Meslek icabı, siyasetçilerin sosyal medya hesaplarını takip ederim. Onların bu platformlarda olmasını da demokratik açıdan olumlu bulanlardanım. Vatandaşların siyasetçilere ulaşabilmesi ve onların kanaatlerini etkileyebilmesi katılımcılığın yeni bir hali ve aslında siyasetçileri de geliştiren, onların dillerini, politika yapma biçimlerini besleyen, toplumun farklı kesimleriyle temas etmelerini sağlayan bir fırsat. Aslında sosyal medya platformları, sanatlarını icra etmek isteyen performans sanatçıları için bir sahne. Sadece yayınladıkları mesajlarla değil, aynı zamanda girdikleri polemiklerle de siyasetçilerin kendi kişiliklerini sergiledikleri, toplumun gözü önünde kurulmuş bir sahneden bahsediyorum. Peki bu mecra bize umduğumuz dinamik ve yaratıcı siyasetçi portrelerini sunmakta başarılı oldu mu?
Anma Mesajları Güvensiz Bir Alan
Bu soruya cevabım net bir şekilde hayır. Siyasetçilerin sosyal medya hesapları artık profesyonel halkla ilişkiler ajanslarının veya danışmanların kontrolünde. Olabildiğince renksiz ve haliyle risksiz mesajlar okuyoruz. Bu mesajların bir kısmı yapılan ziyaretler ve birlikte çektirilen fotoğraflardan ibaret. Siyasetçinin çalıştığını ve gece gündüz demeden bazı temaslarda bulunduğunu gösteriyor. Bununla birlikte, elim hadiselere verilen standart tepkileri de sıkça görmek mümkün. Bir doğal afet, şehit haberi veya toplumda infial uyandıran bir hadise siyasetçilerimiz tarafından mutlaka büyük bir soğukkanlılıkla ele alınıyor ve derin üzüntüler paylaşılıyor. Bunlar güvenli alanda yapılan siyaset örnekleri. Siyasetçilere olan bakışı değiştiren, onları daha sempatik veya itici kılan mesajlar değil. Yaratıcı mesajlar olmamalarına rağmen siyasetçilerin başını belaya sokacak cinsten olduklarını söyleyemeyiz.
Ne var ki, sosyal medya paylaşımları her zaman bu kadar güvenli bir alan yaratmıyor. Özellikle siyasi görüşleriyle öne çıkmış tarihi şahsiyetlerin ölüm yıldönümleri anıldığı zaman. Paylaşımı yapan siyasetçi, hızlı bir şekilde anılan kişiden nefret edenlerin hücumuna uğruyor ve anma eylemi ateşli tartışmaların fitilini ateşliyor. Bu durum özellikle muhalefet içindeki gruplar ile alakalı bir krize dönüşebiliyor. Hali hazırda muhalefet partilerinin bir arada durmaları gerekliliği ortadayken, yayımlanan anma mesajları özellikle farklı parti tabanları tarafından öfke ile karşılanabiliyor. Bu durum ise, zaten hassas dengeler üzerinde ilerleyen ittifakın toplumsal tabanına büyük zarar veriyor.
Siyasetçilerin Andığı İsimlerin Günümüz Siyasetinde Hiçbir Karşılıkları Yok
Öncelikle şu teşhisi yapalım. Siyasetçilerin andığı isimlerin neredeyse tamamının günümüz siyasetinde tekabül ettikleri gerçekçi bir nokta yok. Bu isimler, ideolojik gruplar için bir sembole dönüşmüş durumdadır ve onları sevmek veya nefret etmek birçok insanın kimliklerinin bir parçası haline gelmiştir. Yani bu isimleri anmak aslında siyasetçilerin radikal bir ideolojik tutku içerisinde hareket ettiklerini göstermez. Buradaki amaç, ideolojisini kimliğinin bir parçası olarak gören toplum kesimleriyle bir duygudaşlık sağlamaktır. Hayatın pragmatizme, esnekliğe ve müzakereye zorladığı bir gerçektir ancak siyasetçi yine de özünü unutmamış ve çekirdek seçmeninin gönlünü almaya çalışmıştır. Geçtiğimiz aylarda rastladığımız, İYİ Parti’nin Nihal Atsız’ı, Deva Partili bazı siyasetçilerin Şeyh Said’i, CHP’li bazı isimlerin Mao’yu, Mahir Çayan’ı veya Deniz Gezmiş’i anmalarının sebebi budur. Anma yapılır ve hayat hiçbir şey olmamış gibi devam eder.
