Başlık bir oyun, bir film, bir dizi repliği değil! Kırıkkale’de gözü dönmüş babanın 10 yaşındaki kızının gözleri önünde eski eşi Emine Bulut’u boğazını keserek öldürürken anne-kız arasında geçen son konuşmadır…
Ülke genelinde kadınları ayağa kaldıran bu vahim örnekten yola çıkarak son 15 yılda 15 bin kadının, son bir yılda 211 kadının, son bir ayda 32 kadının öldürüldüğü ülkemizde; insanlık, sevgi, saygı, adet, örf, gelenek, hele de vicdan bizi terk edeli ne çok olmuş diye bir kez daha derin derin düşünsek mi?
Anne yazılıp evlat okunduğuna bu konuşma ile bir kez daha inanırken kadınlığın bir sanat; sevgi, merhamet, sabır, direnme, özveri sanatı olduğunu içimiz acısa da, onay görmese de kabul etsek mi?
Kadını görmezden gelen ve yok sayan bakış ortalıkta kol gezip kol keserken, kadın cinayetlerini kanıksayan düzen 3.sayfa haberlerinden dizilere kadar kadını aşağılayıp, şiddeti sıradanlaştırırken, namus namlusunu kadına doğrultmuşken kadın cinayetleri nasıl son bulur diye isyankâr bir tonla ve umutsuzca sorsak mı?
Bu sorulara yanıtınız ne olur bilmiyorum ama ülkemizde uzun süredir kadını yok sayan bir iklimde yaşamaya çalıştığımızı çok net ve çarpıcı örnekleriyle biliyorum…
Meseleye dönersek!
Hayattan çok küçük taleplerde bulunan, kimselere yük olmayan, üzüntülerini saklayan, hayal kırıklıklarını paylaşmayan, alaya alınan hayallerini hiç kimseye yansıtmayan, dayatılan koşullara hiç yakınmadan katlanan kadınlar yaşamak için daha ne yapmalı?
8 Mart’ta sokağa çıktığı için gaza boğulan, taşıdığı ağır yükle baş başa bırakılan, yaraları sarılmayan, durmadan örselenen, vicdanın ve aklın kabul etmeyeceği biçimde kimliği yok sayılan, yüreğine kurşun saplanır gibi davranışlara maruz kalan kadınlar öldürülmemek için daha ne gibi bedeller ödemeli?
Cinayete kurban giden genç kadın için; o saatte, orada, o kıyafetle ne işi vardı diye soran avukatlar mı dersiniz? Sevgilisini, kızını, karısını yaralayan ya da öldüren erkekler için ağır tahrik indirimi isteyen savcılar mı dersiniz? Kılık kıyafeti düzgün, duruşu edepli, bakışları yerde katiller için iyi hal indirimi veren hâkimler mi dersiniz? İktidardan aldığı cesaretle ve kendisinde var olan eril erkle kadın avukatların etek boyuna küpesine takan yargıçlar mı istersiniz?
Ya da kadına annelikten başka sorumluluk yüklenmesin, eşikte doğsun, mutfakta ölsün, oturma odasında gömülsün, yatak odasında çürüsün, gülmesin, konuşmasın, yere baksın, sokağa çıkmasın, okumasın, çalışmasın diyen erkek egemen bakışa mı alışırsınız?
Gani gönüllü kadınların bazen bulutlu, bazen kar yağan, bazen güneş açan, ama fedakârlıkta sınır tanımayan yüreklerine mi şaşarsınız? Yine hayatın ağırlığı ve ciddiyeti onun o çocuksu tarafının önüne bir türlü geçemeyen, herkesi düşünen, emeği ve yaptıkları ömür boyu sürecek olan ve günün birinde sessizce göçüp gidenlerin arkasından mı baka kalırsınız?
Yoksa kocaman bir hikâyeyi bir cümleye sığdıran, ilham veren, örnek olan, örnek alınan ve bir ömür boyu; “kendime bunu alacağıma çocuklara şunu alırım” diye düşünen o özel canların gidişine mi yanarsınız? Size kalmış…
Erkek öldürür, kadın doğurur ve yoğurur…
Gelelim 10 yaşındaki çocuk açısından olayın tahliline! Gözleri önünde boğazı kesilerek öldürülen annesi için o küçük kız çocuğu bundan böyle içinde biriken yalnızlığını, annesiyle yaşadıklarını, hele de bu korkunç sonu küçücük sinesinde biriktirerek yaşamaz mı? Kendi yalnızlığıyla başa çıkmaya çalışırken anne sevgisini, özlemini, kokusunu, acısını hep yüreğinde hissetmez mi? Artık anne diyeceği birinin olmayışıyla, yeri dolması zor bu büyük boşlukla yüzleşirken, üzerinden silindir gibi geçen bu büyük acıyı yıllar boyu beyninde ve yüreğinde taşımaz mı? Bu sorular zamana muhtaçtır…
Demem o ki; Susmayan, ayağa kalkan, kıyameti kopartan kadınların gür sesi ve çokluğu karşısında ilk kez yönetimden hızlı açıklamalar gelince sorayım dedim! Türk kadını; “Üç şeyle boğuşuyorum. Şiddet, işsizlik, eğitimsizlik!” derken neden kulak tıkadınız? Bu soru yanıta muhtaçtır…