8 Nisan 1978’di günlerden. Şişli Siyasal’ın en güzel, en sevdiğimiz derslerinden Uygarlık Tarihi günüydü. Server Tanilli’nin DGM’de yargılandığı Uygarlık Tarihi kitabı, ders kitabımızdı.
Server Hoca’nın Uygarlık Tarihi derslerine sadece sınıfın öğrencileri değil, üst sınıflar hatta Harbiye Gazetecilik, GS İşletme vb. çevre okullardan öğrenciler de gelirdi. O kadar rağbet görürdü dersler.
Bir bakmışsınız Server Hoca derste kürsüye pikabı koymuş, Beethoven dinletiyor bize… Ders, ders değil ateşli bir konferans…
Zaman, 12 Eylül Amerikancı faşist askeri darbesine karar verilen, taşlarının döşendiği ve düğmeye basılan sürecin orta yeri…
Faşist saldırılar ve cinayetlerin ardı arkası gelmek bilmiyor.
Ne demişti Demirel?
“12 Eylül, 5 bin ölünün üzerine basarak geldi!”
8 Nisan 1978… Tanilli’nin dersi bitti. O gün derste faşizm üzerine bir ödev de vermişti Hoca. Beğendiği ödevi Cumhuriyet gazetesinde yayınlatacağını söylemeyi de ihmal etmemişti. Ders sonrası, asma kattaki fakülte genel sekreteri Ziya Kekik’in (Akaretler’de bıçaklı saldırıya uğramış ve kurtulmuştu çok şükür) odasına geçtik birlikte. Kekik, Mustafa Ekmekçi’nin Konya’dan ahbabı, hemşerisiydi. Tanilli de Ekmekçi’nin yakın arkadaşı olduğu için Kekik ile yakındı. Tanilli, çayları içtikten sonra bana dönerek, “Kara, en iyi ödevi senden bekliyorum” deyince heyecanlanmadım dersem yalan olur. O andan itibaren bir sorumluluk duygusu sardı benliğimi. Ve Hoca’yı yolcu ettik, ayrıldı.
Server Hoca, karşıda, Göztepe tarafında oturuyordu. Akşamüzeri evinin yakınında pusu kuran hain ve karanlık faşist katillerin kurşunlarına isabet olduğunu öğrendiğimde şok oldum tabii. İlk yaşadığım duygu şu oldu: Keşke Hoca’yı bırakmasaydık… O duygudan zor sıyrıldık Kekik ile; idrak ettik ki, o pusu kurulmuştu bir kez… O gün olmasa, bir başka gün olacaktı olanlar… Bu bir ‘karar’ ve ‘infaz’dı ve DGM savcı ve yargıçlarının yerine başka mahfiller devreye girmişti!
Çok şükür kurtuldu Hoca, ancak felç oldu ve tekerlekli sandalyeye mahkum oldu.
Uygarlık Tarihi adlı ders kitabından dolayı yargılanan Tanilli, sonrasında uzun tedavi sürecinde ve sonrasında belden aşağısı tutmayan vücuduyla dimdik durdu; kendisini yargılayanları ve kurşunlayanları, 12 Eylül’ü yargıladı insanlık ve uygarlık adına. Umudunu da hiç yitirmedi güzel günler için.
Tanilli, asıl İstanbul Üniversitesi-Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Hukuku dersleri veriyordu, bizim Şişli Siyasal da çok severek ders verdiği bir okuldu. Uygarlık Tarihi’nden yargılanırken savunması bir destansı anıt gibiydi. Emin Değer, Tanilli vurulduktan beş ay sonra savunmasını “Bir Bilim Adamının Savunması-Tanilli Dosyası” adıyla kitaplaştırdı.
O kitapta yer alan savunmadan bir bölüm şöyle:
“Çağına ve topluma karşı görevini yerine getirmiş bir hocanın huzuru içindeyim şu anda. Yazdıklarım, yazılması gereken şeylerdi. Bugün yazmaya kalksam, -en azından- gene aynı şeyleri yazardım. Hiçbiri hakkında en ufak bir pişmanlık duymuyorum. Kalemimden çıkmış her cümlenin, -cümle ne demek- her kelimenin ve hecenin altında, entelektüel şeref ve haysiyetim yatmaktadır. İnsanım; hayatta dönebileceğim şeyler olabilir. Ama entelektüel şeref ve haysiyetimden, -ölüm pahasına da olsa- dönemem. Attila İlhan’ın o yeni ve unutulmaz şiirlerinden birinin son mısraları geliyor aklıma:
O sözler ki, kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi
Ölüp ölesiye taşırız.
O sözler ki, bir kez çıkmıştır ağzımızdan uğrunda asılırız.”
Tanilli’yi Gülçin Çaylıgil, Ahmet Kerse, Ziya Nur Erün ve Emin Değer savunmuştu DGM’de. Maalesef ‘karar’ ve ‘infaz’ için başka mahfiller seçildi. Tanilli’nin savunması ise tarihe silinmezcesine kazındı.
Tanilli, Sovyetler Birliği ve Fransa’da uzun bir tedavi süreci geçirdi. Kitaplar kaleme aldı. Yurtdışında konferanslar, dersler verdi. 18 yılın ardından Türkiye’ye geleceğini duyunca sevinç yalımı kapladı içimi. Şişli Siyasal’dan arkadaşlarla temasa geçip TÜYAP Kitap Fuarı’na gittik toplu halde Hoca’mızla buluşmak üzere. Orada bir de “özel ders” sözü aldım Tanilli’den. Özel ders, bir süre sonra Beyoğlu’ndaki Adam Yayınları’nda gerçekleşti. Onlarca arkadaş oradaydık. Ahmet (Ümit), Merdan (Yanardağ), Bülent (Vural), Japon (Ahmet), Emin (Gürses, Prof.) ve daha kimler kimler…
O gün aklıma 8 Nisan 1978’deki ders ve sonrası geldi… Nasıl gelmezdi ki…
Sonra… Hoca’mızla her fırsatta buluştuk. Yolumuz Cumhuriyet’te de kesişti İlhan Selçuk’lu dönemde. Hoca’mız köşe yazıyordu gazetede ve kitaplarını yazmayı da sürdürüyordu.
Sonra… Kaybettik bir gün, vurulduktan 33 yıl sonra, 29 Kasım 2011’de Prof. Dr. Server Tanilli’yi, Hoca’mızı… Toprağa verirken bir sonbahar günü Karacaahmet’te, her yıl ölüm yıldönümünde buluşmak için sözleştik arkadaşlarla…
Sonra… Yıllarca buluştuk gömütü başında. Ve 8 Nisan 1978 tarihi ise hep boğazımızda düğümlenip kaldı öylece.