etti.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuyla manevi kızının dans fotoğrafı The Illustrated London News dergisinde kapak oldu, dünya çapında ilgi gördü.

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadınlar lehine dönüşümün fotoğrafıydı.

Üç yıl sonra boşandı, 1937'de mühendis Sabahattin İrdelp'le evlendi, Dolmabahçe Sarayı'nda sade bir nikah töreni yapıldı, mutluluğu gene bulamadı, dört yıl sonra yine boşandı.

Sıkıntılar üst üste geliyordu, menenjit geçirdi, 29 yaşındayken gözlerini kaybetti.

Çocukluğunda yaşadığı maddi sıkıntılarını hiç unutmadığı için, eline geçen her kuruşu hayırsever olarak kullanırdı.

Evlilikleri sırasında Darüşşafaka'ya 34 bin lira bağışlamıştı, o dönemin parasıyla ciddi servetti.

Mustafa Kemal'in vasiyetnamesiyle kendisine bağlanan maaşını da Darüşşafaka'ya bağışlamıştı, başka geliri yoktu.

İkinci eşinden de ayrılınca beş parasız ortada kaldı, başını sokabileceği bir evi bile yoktu.

Görme engelli olarak tek başına yaşayabilmesi mümkün değildi. Arkadaşları tarafından İstanbul Yakacık'ta sanatoryuma yatırıldı.

Hiç şikayet etmeden, orada kalıyordu. İstese Ankara'yı ayağa kaldırırdı, yardım bile istemedi.

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün haberi oldu, zorla ikna edildi, Fransız La Paix hastanesine aldırıldı.

Dört sene dayanabildi, henüz 33 yaşındayken son nefesini verdi, Feriköy mezarlığına defnedildi.

Pırıl pırıl başlayan, trajik biten, onurlu bir öyküydü.

Mustafa, Varna'da doğmuştu.

Ailece Yalova'ya göçmüşlerdi, okuma yazma bilmiyordu, çobandı.

11 yaşındayken tesadüfen Mustafa Kemal'le tanıştı.

1929 yılıydı. Yalova çiftliğinin etrafında atla gezintiye çıkan Mustafa Kemal, sürüsünü otlatan üstü başı yırtık gariban bir çocukla karşılaştı. Atından indi, sohbet etti. Özgüvenli cevaplarını çok beğendi. “Seninle adaşız” diyerek harçlık vermek istedi. Adaş kabul etmedi. Mustafa Kemal ısrar edince de, cebindeki cevizleri çıkardı, “bunları alırsan olur” dedi. Karşılıksız para almıyordu.

Bu haysiyetli tavır, Mustafa Kemal'in hayran olduğu davranış biçimiydi. Paraya tamah etmeyen çocuğa sarıldı. “Beni ailenle tanıştır” dedi. Anne babasından izin istedi. İstanbul'a götürdü.

Adaş'ın sağlık durumu hayli kötüydü, Şişli çocuk hastanesine yatırıldı, dört ay tedavi ettirildi.

İlkokulu İstanbul Beşiktaş'ta okudu, Kuleli Askeri Lisesi'ne yazdırıldı, Kara Harp Okulu'nu bitirdi.

“Sığırtmaç” lakabıyla tanınıyordu, Demir soyadını aldı.

Evlendi, kızı oldu, binbaşı rütbesiyle emekli ayrıldı, 70 yaşında vefat etti, Yalova'da toprağa verildi.

Fırsat eşitliğinin, eğitim devriminin sembolüydü.

Okuma imkanı verilen her yurttaşın meslek sahibi olabileceğinin, ekonomik açıdan sıçrayabileceğinin kanıtıydı.

Zehra kimsesizdi.

Amasya'da doğmuştu. Dört yaşındayken babasını, beş yaşındayken annesini kaybetmişti, koskoca dünyada yapayalnız kalmıştı.

Mustafa Kemal 1924'te Latife'yle birlikte Amasya'ya geldi, Darüleytam yurdunu ziyaret ederken, tanıştılar.

İlk manevi kızı oldu.

İlkokulu Ankara'da tamamladı, liseyi Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nde okudu, İngiltere'ye gönderildi, Oxford Üniversitesi'ne bağlı Saint Hilda Koleji'ne yazdırıldı, edebiyat eğitimi almaya başladı.

İmkanlar dört dörtlüktü ama, Zehra zorlanıyordu. İçedönük bir kızdı, sosyalleşemiyordu, uyum sağlayamıyordu, kimseyle arkadaşlık kurmuyordu.

Psikolojisi bozulmuştu. Derslerinde yeterince iyi olamadığı için sorumluluğunu yerine getiremediğini düşünüyordu, kendisini başarısız buluyor, iyice bunalıma giriyordu.

