Zaman gazetesinin muhabiriydi: Tahliye olan Hanım Büşra Erdal itiraflara başladı!
FETÖ’nün kapatılan yayın organı Zaman gazetesinde bir dönem adliye muhabirliği yapan Hanım Büşra Erdal, tutuklu bulunduğu cezaevinden 1 Nisan 2021'de tahliye edildi.
FETÖ’nün kapatılan yayın organı Zaman gazetesinde bir dönem adliye muhabirliği yapan Hanım Büşra Erdal, tutuklu bulunduğu cezaevinden 1 Nisan 2021'de tahliye edildi.
Hanım Büşra Erdal, tahliye edilmesinin ardından sosyal medyada mesajlar yayımlamaya başladı.
FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişiminden önce yurtdışına kaçan FETÖ’cüleri işaret eden Erdal, “Tek hedefleri egolarını tatmin etmek olan o büyük kibirli gazeteci abileriniz yoktu, onlar yurtdışındaydı/yurtdışındaymış” ifadelerini kullandı.
Erdal, FETÖ yöneticilerini şu sözlerle hedef aldı:
“Zaten eleştirdiğin, muhalefet ettiğin konuların bizzat yanında durdukların tarafından yapıldığını farketmek, bunu görmek gerçekten büyük hayal kırıklığı..”
“MEHMET BARANSU TUTUKLANIRKEN ADLİYEDE…”
“Ben şuyum, şunu yaptım’ diye kibirli, kendini bi şey sanan tavrım olmadı. Elimden geleni, iyi olduğunu düşündüğümü yaptım. İşimi pazarlamadım hiç. Eğitimli adli bi mahkum vardı, uzun yıllar hapiste kalmış ‘sen avukat, gazetecisin ama hiç bunları göze sokmuyorsun, kimleri gördük burda’ derdi. Bugün ise sadece bir kez ‘bi asalaktan kurtulduk’ yazan, gazeteciliğime laf edenler için şunu diyeceğim; ağzının içine baktığınız ağababaları yurtdışına çoktan çıkmışken 15 Temmuz gününe kadar tutuklu, gözaltında olan her meslekten insanın yanında ben vardım adliyelerde. Sesleri oldum.
Mehmet Baransu tutuklanırken adliyede yanında o kutsadığınız, size her gün akıl veren, gaz veren, düşmanlığı/kini büyüten, tek hedefleri egolarını tatmin etmek olan o büyük kibirli gazeteci abileriniz yoktu, onlar yurtdışındaydı/yurtdışındaymış.orda ben vardım..
Sizin uzaktan tweetini attığınız kadınlarla, çocuklarla hapiste olan bendim. Küçük çocuklarından ayrı kadınları içeride teselli eden ben oldum. Tek ben hapis yattım da, demiyorum. Çok hapis yatan, benden daha çok zorluk çeken insanlar var. Onlar adına da gerçeği talep ediyorum.
Zaten eleştirdiğin, muhalefet ettiğin konuların bizzat yanında durdukların tarafından yapıldığını fark etmek, bunu görmek gerçekten büyük hayal kırıklığı..”
İşte o mesajlar:
BALYOZ MAĞDURU KOMUTANLARI HEDEF ALMIŞTI
FETÖ'nün darbe girişimi sonrası gözaltına alınan Hanım Büşra Erdal, Balyoz davasında attığı tweetlerle tepki toplamıştı.
İşte o paylaşımlar:
"GÜLEN'İN YEĞENİ KORKUTMAK VE SİNDİRMEK İÇİN ÜSTÜME YÜRÜDÜ"
Büşra Erdal Fethullah Gülen'in yeğeninin kaldığı koğuşta kendisine saldırdığını iddia ederek kamuoyuna açık bir mektup yazmıştı.
Erdal mektubunda şu ifadelere yer vermişti:
"Bakırköy Cezaevi’nde kalan son kadın gazeteci olarak 4 yıllık hapisliğin ardından kendimi bir kez daha anlatmak adına bu mektubu yazıyorum. Yargıtay, geçtiğimiz aylarda “FETÖ üyeliği” gerekçesiyle verilen 6 yıl 3 aylık hapis cezamı onadı. Denetimli serbestlik uygulamasıyla tahliye hakkımı kullanabilmem için geçmesi gereken 3 yıl 8 aylık süre dolduğu için de tahliye talebinde bulundum. Ancak Cezaevi Müdürlüğü “Örgütten ayrıldığına dair dairemize yazılı ya da sözlü bir beyanda bulunmamıştır” diyerek tahliye talebimi reddetti.