Ancak yine de, bu isimlerin bir kimlik duygusuna dokunduklarını ve muhalefet içindeki uyum için lazım gelen son şeyin, muhalefet partilerinin kimliklerini romantik bir biçimde vurgulamaları olduğunu unutmamak gerekiyor. Yani muhalefet partilerini bir arada tutan şey aslında mevcut Erdoğan yönetimine son verme azmi. Erdoğan’ın kurduğu sisteme bir çok siyasi pozisyonda konumlanarak muhalefet edebilirsiniz. Göçmen karşıtı aşırı sağcı bir muhalefet pozisyonu da mümkün, neo-liberalizm eleştirisi yapan sosyalist bir pozisyon da. Bir liberal sivil özgürlükleri yok ettiği ve kurallı piyasa ekonomisini ahbap çavuş kapitalizmiyle ikame ettiği için Erdoğan’a karşı olabildiği gibi bir muhafazakar da İslam’ı lekelediği ve kendi beceriksizliğine kılıf yaptığı için Erdoğan’ı eleştirebilir. Bütün bu farklı pozisyonların bir cephede toplanması her bir muhalif pozisyonun, Erdoğan sonrası için tasavvur ettiği geleceği diğer aktörlere dayatmasıyla mümkün olmayacaktır. Cepheyi kurmak ve Erdoğan’a karşı etkili bir blok oluşturmak için partilerin sembollere, kimliklere, kendi çekirdek seçmeniyle derinleştirmeye çalıştığı duygudaşlığa açıkçası pek gerek yoktur. Bunun yerine, ekonomik problemlerin dile getirilmesi ve bunların teknik bir tartışmanın konusu yapılması gerekir. Bununla birlikte hukukun üstünlüğü ilkesinin tahrip edildiği, kişisel ve keyfi bir yönetimin hem eşit vatandaşlık kavramını öldürdüğü hem de bürokrasinin kurumsa kapasitesini zayıflattığı dile getirilebilir. Araştırma sonuçları, toplumun en çok önemsediği konuların bunlar olduğunu söylüyor. Siyasetçilerden de beklentisi bu sorunları dile getirmesi ve bunları düzeltecek irade ortaya koyması.
Siyasetçilerin işi hep zor oldu. Kafalarında bir toplum kurgulayıp ona hitap etmek zorundalar. Bu da, toplumsal yapı denen şeyin aslında onların algılarıyla şekillendiğini gösteriyor. Ne var ki, algılar siyasetçiler için bir gerçeklik inşa etse de toplumu siyasetçinin algıladığı şekle sokmaya yani yeni bir gerçeklik yaratmaya yetmiyor. Bu yüzden “misperception” yani yanlış algılama diye bir kavram var. Bunu da zaten seçimlerin sonuçlarında görüyorlar. Mesela, toplum ciddi bir ekonomik krizle boğuşurken, AKPli siyasetçiler ısrarla terör, iç düşman ve beka söylemine sarılarak aslında kafalarındaki kurgusal halkın kendilerinden bu konuların konuşulmasını talep ettiğini düşünüyorlar. Bu halkın gerçek olmadığını muhtemelen seçimlerde anlayacaklar. O yüzden siyasetçilerin, olabildiğince evhamlarından arınması, konuştuğu küçük komüniteleri toplumu temsil eden doğru örneklem olarak görmekten vazgeçmesi gerekiyor. Zira, kendi çevresinde bir kahraman olarak görülen her hangi bir dava adamı toplumun geneli tarafından allerjik yaklaşılan bir figür olabildiği gibi toplumun büyük çoğunluğu tarafından önemsenmeyen bir konu olabilir. Dolayısıyla, siyasetçileri marjdan uzak merkeze yakın tutan şey başlı başına toplumsal talepleri doğru algılama yeteneğidir.
Belki de bu anma işine bir son vermek gerekiyor. Hem siyasetçilerin hem de sıradan insanların insanlık tarihi boyunca her halde en çabuk yargılandığı ve yaftalandığı çağda yaşıyoruz. Doğrunun bir önemi yok. İncelikli tartışmalar zaman kaybı olarak görülüyor. Herkes kaba kavramsallaştırmalarla rakibini büyük bir kalabalığın önünde gözden düşürme ve linç ettirme peşinde. Bu uğultudan kurtulmanın yolu ise sosyal medya histerisinden korunarak hatta onu atlayarak toplumun sorunlarını gündeme taşıyabilmekte. Özlemini duyduğumuz vatandaş-siyasetçi diyaloglarını sosyal medyada okuyabilmek için ise sanırım biraz daha beklemek gerekecek. En azından, Erdoğan yönetiminin sandıkta mağlup edildikten sonra siyasetçisinden vatandaşına hepimizin rahatlayacağı bir dönem başlayana kadar.