Yazının başlığına bakıp sadece o kadar mı diyerek gülümsediğinizi görür gibiyim. Haklısınız! Onur, erdem, deneyim, bilgi, birikim, sorumluluk, haksız, yersiz, yanlı ve yanlış atamalar, çürüme, yozlaşma, dayatma da demeliydim. O halde anlaştık! Gelelim atamalara ve bazı akademik konuşmalara(!) Konu derin az sabır lütfen…
Bağlı olduğu partinin il başkan yardımcılığı, belediye başkan adaylığı, milletvekili aday adaylığı gibi siyaset merdivenlerini Sarıyer’den Ataşehir’e doğru tırmanırken! ODTÜ mezunu olmasına rağmen “Ben Boğaziçiliyim” diyen! Siyasette değerlendirilmese de, Şehir Üniversitesi’nden İstinye Üniversitesi’ne, Haliç Üniversitesi’nden Boğaziçi Üniversitesi’ne kadar eğitimde değerlendirilen Sn. Bulu hizmetlerini unutmayan CB tarafından ödüllendirilerek rektör yapıldı! Kendisi adına büyük başarı, Boğaziçi Üniversitesi adına büyük kazanç! Şahsen artık siyasetin merdivenlerinin nasıl çıkıldığını, çıkılamayınca nasıl ödül verildiğini anlatır durur…
Söz buraya gelmişken Sn. Bulu’ya bir bilgi notum olacak! Malumunuz olduğu üzere! İnsanlar mezun oldukları okullarıyla övünürler, doktora, ya da yüksek lisans yaptıkları yerlerle değil. Ayrıca bilimsel ehliyet, torpilsiz liyakat, kurumsal ciddiyet, üniversite bileşenlerinin katılımı, bilimsel yeterlilik ve yetkin akademik çalışmaların en çok üniversiteler için geçerli olduğunu düşünenlerdenim. Hatırlatayım dedim...
Duymayanlar için bilgi notu: Sn. Bulu; “Ben değişim lideriyim. İstinye Üniversitesi’ni ilk 400 arasına soktum. Haliç Üniversitesi’ni 1 yıl içinde düzelttim. Basket oynar, bisiklete biner, Hard rock ve Metallica dinlerim. Bu arada takipçi sayım inanılmaz arttı”demiş. Yetinmemiş ya da BÜ öğrencilerine şirin görünmek adına hızını alamamış olacak ki; “Evde bebelerim bekliyor, birgün buraya da getireceğim onları, senin tişörtün çok güzel!” şeklinde konuşmasını sürdürmüş. Bu biraz da zorlama kokan sempatik görünme merakını öğrenciler yemişler mi? Yememişler, yemediler…
Çünkü aradan ne kadar zaman geçse, aklıselim ve 150 yıllık geçmişi olan BÜ öğrencileri okullarının; Kelepçeli kapı, kayyum, intihal, elitizm, protestolar, ev baskınları, gözaltılar, polis, Toma, tazyikli su ile gündeme gelişlerini, akademik özgürlüğe kelepçe vurulmasını unutmayacaklar. Çünkü köy görünüyor, kılavuz olmaya gerek yok…
Ha bu arada! Bu dopdolu siyasi geçmiş, daha ilkokul birinci sınıfta iken dönemin Ankara Belediye Başkanı Ali Dinçer’in danışmanı olması(!) bu başarıdan başarıya koşan engin iş deneyimi ve güçlü destek Sn. Bulu’yu önce YÖK başkanlığına sonra da MEB’na taşır mı? Bekleyip görelim…
Gündemin yoğunluğundan ötürü geç kalmakla birlikte gelelim Prof. Sofuoğlu’nun açıklamalarına! Doçent Sifil’in sözlerine! Bir üniversite hocası hem de adının önünde anlı şanlı sanlar olan birileri kalkıp milyonlarca öğrenciye çamur atıyor- atabiliyor, toplumun sinir uçlarına dokunan açıklamalar yapıyor, hassas fay hatlarını ezip geçiyor. Kurumlar sessiz, üniversiteler suskun, akademisyenler sakin, ailelerden çıt çıkmıyor. Yavaş yavaş değil, sesli sedalı değil, sessiz sedasız ve hızla çöküyor muyuz ne?
Kolay mıdır binlerce öğrencinin öğrenim gördüğü eğitim kurumlarında idareci olmak, ders vermek, başında bulunduğu kurumu önemsemek, öncelemek, o kuruma olan itimadı artırmak için elinden geleni yaparken, itibarı sarsmamak için çabalamak…
Bunun için de hiçbir şeyi şansa bırakmayan mükemmeliyetçi eğitim geçmişimizden ve geleneklerimizden ödün vermemek, kopmamak! Anlamsız açıklamalar karşısında kurumsal kimlik adına, öğrencilerin ve ailelerinin kişiliği adına vazgeçilemez bir vazife sorumluğuyla tavır almak, alabilmek…
Bu nasıl bir ölü toprağıdır? Bunca hakarete karşı anlı şanlı üniversitelerimizden, bunca rektör, dekan, bölüm başkanı, akademik kadro, öğretim üyesi, öğretim görevlisinden çıt çıkmıyor. Bunun adı konuşanı önemsememek mi? Söylenenler bizim için yok hükmündedir demek mi? Yoksa “viran olası hanede evlad-u ıyal var!” demek mi? Anlamak zor…
Ancak unutmamak gerekir ki; Bir akıldan geçen vardır, bir ağızdan çıkan. Maşallah konuşanlara bakın ikisi de var. Ve bu ilk değil. Güvendikleri dağlara kar yağmıyor ki belli aralıklarla bu tür açıklamalar yapıyorlar, ya da emirle yaptırılıyor, üstelik yapanın yanına da kâr kalıyor. Etik ve ahlaki değerlerin erozyonunu bir yana bırakalım. İnsan onuruna bir damlacık dahi saygı duyulması beklenmez mi?
Tam da burada net bir gözlemimi söyleyeyim! İnsanların olduğu gibi kurumlarında bir alın yazısı olduğuna inanlardanım. O nedenle bu dönem bazı şeylerin değişeceğine inanmak hem de yürekten inanmak istiyorum. Bu durumda bize düşen kayırma, ötekileştirme ve ayrıştırma konusunda yapılanları unutmamak, boş esip gürleyenleri unutturmamak, “yanlış anlaşıldım”, ya da “yok hükmündedir” diyenleri sık sık dile getirmektir…
Hikâye kaynayan bu topraklarda fikri firar edenlerin çokluğunu, fikri takipte kalanların azlığını görünce; soru sormak, sorunları sık sık sütuna yatırmak, yazılanları tekrar da olsa gündeme taşımak, yinelemek ve tüm bunları göze almak gerekir. Üstelik olup bitenler karşısında yerden göğe haklı olarak…
Soru Notu: Düşünüp dert edecek bunca şey varken tek sorun atamalar ve konuşmalar mı derseniz siz de haklısınız! Ha bu arada kim utansın diye ilave edip, kader mi, hayat mı, yönetenler mi, bakış açısı mı, sorun kaynayan bu topraklar mı diye soruları sıralarsanız? Bilemem. Çünkü pek çok yanıtı var bu sorunun…
Bitirme Sorusu: Bardakları taşıran, sabır taşını çatlatan bu manidar görevlendirme de adı geçen şahsın akademik kimliğinin önünde siyasi kimliği olmasa idi bu atama yapılır mıydı? Yorum yok…