Bu kararı görünce ilk olarak, cezaevinde devlet gözetiminde tutulduğum koğuşta Fethullah Gülen’in yeğeninin saldırısına uğramam aklıma geldi. 2018’in Ekim ayıydı. Nazlı Hanım (Ilıcak) ile birlikte kaldığımız koğuşa getirilen Fatmanur Gülen isimli bu kişi ile daha ilk başta anlaşmazlıklar, düşünsel farklıklarımız ortaya çıktı. Devamında bu kişi gözümü korkutmak, beni sindirmek için üstüme yürüdü, omzumdan iteledi, tacizkâr tavırlar sergiledi.
En sonunda ise, avluda müzik dinleyerek yürüdüğüm sırada şahsımı, bedenimi hedef alarak iki kez cam büyük bardaklardan attı. Birinde bardak, duvardan geri sekip ayak bileğime çarptı. Betona çarpan cam bardağın sesine koşan infaz koruma memurları ve Nazlı Hanım beni kurtardı. Şahıs, kameranın ve memurların gözü önünde –çünkü ilk bardak sesini duyan memurlar koğuşa koşarken, ikinci kez atmaya davrandığını pencereden görünce “yapma” diye bağırmışlardı- yaptığı bu şiddet eyleminden sonra disiplin cezası verilerek koğuştan alındı. Bütün bunlar sadece 2 haftada olup bitti.
Bu olay başıma geldiği sırada Oscar Wilde’ın Reading zindanındayken arkadaşına yazdığı uzun mektubunu okuyordum. Wilde, orada şu tespitte bulunuyordu, altını çizmiştim: "Hayatta önemli olan şeyler göründükleri gibidirler, bu yüzden de sana tuhaf gelse bile yorumlanmaları genellikle zordur. Oysa önemsiz şeyler, birer simgedir. Acı dersleri de onlardan alırız."
Ben, 15 Temmuz darbe girişimi gibi korkunç bir eylemin gerçekliğini, kötülüğünü, acımasızlığını görmüş, o güne kadar “dini cemaat” bildiğim bu yapı ile düşüncelerimi, yolumu ayırmıştım. Ve bu kötülüğü nasıl yapabildiler? Kendilerine inanan sıradan Anadolu insanını nasıl göz göre göre ateşe atabildiler? Bütün bunların üstüne nasıl hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliyorlar?.. vs. Bu sorular ve cevapları ile kendimi onlardan en uzağa koymuşken, işte o uzaklıktayken, dahi “Gülen” soyadlı birinin saldırısına uğradım, aşağılandım. Bu saldırının benim için simgesel bir anlamı oldu.
Geçmişte “cemaat” diye bilinen bu yapı ile ilişkim kolejinde okumak ve Zaman gazetesinde çalışmaktan öte olmadı. Özellikle 90’ların ikinci yarısında farklı yaşam tarzlarına, farklı görüşlere sahip sınıf arkadaşların, öğretmenlerin olduysa, Refah Partili gurbetçi çocuklarıyla dolu İzmir’de, İzmir’in renklerini taşıyan bir kolejde cemaati tanıdıysan ve sempati düzeyinde bir ilişkin varsa arka plandaki gizlenmiş kötülüğü göremiyorsun. Gün geliyor, sempatinin de etkisiyle aşırı, sorgusuz sualsiz bir şekilde bu yapıyı savunabiliyorsun. Benimkisi, öyle oldu. Ancak 15 Temmuz ile birlikte hakikati görebildim, düşüncelerim değişti.
Bugün hâlâ “örgütten ayrılmadı” şeklinde bir iddiayı şahsıma hakaret olarak alıyorum. 15 Temmuz darbe girişiminin, sonrasında ortaya çıkan gerçeklerin, itirafların, organize kaçışların üstüne hâlâ bağım devam etseydi, bu en başta özbenliğime, ailemin verdiği özsaygıma, babamın ben daha çocukken kurduğu çocuk kitaplığıma, okuduğum kitaplara, sevdiğim yazar/şairlere, demokrasi bilincime, hayatımı anlamlandıran tüm değerlere ihanet olurdu. Bu, inancıma, kendime ihanet olurdu.
Meslek hayatı “darbe karşıtlığı” üzerinden ilerlemiş bir gazeteci olarak savunduğum, yanında durduğum bu yapının darbeci çıkması, benim için şoke edici, utanç verici olmuştur.
