Zülfü Livaneli: Türkiye'nin şiddetli bir zihniyet devrimine ihtiyacı var

Abone ol

Sanatçı Zülfü Livaneli, söyleşi kitabı “Livaneli’nin Penceresinden”i Sözcü Gazetesi'nden Özlem Gürses’e anlattı.

Sanatçı Zülfü Livaneli, söyleşi kitabı “Livaneli’nin Penceresinden”i Sözcü Gazetesi'nden Özlem Gürses’e anlattı.

Livaneli “Bizim şiddetle bir zihniyet devrimine ihtiyacımız var. Ülke duygusal anlamda bölündü” dedi.

Özlem Gürses'in Zülfü Livaneli ile yaptığı röportajının ilk bölümü şöyle;

– Son kitabınız çıktı. Kutluyorum. Oradan bir soru ile başlayalım, bir insan ömrünü neye vermeli ?

Biliyorsun, benim bir şiirim bu. Bir insan ömrünü insana ait değerlere vermeli. Para kazanmak bir hayatın amacı olamaz. Oysa en sıradan insan bile kafayı parayla bozdu ! Ya sahte içki sattı, ya uyuşturucu ticareti yaptı ya da patlak botlarla mülteci taşıdı… Bir toplumun DNA'sı bozuldu.

– Bugünlerde hepimiz depresyondayız. Büyük bir sıkıntı, büyük bir kaygı… Anlam zeminini yitirdik biz, nasıl dönebiliriz oraya ?

Senin anlam yitimi dediğin, aslında değerlerin yitimi. Türkiye'de “Huzurluyum, mutluyum” diyen hiçbir insan yoktur. Türkiye'nin ruhu uzun zamandır yaralı. Yüzyıldan uzun süredir Türkiye, aydınlanma ile köktendincilik, yurttaşlık ile etnik kimlik, Doğuculuk ile Batıcılık, gelenek ile modern fikirlerin çarpışma alanı. Artık duygusal anlamda bölünmüş bir ülkeyiz…

– Kitabın alt başlığı da bu; Batı'nın kibri ile Doğu'nun cehli arasında…

Çünkü bizim aydınımızın da, halkımızın da problemi bu… Tarihten gelen bir takım kategorilerle, üstelik hiçbir şekilde doğrusunu bilmeyerek ve hep yanlış anlayarak kavga grupları yaratılıyor. Eskiden bu memleket adaletsiz ama merhametliydi. Şimdi de adaletsiz, ama aynı zamanda merhametsiz. Bu şekilde çağdaş bir toplum oluşması çok zor. Bizim şiddetle bir zihniyet devrimine ihtiyacımız var.

– Neden yapamadık bugüne kadar?

Çünkü Osmanlı yüzyılları boyunca, padişahların da toplumun da başında bir “Ulema belası” vardı. Rasathaneyi bile yıktılar biliyorsun, neymiş efendim “Göğe bakarsan meleklerin etek altı görünürmüş !” Bugün de televizyonlara çıkıp konuşan bir sürü insan var, hoca, hacı, şeyh adı altında… Nasıl saçmaladıklarını görüyorsun değil mi ?! Çoğu da cinsel anlatımlara varıyor sonunda…

– Kendi cinsel fantezilerini dinmiş gibi anlatıyorlar…

Sanki Allah bunlarla uğraşacakmış gibi! Kadınlara diyor ki mesela biri “Kocana görevlerini yerine getirmezsen, Allah da seni cehenneminde yakar!” Eğitim sistemi zaten Cumhuriyet düşmanlarının elinde. Medyaya, moda haline gelen düşüncelere, kültür ortamına bak; insanların üzerine yalanlar adeta şelale gibi dökülüyor! Geçmişte de bu adamlar ulema idi işte. Padişahları odalarında öldürtenler de onlardı…

Gezi'deki o cesaret her alanda gösterilmeli

– Kitapta Ortaçağ'da Anadolu'nun müthiş aydınlık bir dönem geçirdiğini de anlatıyorsunuz…

İslam'da en yüksek medeniyet neredeydi? Abbasi döneminde Bağdat'ta idi. O Beyt'ül Hikme denen muazzam kütüphane, Yunan eserlerinin tercümeleri, ilk kağıt fabrikasının kuruluşu… 1000 tane satranç kulübü olan bir şehirden bahsediyoruz ! O dönemin dünya kültürünün zirvesi. Bir de Endülüs Emevilerini düşün… Oradaki İbn-i Rüşd dünyanın en iyi Aristo yorumcularından biridir.

