Bir süredir hemcinslerimden eleştiri içeren mesajlar alıyorum. “Sorunlarımız bitti de bizim haberimiz mi olmadı, artık yazılarınızda daha az kadın konusu işliyorsunuz, bu konulara değinmediğinize göre yeni bir kadın kitabı mı yazıyorsunuz?” diyorlar. Yerden göğe haklılar, kadın sorunu gündemden ne zaman düştü ki ben daha az dokunmaya başladım! O halde buyurun bakalım 3 bölümlük bir yazı dizisiyle gözlerinizi yorup, vaktinizi çalayım! Görün bakalım el mi yaman, bey mi yaman, kadın sorunları mı tavan?
CB; Bir toplantıda “sembolik olarak iki bayanı buraya alalım” diyorsa! Anlı şanlı bir profesör; “12-17 yaş arası kadının en güzel doğurma yaşıdır” diye buyuruyorsa! Hayli yüksek egolu birileri “AKP gelene kadar kadının adı yoktu!” diyebiliyorsa! Bu iş uzar, biz yine ve yeniden başa döner, bu sorunu enine boyuna sütuna yatırırız arkadaş!
Soru kaynayan, sorun kaynayan kadınlar dünyasında; kadına el kaldıran, bıçak sallayan, boğan, camdan atan, kurşun sıkan erkeklerin sokakta rahat rahat dolaştığı ve kabul gördüğü ülkemiz, neredeyse kadını öğüten bir değirmene dönüştüyse örneklerle konuyu bir kez daha sütuna yatırma zamanıdır…
Öncelikle şunun altını çizelim! Baskın bir karakteriniz, özgür bir ruhunuz, hayata karşı ayağı yere basan bir duruşunuz varsa; evinizde de, çalışma ortamınızda da huzur yok demektir. Çünkü siz evde sadece eş ve anne, işyerinde sadece görevi olan kadın değilsiniz! Eşit olduğunuzun, birey olduğunuzun farkındasınız, yeri sırası geldiğinde de bunun mücadelesini tek başınıza verirsiniz…
Tam da burada ve yeri gelmişken bir itirafım var! Ben kitaplarımı yazarken, özellikle de kadın konulu olanları kaleme alırken; karakterleri çözmeyi, onları keşfetmeyi, onlarla arkadaşlık etmeyi, empati kurmayı, onlara bir şey söyletmeyi, söyleyemediklerimi onların dilinden aktarmayı, kahramanlarıma bir duruş, bir tavır yakıştırmayı seçiyorum. Demem o ki; bu yazı yoluyla selamladığım kadınların çoğuyla sanal ortamda da olsa dost, arkadaş, tanış, hemşeri, okuldaş, ya da duygudaşız…
Haklı sorularımız var! Çünkü: Kadınların hayatı önce baba, sonra koca, sonra toplum otoritesiyle mi şekillenecek? İlk şart olarak onlara öncelikle iyi bir eş, sonra da iyi bir anne olma fikri mi belletilip aşılanacak? Ağızdan çıkan her şeyi onaylaması mı beklenecek? Geleneklerin ve göreneklerin muhafazakâr baskısı ne zaman aşılacak? Kendilerini korumaları ve bir başkası tarafından kollanmaları fikri ne zamana kadar kafalara sokulacak? Korkuları, cesaretleri, hevesleri, hayalleri, hayal kırklıkları, niyetleri, çabaları, başarıları, becerileri daha ne kadar görmezden gelinecek?
Mutsuzuz çünkü! Herkes birbiriyle kavgalı, sakinleştirici ilaçlar yok satıyor, düşünen, konuşan, yazar, soran sorgulanıyor. Tahammülsüzlük artıyor, kadınlar; “şiddet tenimizi ve ruhumuza işledi!” diye yakınıyor…
Mutluyuz çünkü! Bazı pazarlıklara pabuç bırakmayan, rota değiştirmeyi elinin tersiyle iten, payına sadece dimdik bir duruş ve iç huzuru düşen kadınlarımızın sayısı giderek artıyor. Kime söylüyorum, kimi kastediyorum derseniz sabırla yazımın sonunu bekleyeceksiniz…
AKP’den önce olmayan kimliğimizi (!) birlikte düşünelim mi?
Karşımıza bazen tarlada, bazen fabrikada, bazen ev işinde, bazen hasta başında çıkan; hep sorguladığımız, hep yargıladığımız, sıklıkla dövüp, çoğu kez öldürüp, arada sırada andığımız kadınlara!
Dağları delen Ferhat’lar göklere çıkarılırken, çağları deldiği halde yok sayılan ve görülmeyen Şirin’lere!
“29 harf öğrendim, 29 gözüm açıldı!” diyerek cam tavanları delen kadınlara!
Yüzündeki morlukları saklamaya çalışırken “peki, niye bunca yıldır çektin?” diye sorduğunuzda; “niyesi belli değil mi, para yok, pul yok, gidecek yer yok!” diyen kadınlara!
Yazının devamı çarşamba günü