Mahkemede başım dik, onurla savunabildiğim bir meslek hayatı bırakmadılar. Geçmişte Yıldıray Oğur’un kendisi ile ilgili kullandığı “kullanışlı aptal” lâfıyla dalga geçmiştim. Gün gelecek, o lâfın şahsım için hafif kaldığı şekilde bir hissiyatta olacağını asla tahmin etmezdim. Kullanılmanın, aptallığın en acı şeklini yaşamış, görmüş oldum. Bugün ne kadarının gerçek, ne kadarının gerçek dışı olduğunu bilmediğim bazı önemli yargı süreçlerinde ben habercilik yaptığımı düşünürken, onlar haberlerim üzerinden birilerine kötülük yapmışlar. Her ne kadar bunun bilincinde değildiysem de hakkına girdiğim insanlar olduğunu görüyorum. Ve hayatımın geri kalanında bunlarla anılmak, bu yük benim büyük utancım olacak.
Bu ülkede bir utanç bırakarak kaçıp gittiler. Kara bir leke bırakıp kaçıp gittiler. Kandırıp kaçıp gittiler, kullanıp kaçıp gittiler. Ben ise gözaltı kararı çıktığı gün polise teslim oldum. 4 yıldır hapisteyim ve 8 aydır da tek başıma bir hücrede kalıyorum. 4 yıllık bu yalnızlıktan çok şey öğrendim ben, bu sessizlikten en çoğunu…
Zaman gazetesini ben kurmadım, ben yönetmedim. Yayın politikasını, manşetlerini ben belirlemedim. Bunları yapanların hepsi dışarda. Ben, Zaman’da, sadece muhabirlik/yazarlık yaptım. Hukuk fakültesi öğrencisiyken, adım attığım adliyelerde geçti tüm meslek hayatım. Gazeteciliği çok sevdim. Mesleğimi yaparken de “cemaat” diye bildiğim bu yapıyı masum sandım, açık açık savundum. Şimdi de tüm bu konularda yanıldığımı, hata yaptığımı açık açık söylüyorum. Artık onlarla birlikte anılmak istemiyorum.
Mahkemenin verdiği hapis cezasının infazını çoktan tamamladım. Dışarıda beni bekleyen bir ailem, 4 yıldır göremediği torununu ölmeden önce son kez görebilmek için dua eden 89 yaşında hasta bir babaannem var.
Bakırköy Cezaevi’nin tel örgülerle çevrili avlusunda sabaha kadar ışıklar yanıyor. Perdesiz pencerelerle aydınlıkta uyumaya alıştım. Öyle çok sivrisinek var ki ona alışamadım. Bir saksı top fesleğen olsaydı, işte onun yerini hiçbir şey tutmuyor, bu Ağustos vakti…
Beyanım budur.
NE OLMUŞTU
İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi, FETÖ'nün medya yapılanmasına ilişkin, "örgüt üyeliği" ve "darbeye teşebbüs" suçlarından haklarında dava açılan 20'si tutuklu 29 sanığın yargılandığı davayı 8 Mart 2018'de karara bağlamıştı. Firari sanıklar Bülent Ceyhan, Said Sefa ile Emre Soncan hakkındaki davanın bu dosyadan ayrılmasına karar veren mahkeme heyeti, tutuksuz sanık Muhterem Tanık'ın beraatını kararlaştırmıştı.
25 SANIK CEZA ALMIŞTI
Sanık Atilla Taş'ın, "örgüte yardım etmek" suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün, aynı suçtan sanık Murat Aksoy'un da 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Diğer sanıklar Abdullah Kılıç, Bayram Kaya, Bünyamin Köseli, Cemal Azmi Kalyoncu, Cihan Acar, Habib Güler, Halil İbrahim Balta, Hanım Büşra Erdal, Hüseyin Aydın, Yakup Çetin ve Gökçe Fırat Çulhaoğlu'nu üzerlerine atılı "silahlı terör örgütüne üye olmak" suçundan ayrı ayrı 6 yıl 3 ay hapis cezalarına çarptırmıştı. Mahkeme heyeti, sanıklar Ahmet Memiş, Ali Akkuş, Muhammet Sait Kulaoğlu, Mustafa Erkan Acar, Mutlu Çölgeçen, Oğuz Usluer, Seyid Kılıç, Ufuk Şanlı, Ünal Tanık, Yetkin Yıldız, Cuma Ulus ve Davut Aydın'ın da "silahlı terör örgütüne üye olmak" suçundan 7 yıl altışar ay hapis cezasına çarptırılmasını kararlaştırmıştı.
YARGITAY 8 SANIK HAKKINDAKİ HÜKMÜ BOZMUŞTU
Yargıtay 16. Ceza Dairesi de 6 Mart 2020'de sanıklar Ahmet Memiş, Ali Akkuş, Cemal Azmi Kalyoncu, Gökçe Fırat Çulhaoğlu, Ünal Tanık, Yakup Çetin, Yetkin Yıldız ve Atilla Taş yönünden verilen hükümlerin bozulmasına karar vermişti. Diğer 17 sanık hakkında verilen cezalar ise onanmıştı.