Deyim merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e aitti. “Boş tencerenin yıkmayacağı iktidar yoktur” derdi. Bülent Ecevit’in CHP’sine iki seçim kaybetmişti. İkisinde de “boş tencere” tali nedendi.
Hatırlayalım, 1973 seçimleri öncesinde 1971’de yaşanan yüzde 66 oranındaki devalüasyonun, Demirel hükümetinin uyguladığı istikrar paketinin üzerinden üç yıl geçmişti. Ecevit yeni ve tutkulu bir liderdi. İsmet İnönü gibi bir siyaset çınarını devirip CHP’nin başına gelmişti. Ancak Ecevit’e 1973 seçimini kazandıran asıl etken, 12 Mart Cuntası’na karşı “bu darbe bana yapıldı” çıkışıyla aldığı tavır ve duruştu.
1977 seçimlerinde hayat pahalılığı ve enflasyon ilk kez başını kaldırmış ve toptan eşya fiyatları yüzde 36 artmıştı. Ancak “Kıbrıs Fatihi” kimliği Ecevit’e ve CHP’ye tarihinin en yüksek oy oranını aldırmıştı. Aynı Ecevit’in DSP’si 1999 seçimlerinden birinci parti çıktığında başarının ardındaki asıl saik “Abdullah Öcalan Türkiye’dedir” açıklamasının kazandırdığı devlet adamı kimliği ve başarısıydı.
EKONOMİ TEK NEDEN Mİ?
Yani ‘nasılsa ekonomik kriz ve hayat pahalılığı müsebbibi siyasetçileri götürür’ totolojisi iç ferahlatabilir ama gerek yeter şart değildir. İki örnek daha verelim:
1960 Cuntası sonrasında Demokrat Parti yöneticileri Yassıada Duruşmaları ile ağır suçlamalar ve hakaretlere maruz kaldığında, üstelik 1953’te başlayıp, 1958’lerden itibaren doruk noktasına ulaşan ekonomik kriz halkı yorgun düşürdüğünde bile, ‘demokrasiye dönüşün’ ilk seçimlerinde halkın teveccühü DP geleneğini sürdüren Adalet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi’ne yönelmişti. Yani dezenformasyon ve ekonomik kriz Demokrat Parti’nin gerçekleştirdiği aidiyeti sarsamamıştı.
Keza “bankerler krizi” ve halkın canını fena halde acıtan 24 Ocak Kararları’nın kahramanı Turgut Özal’ı tek başına iktidara taşıyan, Cuntanın lideri ve dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in seçim gecesi Özal’a değil, cuntanın adayı Turgut Sunalp’e oy istemesiydi. Halk ‘yukarıdan’ buyrulan bu söylemlere hiçbir zaman itibar etmemişti.
TENCERE BOŞALDI AMA…
Şimdilerde Türkiye ekonomik tarihinin en büyük krizini yaşıyor. Enflasyon, devalüasyon 1994 ve 2001 ekonomik krizlerini aştı. Ancak kurbağanın kaynayan suya alışması misali süreç zamana yayıldığı için aynı etkiyi yapmadı. Dahası hayat pahalılığı, yani ekonomik krizin halka dolaysız biçimde yansıyan en önemli etkisi hiç bu kadar ağır olmamıştı.
Tencereler boşaldı. Geçim sıkıntısı dayanılmaz boyutlara ulaştı. Turgut Özal’ın güvencesi orta direk de yoksul halkın yanına itildi.
Tencere boşaldı ama AKP hala tarihi bir oy kaybı ve çözülme yaşamıyor.
Bu samimi gözlem ve olgudan hareketle, “nasılsa gidiyorlar” konforu yaşayan muhalefetin anlaması gereken bir tarihi geçmiş var. AKP’yi ayakta tutan üç önemli olgu var.
Bir, AKP de tıpkı kendisinden önce başarı hikayesi yazan siyasetçilerde olduğu gibi kimlik, korku ve geçmiş üzerinden bir paradigma oluşturdu ve çok önemli bir etki alanı yarattı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme kavramı ile bu Ortodoks kimlik siyasetine yaptığı müdahaleler ve zamanlaması ilginç bir biçimde kendi mecrasında olumsuz yankılandı. Peki acaba türban vb. açıklamalar muhafazakar ve o korku ile AKP’de konsolide olan seçmen tabanına nasıl yansıdı? Tepkiler nedeniyle konuşamadık. Bir araştırma kuruluşu ilgili anket yaptı mı? Bilmiyoruz.
İki, AKP medyayı ele geçirdiği için bu alanı yukarıdaki korkuları beslemek, ekonomik krizin etkilerini hafif göstermek ve dahi hayat pahalılığının temel etkisinin “dik duran siyasete” karşı “üst akıl komplosu” ile izah etmek ya da “pahalılığı çıkarcı marketler vb. yapıyor” propagandası ile üzerindeki bulutları medya üzerinden dağıtabiliyor.
Üçüncüsü, CHP’nin ‘hiç olmazsa 15 günde bir toplanalım’ zorlaması ile bir araya gelen 6’lı masa seçim öncesinde yeterince güven ve programatik bir gelecek tahayyülünü kitlelere yansıtamıyor. 6’lı masa siyasetçileri kendi pragmatik gündemleri ve öncelikleri üzerinden ima/kinaye dolu mesajlarla birbirleri aleyhine konuşarak birlik söylemini boşa çıkarabiliyor. Hala “güçlü demokrasiye dönüş” metni dışında 6’lı masanın meydanlarda halka bir gelecek tahayyülünü yansıtacak bir metni olmadığı görülüyor.
Yani “boş tencereden” medet umma siyaseti tek başına siyasetçi götüremeyebiliyor. Benden uyarması…