23 Nisan yazımı planlarken e. postama gelen ileti yazımın omurgasını oluşturduğu için öncelikle zorunlu bir açıklama: “Adından çok etkilenerek aldığım kitabınızı hemen okudum, çalıştığım okulda meslektaşlarıma ve öğrencilerime önerdim. Özellikle ulusal günlere ait yazdıklarınızdan biz eğitimcilerin çok yararlanacağı kesin ve net. Ancak sıkı bir okurunuz olarak size bir eleştirim olacak! 2019 yılında yazdığınız ve kesip sakladığım 23 Nisan başlıklı yazınızı kitabınıza almamışsınız. Oysa çok etkili ve günceldi, nedenini merak ettim, sormak istedim.” Öğretmen H. Özçelik. Dikkatli okurumun bu ikazı üzerine bahse konu yazımı buldum, okudum, duyarlı okuruma hem hak verdim, hem söz verdim. Kitabıma almalıydım, atlamışım. Özür!
Açıklanan “Çocuk Raporuna” göre; Ülkemizde yılda 8 bin çocuk istismara uğruyor, Türkiye çocuk istismarında üçüncü sırada yer alıyormuş. Yine MEB’in verilerine göre 2 milyon çocuk okullaşamamış. Çocuk yaşta evlilikler artmış. Çocuk tacizlerinde son 10 yılda yüzde 700 artış görülmüş.
Bu sayısal verilerden sonra gelelim bu konuya neden daldığımıza ve derdimizin ne olduğuna! 23 Nisan’da televizyon kameralarına konuşanların hayallerinde ve dillerinde ülkemizi ve ülkemizin çocuklarının geleceğini ilgilendiren neler var? Ya da olacak mı?
Şimdi eğri oturup doğru konuşarak sorularla ilerlersek! Bugün gelinen nokta; gençlerini göç etmeye zorlayan, “size bu ülkede gelecek yok!” diyen, son 20 yılın ayrıştıran, kaygılandıran, umutsuzluğa yol açıp hayalleri bitiren sert ve acımasız dilinin özeti değil midir? 1920’lerde ülkelerinden kaçıp ülkemize sığınan Alman profesörlerden, “Oralarda okuyup, sonra da Alman vatandaşı olurum!” noktasına gelmenin sırrı toplumsal barışın temellerini hedef alan çatallı dilin yarattığı tahribat değil midir?
Gençlere “nelerden vazgeçersiniz?” sorusu sorulduğunda; “Uzayan iş kuyruklarında ömür tüketirken önce hayallerimizden, sonra da ülkemizden vazgeçer olduk!” şeklinde verdikleri cevap, yönetimin yanlı ve yanlış tutumunun sonuçları değil midir?
“Öğrenci yok” bahanesiyle 17 bin köy okulunun ışıklarını söndürüp, kapısına kilit vurup kapatarak, 374 bin öğrenciyi karanlığa mahkûm edenlerin yarattığı hesaplı, kitaplı, yanlı, yavan iklim değil midir?
Keskin virajların, ciddi savrulmaların yaşandığı aile ortamında büyüyen çocuklara! Boğazlarını sıkan düğümle yaşamaya çalışan gençlere! Çocukluklarında aldıkları yarayla yaşam boyu iyileşmenin yollarını arayan yetişkinlere! Huzuru olmayan ailelerin tarifsiz hüznünün egemen olduğu toplumda yaşamaya çalışanlara! İncinen çoğunluğun yaşam savaşı verdiği bu coğrafyada yaşayanlara! Hakça ve eşit davranılmış mıdır? Bilmiyorum!
Bildiğim bu konuya yıllarını veren bir eğitimci olarak çok ciddi bir önerim ve çağrım var! (İkinci önerim daha güncel olduğu için sona sakladım!) Makam sahiplerine son derece ilginç, öğretici, anlamlı, yaratıcı, bilimsel, mantıklı, akla uygun, tutarlı, makul, gerçekçi, adaletli ve etkili bulduğum bir düzenleme yaparak diyorum ki; Alışıldığı üzere sanal ortamda da olsa 23 Nisan’da çocuklar makam sahiplerinin yerine geçmesin. Makam sahipleri çocukların yerine geçsin. (Öneriyi oylarınıza sunuyorum kabul edenler edilmiştir!) O halde koltuklara bu kez makam sahiplerini davet edelim!
