Yılmaz Özdil: Türkiye, örgütlü cehaletle imha ediliyor
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Meclis araştırması AKP ve MHP oylarıyla reddedilen Marmara'daki müsilajı yazdı.
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Meclis araştırması AKP ve MHP oylarıyla reddedilen Marmara'daki müsilajı yazdı.
Özdil'in bugünkü yazısı şöyle:
– Dünyada Alplerden sonra oksijen oranı en yüksek bölge olan Kazdağları'na siyanür döktüler, zümrüt gibi ormanlar çöle döndü.
– Türkiye'nin en temiz gölü, iki milyon yaşındaki Salda'ya millet bahçesi ayaklarıyla iş makinesi soktular, kumun rengi bozuldu.
– İstanbul'un akciğerleri olan Kuzey Ormanları'nda 13 milyon ağaç kesildi, kuşların göç yolları bile bozuldu.
– Dünyanın 100 doğal ormanından biri, dünyanın en yaşlı bitki örtüsüne sahip 25 bölgesinden biri, sadece endemik değil, relikt tabir edilen türleri barındıran, yani buzul çağından beri orada yaşayan bitkiler barındıran Cerattepe'ye illa siyanür dökmeye çalışıyorlar.
– Dünyanın lületaşı yataklarına sahip tek bölgesi, tarımsal SİT alanı Alpu Ovası'na termik santral dikmeye çalışıyorlar.
– Dünyada sadece Amazon'da ve Kongo'da varolan longoz ormanlarına sahip, kuş cenneti İğneada'ya termik santral dikeceklerdi, vazgeçtiler, nükleer santral dikiyorlar.
– 3 bin 300 metre yüksekliğe, 60 kilometre uzunluğa sahip olan, beş milyon yaşındaki Munzur Dağları'nı komple maden sahası ilan ettiler.
– Bizzat Atatürk'ün talimatıyla hazırlanan, 1939'dan beri yürürlükte olan “zeytin yasası” var, 2003'e kadar kimse dokunmadı, 2003'ten beri ısrarla değiştirmeye çalışıyorlar, bir değil iki değil, sekiz defa denediler, sekiz defa Tbmm'ye getirdiler, her defasında muhalefet tarafından püskürtüldü, gene deniyorlar… Türkiye'de 170 milyon zeytin ağacı var, bu yasayı değiştirmeyi başarırlarsa 120 milyonu zeytinlik vasfından çıkacak, komple maden sahası olacak, Ege'de bin yıllık zeytin ağaçları var, Manisa Kırkağaç'ta mesela 1659 yıllık zeytin ağacı var, hâlâ yılda 250 kilogram zeytin veriyor, hepsi biçilecek.
– Denetimsiz kullanım, siyasi sorumsuzluk ve derelerin üstüne kurulan yüzlerce hes nedeniyle… Dünyanın nazar boncuğu olarak tanınan Meke Gölü kurudu, flamingoların en sevdiği yer olan Akgöl kurudu, Nasreddin Hoca'nın yoğurt için maya çaldığı Akşehir Gölü kurudu, normalde 350 kilometrekareydi, şimdi 40 kilometrekare bile değil, Göller Bölgesi'nde adeta göl kalmadı, Tuz Gölü tuzluk kadar kaldı, Tecer Gölü kurudu, Eber Gölü haritadan silindi, toplam Marmara Denizi büyüklüğünde 70 gölümüz yok oldu, Eğirdir Gölü'nde Bafa Gölü'nde aşırı kirlilik var, Sera Gölü bataklık oldu.
– Orman Kanunu'nu “kamu yararı” adı altında 17 defa değiştirdiler, ormanlarımızın yüzde 5'i bu değişikliklerle yok oldu.
– İkizdere'de yaşananları görüyorsunuz, illa kıyacaklar.
– Türkiye'de her yıl 31 binden fazla insanımız, hava kirliliğine bağlı sebeplerle ölüyor, Türkiye'nin havası Avrupa Birliği ortalamasından yüzde 35 daha kirli hale geldi, her dört kişiden üçü hava kirliliği olan yerlerde yaşıyor.
– Trakya, Marmara ve Ege'deki nehirlerimizin su kalitesi dördüncü dereceye, yani çok kirli seviyeye yükseldi.
– Namuslu biliminsanlarımızın araştırmasına göre, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne'de her beş ölümden biri, Kocaeli Dilovası'nda her üç ölümden biri, Antalya'da her on ölümden birinin sebebi, kanser… Özellikle Dilovası'nda bebeklerini emziren annelerin sütünde yüksek miktarda ağır metal tespit ediliyor, bebeklerin ilk kakasından alınan örneklerde kurşun, cıva, arsenik, kadmiyum, alüminyum çıkıyor.