– Bu kadar geniş, zengin bir dünya ne oldu da yok oldu ?

O muhteşem Bağdat'ı Moğollar yıktı, sonra da İslam Osmanlı'nın eline geçti. 1485 yılında Avrupalı tüccarlar 2. Beyazıt'a bir makine satmak istediler, matbaa makinası… O da ulemaya sordu. Ulema da “yok efendim, böyle şeyler günahtır” dedi. Böylece matbaa girmedi. Beyazıt'ın oğlu Yavuz geldi, halife oldu ve bu yasağı bütün İslam alemine yaydı, 1700'lere kadar… Şöyle düşün, internet diye bir şey çıkmış, sana getiriyorlar, sen bunu hocalara sorup yasaklıyorsun ve 300 sene almıyorsun. Şimdi soru şu, İslam mı Türkleri, Türkler mi Arapları geri bıraktı ? Osmanlılar Arapları geri bıraktı. Sadece din bilgileri ile bir toplum nereye gidebilir ?

– Bu kitapta en çok üzerinde durduğunuz şeylerden biri İbn-i Haldun'un “Kabile asabiyyeti” meselesi… ”

İslam neden geri kaldı ? İşte bu “Kabile asabiyyeti” yüzünden…‘Asabiyyet' deyince biz de sinirlilik anlaşılıyor, aslında bağlılık demek. Kabilene sonsuz bir bağlılık yani… Aydınlanma devrimi dediğimiz işte bunu değiştiriyor.Özgür düşünebiliyorsun, hiçbir ön kabul koymadan. Kim öyle düşünebilir bizim toplumumuzda ? Ya da Osmanlı toplumunda kim öyle düşünebilirdi ?

– Şu anda da biz bir kabile asabiyyeti içindeyiz, kafalar hep kiraya verilmiş gibi…

Mesela bir partiye mensupsun Türkiye'de, o partinin düşüncelerinin dışında bir şey yapabiliyor musun? O partiye bağlısın işte, senin kabilen de o parti. Çeteleşe çeteleşe yaşamak hali bu. Bugün Türkiye'yi yönetenler ve onların ‘dava'ları modern yurttaşlığın yerine ‘kabile asabiyyeti'ni geçirme kavgasıdır.

– Buradan çıkış var mı ?

Buradan çıkış, Cumhuriyet Devrimleri. Zaten Cumhuriyet Aydınlanması, Fransa'da başlayan o aydınlanmanın bizdeki devamıdır… Atatürk tekke ve zaviyeleri kapatırken bunu söylüyordu işte. İnsan aklını özgür bırakmak… Bu proje, yani Cumhuriyet işte görüyorsun Türkiye'nin yüzde 50'si olan aydınlık fikirli insanları çıkardı ortaya.

– Gezi'deki birliktelik bir çıkış olabilir miydi ?

Bence Gezi'nin en büyülü yanı depresyondan bunalan kent insanının, bir başkası ile temas deneyimi idi. Gezi “Yalnız olmadıklarını anlayan insanların cesareti”dir. İnsanlar ilk defa kolektivite haklarını dile getirdiler. Bunu her alanda devam ettirmezsek daha büyük erozyonlar yaşarız.

-

Röportajın devamı yarın yayımlanacak...

Müjdat Gezen: 'Hep mimliydik' Kültür - Sanat Can Yücel mezarı başında anıldı Kültür - Sanat 'Şehvetiye Tarikatı': Sapkın şeyhlerden pes dedirten savunma Kültür - Sanat Dünyaca ünlü tenor, Nez ile düet yaptı Kültür - Sanat