AKP’nin güncel faşizm algısı

Propagandada karşıtının söylemini sahiplenme bir yöntem olarak kullanılıyor. Özelde AKP genelde Cumhur İttifakı da bu yöntemi sıklıkla kullanıyor. Böylece...

Rıdvan Akar Yazar ridvanakar@hotmail.com

Propagandada karşıtının söylemini sahiplenme bir yöntem olarak kullanılıyor. Özelde AKP genelde Cumhur İttifakı da bu yöntemi sıklıkla kullanıyor. Böylece eleştiri silahı doktrine edilerek muhaliflerin elinden alınmış oluyor. Öyle ki AKP’ye dönük bir eleştiri kimi zaman anti-faşist bir söylemle, demokrasi üzerinden yapılan kurgu ile teşhir ediliyor. Böylece “dokunulmazların” rejimi meşrulaştırılmış oluyor.

Bu yöntemin şahikası Refah Partisi Lideri merhum Necmettin Erbakan’ın “Atatürk yaşasaydı Refah Partili olurdu” açıklamasıydı. Dönemin basını tarafından “inci yumurtlamak” diye nitelenen bu söylem aslında, iktidara yürüyen Refah Partisi’nin kitleler üzerindeki “laiklik elden gidiyor” korkusunu bastırmak ve Atatürkçülüğü sahiplendiğini “endişeli demokratlara” gösterme taktiğiydi.

Erbakan bu dönemde Atatürkçülükle özdeşleşmenin kendi iktidar yürüyüşüne yönelik katkısını ölçüp biçmiş ve bilinçli bir açıklama yapmıştı.

Aslında siyasal literatürde “oportünizm” olarak nitelenen bu propaganda taktiğini iştiyakla uygulayan Nazilerdi. Hitler bu yöntemi şöyle anlatıyordu:

“Kısa bir zaman içinde esaslı bir şey öğrendim; Düşmanın elinden önce silahını almayı…Bu propagandayı tesirsiz hale getirmekle kalmayıp, onu hazırlayanları kendi silahlarıyla mağlup etmenin çaresini bulmuş olmam, bana bugün bile bir gurur veriyor. İki yıl sonra bu sanatın ustası olmuştum.” Keza bu taktik doğrultusunda Alman işçilerin sempatisini kazanmak için “Bolşeviklerin kızıl rengini bayraklarında kullanmaları” yine bu taktiğin eseriydi.

Bir süredir AKP de muarızlarının kullandığı ya da suçlayabileceği argümanları kuşanıp muhataplarını suçlama yoluna gidiyor. Bunun son örneğini ise AKP Sözcüsü Ömer Çelik sergiledi. Gazeteci Sedef Kabaş’ın tutuklandığı, Sanatçı Sezen Aksu’nun ise hedef gösterilerek, böylelerinin “başının ezileceği, kafalarına sıkılacağı” tehdidinin yapılmasından bir gün sonra şu açıklamayı yaptı:

"Avrupa'daki birtakım faşistlerin, Avrupa'daki birtakım aşırı sağcıların, Türk ve İslam düşmanlarının, Türkiye düşmanlarının söylemini kullanarak onları tercüme ederek kes, kopyala, yapıştır usulüyle Türkiye'nin Cumhurbaşkanı'na saldırmak bunların içerisinde sistematik hale gelmiş bir durum olduğu için aslında yapmaya çalıştıkları şeyin herhangi bir şekilde ifade hürriyetini genişletmek ya da fikir hürriyetini genişletmek kılıfı verseler de hakaret, nefret siyasetin önünü açmak olduğunu net bir şekilde görüyoruz."

“Nefret siyaseti”ne karşı “ifade hürriyeti”ni savunan bir siyaset dili (!) Üstelik otoriter/faşizan uygulama eleştirilerini taca atan ve “Avrupa’daki faşist”lerle memlekette Sedef Kabaş ve muhalefeti özdeşleştiren bir “anti-faşist” söylem dili…Üstelik Ömer Çelik mağduriyetin ölçüsünü de belirlemiş. Kabaş’ın tutuklanması hakkında diyor ki;

"Arzu edilen nedir? Keşke bu yasanın işlemesine imkan verecek bir ortam olmasın. Birileri nefret söylemi kullanmasa, o nefret söylemine kullananlara birileri nefret siyaseti ile şemsiye oluşturmasa. O zaman bu şekilde bir meyle başvurma gibi bir şey söz konusu olmayacak.”

“Meyilden” kastı Sedef Kabaş’ın tutuklanması. Devamında ise “ya sana yapılsa” türünden bir gerekçeye de sarılarak devam ediyor:

"Cumhurbaşkanımıza karşı söylenen bu sözleri, meşru görenlere şunu sormalıyız; aynı sözler sizin siyasi liderinize söylense, sizin benimsediğiniz siyasi partinin genel merkezine söylense, çalıştığı kuruma söylense, bulunduğunuz çalışma ortamlarına söylense, bunu kabul eder misiniz? Bu asla kabul edilemeyecek, kabul edenin gerçekten ifade hürriyetinden, fikir hürriyetinden hiçbir şey anlamadığını gösteren bir davranıştır."

Kime söylüyor? Diyelim ki CHP ile polemik yapıyor. “Sizin siyasi liderinize söylense” dediğinde şöyle bir durup düşünüyorsunuz. Kabaş’ın söyledikleri ile 21 Nisan 2019’da CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yumruklu saldırı düzenlenmesi (ve saldırganın üç gün sonra serbest bırakılması) ile mukayese edilebilir mi? Ya da “Siyasi eşkiya, kalibresi bozuk, cinsi, cibilliyeti bozuk” türünden hakaretler Kılıçdaroğlu’na edilmemiş miydi? Sezen Aksu’ya hakaretin ötesinde, yapılan tehdide karşı “meyil edilmesi” gereken bir şey yok mu? AKP Yerel Yönetimlerden sorumlu başkan yardımcısı Korkmaz Karaca’nın tutuklanmış olan Sedef Kabaş’a “zilli” (adı kötüye çıkmış, edepsiz şirret-TDK) demesini “eleştiri sınırları” içinde mi kabul edeceğiz?

Çelik, yaşanan süreci “Avrupa’daki bir takım faşistlerle” anoloji kurarak izah ediyor. Oysa yaptığı, Kabaş’ın tutuklanması ve Sezen Aksu’nun “dilinin koparılması” tehditlerinin ardından, kamuoyunda oluşacak “faşizan, otoriter rejimin hukuksuzluğu” türünden algılara karşı, “kendi silahlarıyla mağlup etmenin çaresini bulmuş olma” çabası gibi görünüyor.

Tüm yazılarını göster