Olup biteni anlamaya çalışarak, sözü yer yer geleneksel ve siyasal kodlara bırakarak, bazen de kendi hayat yolculuğumdan kesitlerle açmaya çalışarak belki biraz kişisel bir yazı yazacağım ama hiç kuşkum yok ki pek çok okur yazımın herhangi bir yerinde kendi yaşam yolculuğundan kesitler de bulacak. O halde başlayayım…
Ama önce bir itirafım var! (İtirazları size bırakarak!) Bunca soru gelip kafama takılırken, soruları, sorunları, konuları sıralamaya kalkarsam Gerçek Gündem’in tüm sayfalarını doldurabilirim. Yüreğime yerleşen ve hiç çıkmayan koca “ahları” ve köşeye sıkıştırılmışlık duygusunu günlerce paylaşabilirim. Keşke yazı başlıklarım daha iç açıcı olsa diye hayıflanabilirim!
Hazırsanız başlayabiliriz!
Ülkemizde sağlık çalışanları hasta yakınları tarafından öldürülüyorsa!
Bir müzisyen istek parçasını bilmediği ve söylemediği için katlediliyorsa!
Kadınlar boşanmak istediği için bıçaklanıyorsa!
Ortalama her ay 30 kadın aile içi şiddet sonucu hayatını kaybediyorsa! Yazarlara, çizerlere, düşünürlere hayat zindan ediliyorsa!
Suç işleyenlere hesap sormak bir yana, bilakis ödüllendiriliyorsa!
Kin ve nefret tohumları toplumu linç kültürüne ve suç ortaklığına dönüştürürken nefret dili can almayı sürdürüyorsa!
Yere göğe koyamadığımız şehir hastanelerine rağmen her 100 hastadan 51’i doktora ulaşamıyorsa!
“Aylardır et alamadan sadece ve iç çekerek bakıp geçiyoruz!” diyenlerin sayısı artıyorsa!
Enflasyonda rekora doğru doludizgin koşarken; TÜİK oranı yüzde 85 olarak, ENAG yüzde 186.3 olarak açıklarken yurttaş çaresiz baka kalıyorsa!
Ülkemiz yolsuzlukla mücadelede Tanzanya’nın gerisinde yer alıp, basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 149.sıraya yerleşerek Sudan ve Myanmar’la anılıyorsa!
İtibarı binada, sarayda, betonda gören zihniyetin yarattığı ortamda; Şiddet iklimi, baskı ve linç kültürü, “böyle gelmiş böyle gitsin” diyen çark ülkemizi, bazı alanlarda Sudan, Tanzanya ve Uganda ile yarışmak zorunda bırakıyorsa!
Her 100 aileden 70’i krediyle yaşayıp, borcu borçla kapatarak ayakta kalmaya çalışıyorsa!
Eğitimli, bilgili, dil bilen, kalifiye, iyi yetişmiş, insan kaynağımız uzak ülkelere gidiyorsa!
Gençlerimiz; İş bulmak, huzur bulmak, para kazanmak, kendilerini güvende hissetmek, ülkelerinde gelecek görmediklerine inandıkları için ve potansiyellerini daha iyi değerlendirmek için yollara düşüyorsa!
Büyük Atatürk’ün daha Cumhuriyetin ilk yıllarında okumak için Batı’ya gönderdiği; “Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum, alevler olarak döneceksiniz!” dediği gençlerimiz, kıvılcımlarımız, alevlerimiz gidiyor ve dönmüyorsa!
Bu liste uzar gider ve ben çok sık yinelediğimi bildiğim halde yine ve yeniden eğitim dosyası açmak zorunda kalırım. Çünkü eğitimci yüreğim yaz der! Ülkemize yoğun şekilde göçmenlerin geldiği bilinen bir gerçekken, ülkemizin daha yoğun bir şekilde beyin göçü verdiği daha acı bir gerçekken! Bir başka gerçek şu ki; Halimiz ortada ve gemi yürümüyor. Nokta!
Soru notu: Anlamaya çalışmak yetmez. Vicdan muhasebesi yapmanın, konuyu enine boyuna tartışmanın, boş ve anlamsız çabalara dur demenin zamanı gelmedi mi? Kapıyı gösterdiğimiz doktorlara, bilim insanlarına, gözü arkada kalan gençlerimize kapıları ardına kadar açmamızın zaman gelmedi mi?
Özetle; Biz geride kalanlar kaybettiğimiz kuşağa, batıya kaptırdığımız pırıl pırıl beyinlere, gözleri ve yürekleri ülkelerinde kalanlara bakarak; Üzülelim mi? Sevinelim mi? Bilemedim. Bildiğim o ki bu sorunun yanıtını bizi yönetenler verecektir, vermelidir, hem de acilen…