Gündemi giderek daha da meşgul eden ve önümüzdeki günlerde edeceği kesin görünen para, makam, mevki üzerinden kurulan çıkar ilişkilerini okuduğumda ‘bu insanların hiç mi doğru düzgün arkadaşı yok’ demeye başladım. Sözümona mütedeyyin görünen, her koşulda din üzerinden topluma ayar veren, kendileri ne etik, ne hukuk herhangi bir kuraldan çekinmeden yaşarken, çevresine ve ülkesine faydalı insan olmak için çabalayan, başkalarının yaşam tarzlarına saygı gösteren, işinde gücünde olan bu ülkenin iyi insanlarını hedef alırlarken birileri çıkıp onlara dur diyebilmeliydi.
Zira arkadaşlıklar sadece mutlu anları paylaşmak için değil, böyle durumlarda da gerekli, hatta elzem. Arkadaşlık bir fren mekanizması; ‘gittiğin yol, yol değil, dön geri’ ya da ‘kendine gel, sen bu değilsin’ diyebilmektir. Öyle ki, yeri geldiğinde o kişiyi kaybetme pahasına doğru olanı söyleyebilmek, yargılamadan eleştirebilmektir. Arkadaşlık bir güven teminatıdır. Öyle olmasa dilimizde neden ‘bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim’ diye bir laf olsun ki? Arkadaşlık kişiye yeri geldiğinde kendisinin bile unuttuğu bir benliği hatırlatır. Arkadaşlık yeri gelir hafızanın, yeri gelir kalplerin tozunu alır. Ancak yalan söylemez. Kötülük istemez. Suskun kalmaz. Bunların hiçbiri arkadaşlığın kitabında yazmaz.
Bana öyle geliyor ki, bugün yaşanan çöküntünün en derin çatlaklarından birini arkadaşlıklar almış durumda. Öyle anlaşılıyor ki, gerek iktidar partisi içinde, gerekse kişisel yaşamlarında bu insanları girdikleri gaflet ve hıyanet dolu yoldan ne arkadaş, ne dost, hiçkimse geri alamamış. Durduramamış. Arkadaşlık karşılıklı güvenin esas olduğu bir beklentisizlik halidir. İnsan ilişkilerinde güvenin yerini çıkar aldığı zaman arkadaşların yerini dalkavuklar alır. Dalkavukları hepiniz bilirsiniz. Tarih boyunca çıkarın olduğu hemen her yerde karşımıza çıkan bu karakterler edebiyat ve tiyatroda da sıkça işlenirler. Shakespeare, Hamlet’te dalkavuklar için ‘haşmetli budalaların pabuçlarını yalamak varken fakir insana niye yaltaklansınlar ki’ der. Söylediği diğer pek çok şey gibi bu da doğru. Hamlet’i kendi dertleriyle baş başa bırakıp günümüze geldiğimizde o suskun arkadaşlarla, bağırgan dalkavukların bugün karşı karşıya kaldığımız problemlerde payları olduğunu söylemek gerekiyor.
Bir diğer konu da bu suskunların yanlış zamanlarda konuşmaya başlamaları. Her birimiz iktidarın hayatımıza kazdığı çukurlara boğazımıza kadar batmışken, yersiz konuşmaya başlayanlar olmayan enerjimizden çalıp, çatlamaktan yorgun düşen sabır taşımızı zora sokuyor. Bu suskunların bazıları ‘ay ben yanlış anlaşıldım’ serzenişi ile konuşmaya başladı. Bunlardan biri Abdullah Gül. 30 Ağustos Zafer Bayramı’ndan hemen önce, kendisine hiç sorulmamış ve hiç merak edilmiyorken çıkıp vaktinde hep bir hastalık bahanesiyle katılmadığı milli bayramlar konusunda kendisine ‘fazla yüklendiğimizden’ dem vurup, kendi çapında bir çetele yayınladıktan sonra kutlama mesajını paylaştı. Eskiden olsa bu sözlerine gül gül ölürdük. Ne var ki, bir yanımız çoktan ölüp gömüldüğü için zorlasak da gülemiyoruz. Bu yersiz hortlama hali yetmezmiş gibi bir de Gül’ün adaylığı konuşulmaya başlandı.
Puslu bir denizde inip çıkan bir hayalet gibi gündemde gezmesi nabız yoklaması mı, suyu bulandırma çabası mı bilemem ancak hayli sıkıntı verici. Benim bu çıkıştan anladığım iki şey var: Gül’ün bugün çevresinde olanların vaktinde tıpkı kendisinin olduğu gibi suskunlardan oluşması ve çevresinin dalkavuklarla dolu olması.
Oysa aklı başında vicdan sahibi arkadaşlarından birinin çıkıp bu ülkenin tarikatler, din tacirleri dışında kalan, özgürlükten yana, aydınlık insanlarının onun adını değil Cumhurbaşkanı aday adayı, apartman yöneticisi olarak bile görmeyi kabul etmeyeceklerini söylemesini çok isterdim. Arkadaşlık bunu gerektirirdi!
Hadi o arkadaşı bunları sustu söyleyemedi, bir başkasının çıkıp Abdullah Gül’ün topluma hesap vermesi gereken kişilerden olduğunu, bu hesabın verilmiş olmasının bile böyle bir göreve yeniden aday olmayı isteme cüreti için yeterli bir adım olmayacağını söylemesini isterdim. Belli ki o arkadaş da sırra kadem bastı. Yok.
Diğer taraftan bir başkasının çıkıp altılı masanın kimi liderlerinin Gül’ün adaylığına makul bir öneriymiş gibi yaklaşmalarının rahat bir nefese muhtaç seçmenler için ne denli kabul edilmez, anlaşılmaz ve hatta affedilmez ifadeler olduğunu söylemesini isterdim. Besbelli ki o da suskunlara kaltılmış. Anlaşılan bu iş de bize kaldı. ‘İnsan gerçekten hayret ediyor!’