Sabiha'yla Rukiye'ye sık sık mektup yazarak yakınıyordu, iç dünyasında kopan fırtınaları anlatıyordu, “okulumu yarım bırakmak istemiyorum ama, burada da kalmak istemiyorum, bocalıyorum, mutsuzum” diyordu, kendisini yalnız ve kaybolmuş hissediyordu.

Her fırsatta Londra elçiliğimize gidiyor, orada vakit geçiriyordu.

Mustafa Kemal'in haberi oldu.

Israr etmenin manasız olduğunu gördü.

“Bıraksın gelsin, başka okul bakarız” dedi.

1935 yılının kasım ayıydı.

Londra büyükelçimiz Fethi Okyar tarafından gemiyle Fransa'ya getirildi, refakatçi eşliğinde Paris trenine bindirildi.

10 saat kadar yol alınmıştı, sabaha karşı dört sularıydı.

Uyuyamıyordu.

“Kendimi iyi hissetmiyorum, koridor penceresinden biraz hava alayım belki iyi gelir” diyerek kompartımandan çıktı.

Sonrasının ne olduğunu, nasıl olduğunu kimse bilmiyor…

Le Figaro gazetesinde çıkan haberde şunlar yazıyordu:

“Calais-Paris treninden genç bir kadın düştü. Alarm verilmesinin ardından rayların kenarındaki taşlarda yatar halde bulundu. Amiens hastanesine kaldırılmasına rağmen dayanamadı. Kimliği pasaportundan anlaşıldı. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın evlatlık kızı bayan Zehra, İngiltere'den geliyordu.”

23 yaşındaydı.

Cenazesi Amiens kilisesine kaldırılmıştı, Paris büyükelçiliğimiz tarafından teslim alındı, özel vagonla Marsilya'ya getirildi, gemiyle İstanbul'a gönderildi, basına haber verilmedi.

Cenaze namazı Teşvikiye camisinde kılındı, Maçka mezarlığına defnedildi.

Mustafa Kemal duygusal olarak darmadağın olmuştu, cenazeye gelmedi, kendisini temsilen Hasan Rıza Soyak'ı gönderdi.

Milli mücadele boyunca bir insanın görebileceği her türlü dramı gördüğünü zanneden Hasan Rıza, yanılıyordu… 12 yaşından beri adım adım büyümesine tanıklık ettiği Zehra'nın kabrine toprak atarken, hayatının en zor gününü yaşadı.

Doğuştan talihsiz çocuğun başına talih kuşu konmuştu ama, hayata başladığı gibi talihsiz şekilde yitip gitti.

Sekiz çocuğu evlat edinen, okutan, büyüten Mustafa Kemal, her baba gibi, çocuklarıyla alakalı mutluluklar, gururlar, üzüntüler yaşadı.

Çocuğu olmadı ama, dünya tarihinde çocuklara bayram armağan eden ilk ve tek lider oldu.

İnsanların toplum içinde “özgür birey” olabilmeleri için, öncelikle çocukların aile içinde “özgür birey” olması gerektiğini anlatıyordu.

“Çoğu ailelerde öteden beri çok kötü bir alışkanlık var.

Çocuklarını söyletmez ve dinlemezler. Zavallılar söze karışınca ‘sen büyüklerin konuşmasına karışma' derler, sustururlar.

Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket!

Çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifade etmeye özendirmelidir. Böylece hem hatalarını düzeltmeye imkan bulunur, hem de ileride yalancı ve ikiyüzlü olmalarının önüne geçilmiş olur.

Çocuklarımızı düşüncelerini hiç çekinmeden ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız.

Onların temiz yüreklerinde yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıyız.

Bence bunlar, çocuk eğitiminde ana kucağından en yüksek eğitim ocaklarına kadar her yerde, her zaman üzerinde durulacak önemli noktalardır. Ancak bu yolladır ki, çocuklarımız memlekete yararlı birer vatandaş ve eksiksiz birer insan olurlar” diyordu.

23 Nisan denilen, aslında budur.

Çocuklarımızın temiz yüreklerindeki yurt, ulus, yurttaş sevgisini uyandırmaktır, serbestçe konuşmaya, düşüncelerini hiç çekinmeden ifade etmeye, başkalarının düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmaktır, “özgür birey” olmalarını sağlamaktır.

Yoksa, Tbmm'de tören olsa ne olur olmasa ne olur.

Resmi Gazete'de yayımlandı! Koronavirüs, 'Bildirme Esas Bulaşıcı Hastalıklar Listesi'ne eklendi Güncel Başsavcılık duyurdu! Buca Cezaevi'nde 64 tutuklu ve hükümlünün daha koronavirüs testi pozitif çıktı Güncel Ankara'da 169 sağlık çalışanı koronavirüse yakalandı Güncel İngiltere'den getirilen 311 Türk vatandaşı İzmit'te yurtlara yerleştirildi Güncel