– Endüstriyel atıklar, Marmara Denizi'ndeki balıklara bile, kabuklu canlılara bile zehirli kimyasal madde bulaştırıyor.
– Akdeniz foku, Anadolu leoparı, telliturna, alageyik, çizgili sırtlan, oklu kirpi, bozkır kartalı, ak kuyruklu kartal, Toros kurbağası'nın Türkiye'de nesli tükenmek üzere… Yaban kedisi, karakulak, vaşak, karaca, kızıl geyik, boz yunus, boz ayı, susamuru, dikkuyruk, yaz atmacası, şah kartal, kızıl akbaba, tepeli pelikan'ın nesli tehlikede.
– Uğurböceği ithal ediyoruz, hani “uç uç böcecik, annen sana terlik pabuç alacak” var ya… İşte onu İspanya'dan ithal ediyoruz. Çünkü, ithal tarım ilaçları kullanarak, bizde uğurböceği neslini yok ettik. Halbuki, tarımdaki zararlıları uğurböcekleri yok ediyor. Zararlıları yoketsin diye uğurböceği ithal ediyoruz, sonra ithal tarım ilacı sıkarak, uğurböceklerini yokediyoruz, bu süperzeka (!) döngü nedeniyle, tarımdaki zararlılar kalmaya devam ediyor.
– Solucan ithal ediyoruz, ithal solucanlarla gübre yapıyoruz. Çünkü sadece toprağın üstünü değil, toprağın altındaki yaşamı da kuruttuk, elalemin solucanını ithal etmezsek, gübre bile üretemiyoruz.
– Normalde 18 santime kadar büyüyen, 12 santimken avlanan hamsi, altı santim bile olmuyor, yarısı kadar bile büyümüyor, bu yıl tarihte ilk kez, hamsi sezonunda hamsi avlamayı yasakladılar. Çünkü… Hamsi karnını doyurmak için kıyılara yanaşır, planktonla beslenir. Mikroskobik boyuttaki planktonları da dereler doyurur. Sonbaharda ağaçların yaprakları dökülür, çürür, ormanlardan süzüle süzüle gelen derelerle denize taşınır, planktonlar da işte bunlarla beslenir, ağaçtan dereye, dereden planktona, planktondan hamsiye, zincirin halkalarıdır. Tarihte ilk kez, bu besin zinciri koptu. Hes'ler derelerimizi kurutmakla kalmadı, derelerin taşıdığı organik yüklere set çekti, denize ulaşmasını engelledi. Bu yüzden planktonlar azaldı, hamsi de yiyecek plankton bulamadı.
– Son 10 yılda Karadeniz derelerine 200'ün üstünde hes yapıldı, 20'sinin inşaatı devam ediyor, 120'sinin projesi temel atma aşamasına geldi. Toplam 1.700 küsur hes lisansı dağıttılar!
– Sorun sadece Karadeniz kıyılarımızda değil, Ege kıyılarımızda da balık yok, Akdeniz kıyılarımızda da balık yok. Tarihimiz boyunca hiç bu kadar kötü bir balık sezonu görülmedi. Gel gör ki, aynı denizi paylaştığımız Yunanistan mesela, balık fışkırıyor. Çünkü… Yunanistan'da 40 metre derinlik sınırı var, 39 metrede balık avlayamazsın, kanunen yasak. Neden 40 metre sınırı var? 40 metre derinliğe kadar güneş ışığı ulaşıyor, “posidonia” tabir edilen deniz çayırları fotosentez yapıyor, balıklar bu deniz çayırlarında hem besleniyor, hem ürüyor. 40 metre yasağıyla, işte bu üreme alanları koruma altına alınıyor. Deniz çayırında balık avlarsan, sadece o balığı değil, o balığın gelecek nesillerini de yok etmiş oluyorsun. Peki bizde sınır ne? 24 metre!
– Sadece karadaki çayırları değil, denizdeki çayırları da kurutuyoruz.
– Bu yüzden, barbun Senegal'den ithal ediliyor, kalkan Romanya'dan, lagos Mısır'dan, sinarit Gana'dan, dilbalığı Somali'den geliyor, Norveç'ten getirilen seyit balığını mezgit diye kakalıyorlar, güya sardalya festivali düzenliyoruz, o sardalya Yunanistan'dan geliyor, Galata Köprüsü'nde yediğimiz balık-ekmek bile Norveç uskumrusu.