Sanayi ve Teknoloji Bakanı en azından yarım gün sanayide çalışan bir çocuğun yerine geçsin.
Yeni Ticaret Bakanı gün boyunca pazarda su satsın, hatta yetinmesin “poşetlerinizi taşıyayım” diye durmadan bağırsın! (Ticaret konusunda aile boyu dehasını kanıtlayan eski bakan hem etik dışı ticaretin püf noktalarını içeren kurslar açsın! Hem de aile şirketlerine ait dezenfektanları pazarlasın)
Sağlık Bakanı sadece bir gece parkta yatsın.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı 3 kez halk otobüsüne, 2 kez metrobüse, 1 kez de dolmuşa binsin.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Çocuk Esirgeme Yurdunda 24 saat geçirsin. (Bu arada kulağımla duyup, gözümle gördüm kendisini kutlayan basın mensuplarına “yemin yapacağız” dedi. Yemin yapılmaz edilir, sonra da tutulur o nedenle öncelikle dil kurslarına gitmeniz gerekir Sn. Bakan!)
Milli Eğitim Bakanı elektriği sık sık kesilen, alt yapısı yetersiz yerleşim bölgelerinde EBA’ya bağlanmaya çalışsın!
Sn. Yetkililer! Onların sizin halinizden anlamasına gerek yok. Onlar daha ÇOCUK! Siz onların halinden anlarsanız, zaten tüm sorunlar çözülür. Çünkü siz BÜYÜKSÜNÜZ!
Önemli not: Ülke borçlu, devlet borçlu, kamu borçlu, özel sektör borçlu, küçük büyük işletmeler borçlu, hane halkı borçlu, doğan bebekler bile borçlu olan bir ülkede, insana bu neymiş böyle dedirtecek bu ekonomik tabloda (uçan kuşa hiç girmesem daha iyi) birkaç dakikalığına çocukları koltuklara oturtmak iyi de! Ya gerçekler! Ya kopup, korkup, bıkıp, yılıp gitmeyi düşleyenler ve düşünenler? Onlara ne demeli? Tuhaflık bir değil ki…
Daha önemli not: Yetiştirme yurdunda kalan üç kızına bakabilmek için böbreğini satışa çıkaran babanın acı çığlığı duyulmuyorsa! Eş dost akraba atamalarının esas alındığı aile sıcaklığındaki üniversitelerin sayısı artıyorsa! Umut Kaf Dağının ardına yerleşip, yeni pencereler açılmıyorsa! Bin bir türlü emek verilen, hayallerle büyütülen, dualarla uğurlanan, türkülerle karşılanan çocuklarımızın mutsuz olduğu ülkemizde gençler bu topraklardan niye kopmasın?
Teşekkür notu: Yeri ve sırası gelmişken söylemek isterim. 29 Ekim’de raflarda yerini alan “Atatürk’e Hasret Mürekkepli Mektuplar” adlı kitabıma ilişkin geri dönüşlerin dünyama sığmayan sevincine katkı sunanlara, bazı eski yazılarımı bana anımsatan, “yeniden yayınlayın” diyen, ben unutsam da unutmayan değerbilir okurlarıma ağız ve gönül dolusu teşekkürler.
Minnet notu: Bizler çok güçlü Cumhuriyet öğretmenleri tarafından eğitildik, onların ellerinde şekillendik. Senelerin verdiği deneyimin iddiasıyla diyorum ki; Mahrumiyet bölgesi çocukları olarak, çağdaş eğitimi büyük bir şans, kürsülerinde Atatürkçü öğretmenlerin ders anlattığı okulları seçilmiş bir kader, arkamızda kaya gibi duran ailelerimizi tam isabet bir seçenek olarak gördük. O gün aldığımız çok yönlü ve güçlü eğitim sayesindedir ki; Mustafa Kemal treninden hiç inmeden, el etek öpmeyi bilmeden, kendi öykümüzü dokuya dokuya bugünlere geldik…
Kutlama notu: Çocukluk Arkadaşım! Ömürlük Dostum! Sevgili Paşa’mın deyimiyle; Küçük hanımların ve küçük beylerin büyük bayramı kutlu olsun…