– Karadeniz'de 26 balığın, Marmara'da 125 balığın neslini kuruttuk.
– Üç tarafımız denizlerle çevrili, Türk havuzu denilen kendimize ait denizimiz var, ama, denizi olmayan Konya'da Uşak'ta tarla balıkçılığı yapıp, arazide levrek yetiştirmeye çalışıyoruz.
– Balıkçılık tarihimizin en önemli kitaplarından biri olan ve İstanbul balıkhanesi müdürü Karekin Deveciyan tarafından kaleme alınan “Türkiye'de Balık ve Balıkçılık” isimli eserde, 1920'li yıllarda sırf İstanbul'da sekiz milyon ton balığın işlem gördüğü anlatılıyor. Bugün, tüm Türkiye'de bir milyon ton bile değil.
– 1920'li yıllarda İstanbul balık haline 2 milyon 200 bin çift torik geliyordu. Bugün torik gören var mı? Bizim lüferi neredeyse kuruttuk, Atlantik ringası geliyor, Pasifik ringası geliyor, Avustralya uskumrusu geliyor, Japon kolyozu geliyor.
– Marmara Denizi tüm balıkların göç ve yumurtlama yeriydi. Tekirdağ, Şarköy, Marmara Adası arasındaki üçgen, orkinosların aşk üçgeniydi. Taaa Atlas Okyanusu'ndan gelirler, bu aşk üçgeninde ürerlerdi. Aşk üçgenini lağım çukuru haline getirdik.
– İzlanda'da volkan patladı, kül yağmuru nedeniyle kıyıları zehirlendi, toplu balık ölümleri meydana geldi, balıkları -somon- analiz ettiler, ağır kurşun, radyoaktif madde ve zararlı kimyasallar tespit edildi, bütün dünya İzlanda'dan balık ithalatını durdurdu, aynı dönemde Türkiye'nin İzlanda'dan balık ithalatı yüzde 250 arttı, elalemin almadığı kansere yol açan balıkları afiyetle bize yedirdiler.
– İzmir Kuş Cenneti'nde pelikanları mangal yaptılar. Sakarya'da midilli cinsi minik atları çalıp, kilosunu sekiz liradan kasaba sattılar. Antalya'nın simgesi Akdeniz foku'nu kafasına vura vura katlettiler. Sahillerimize habire kurşunlanmış yunus cesedi vuruyor. Kurban bayramında elinden kaçırdığı boğa'ya tüfekle ateş eden var. Abant'ta beygir'e tecavüz eden mühendis yakalandı. Uçak için apronda deve kestiler. Geçen ay, Zonguldak'ta hayvanat bahçesinden geyikleri çalıp yediler. İnsan olarak yaşamak zaten zor ama, bu ülkede hayvan olarak yaşamak çok daha zor.
– Türkiye, Avrupa'nın çöplüğü oldu, Avrupa'dan en çok plastik atık alan ülke oldu, Almanya'nın İngiltere'nin Fransa'nın Hollanda'nın İspanya'nın plastik çöpü kamyonlarla, gemilerle Türkiye'ye gönderiliyor, yılda 14 milyon ton plastik çöp alıyoruz. Geri dönüşümde kullanıyoruz filan deniyor ama, yalan olduğunu herkes biliyor, plastik çöplerin yüzde 90'ından fazlası doğaya atılıyor, toprağımızı, akarsularımızı, denizimizi zehirliyor, veya yakılıyor, soluk aldığımız havaya karışıyor. Avrupa Birliği eskiden plastik çöplerini Çin'e atıyordu, Çin yasa çıkardı, bu yılbaşı itibariyle plastik çöp ithalatını durdurdu, Hindistan bile Türkiye'nin anca beşte biri kadar çöpü kabul ediyor, Çin plastik çöp almayı durdurduğu için yakında dünyanın çöplüğü olacağız, çünkü, Avrupa ülkelerinin yanısıra ABD ve Japonya da çöpünü Türkiye'ye göndermeye başladı.
★
Hani deseler ki, Türkiye'nin ocağına incir ağacı dik…
Anca bu kadar olur.
★
Akılla bilimle, kültürle sanatla, yurtsever vizyonla, çevre bilinciyle, insana hayvana bitkiye sevgiyle, toprağa havaya suya saygıyla kurulan Türkiye, örgütlü cehaletle imha ediliyor.
★
Ve hâlâ deniyor ki, nedir bu deniz salyası?
★
Doğa suratımıza tükürüyor, suratımıza… Olan bu.