Yaşanmış hikâye kaynayan bu topraklarda; Söz ile gerçeğin buluşması karşısında sadece dinleyip hiçbir şey diyemediğim kadınlar!
“Teşekkür mü dediniz, eline sağlık mı dediniz? O dedikleriniz bizim evin hallerine, bu iklime o kadar yabancı ki!” diyen, “Derdimiz mi? İnsan gibi yaşamak ve insanca muamele görmek!” diyen kadınlar…
Emek, çaba, özveri, sabır, uykusuzluk, şiddet ve çeşitleri derken ilk akla gelen, ne oldu, daha doğrusu daha neler olacak diye kendi kendini sorgularken ömür tüketen, yaşadığı iklimi yaşam biçimi sayarak heder olan kadınlar!
“Tüm yaşadıklarım beni ben yaptı, ben büyümedim, beni hayat ve hasret büyüttü, kadın öyküleri yazılmalı ki neler çektiğimiz öğrenilsin!” diyen kadınlar…
Hayatının hiçbir döneminde “canım kendim!” diyemeyen, canım oğlum, canım kızım canım eşim, canım anam, canım babam diyen kadınlar!
“Yüzümde gördüğünüz her derin çizgi ve iz bana eşimin fiziken yaşattıklarının, ruhsal sorunlarım ise fikren yaşattıklarının armağanıdır! Bu evlilik bana çok pahalıya mal oldu” diyen kadınlar!
Çektiklerini ve çilesini anlatırken; “Hepsi bu kadar değil, bir anlattıklarım, bir de anlatamadıklarım var!” diyen kadınlar!
“Bilincimi bilmem ama bilinçaltım bana yüzlerce kez yeter dediyse de onu dinlemedim, çünkü önümde çocuklarım, arkamda emeğim, yüzümde çektiklerimin derin izleri vardı!” diyen kadınlar…
Müthiş bir özgüvenle kürsüleri dolduran ve akademisyenlerin yüzde 45’ini oluşturan kadınlar!
“Kötü olan, akılları çelen, kafaları karıştıran, erkekleri cinayete teşvik eden, erkekleri kurban olarak seçip vahşet nesnesi yapan kadınlardır!” şeklindeki açıklama ve dayatmalara maruz bırakılan kadınlar…
Yoran, yok eden yaralayan koşullara rağmen arada sırada yakaladığı umut rüzgârlarının devamı için sarsıcı, heyecan verici öyküler yazmaya çalışan kadınlar!
“Anneler çocuklarının her anında, yanı başında kusursuz ve ödünsüz bir anlayışla hazır sığınaktır!” sözünü tüm sıkıntılara rağmen ezber eden kadınlar…
Koşullar ne olursa olsun; Doğru, devamlı, dengeli, disiplinli, dürüst olmak gibi 5 D kuralına sıkı sıkıya bağlı kalan, soğuk kış günlerinde yaptığı çorbayla mideleri, bakışlarıyla yürekleri, duygu yoğunluğuyla bellekleri ısıtan kadınlar!
“Nesiller, coğrafyalar değişse de değiştirilmesi asla mümkün olmayan şey evlat sevgisidir!” diyen, “sen geçmişsin o gelecek, sen dünsün o yarın!” diyen, “kapıya kilit vursan da gönlüne kilit vuramazsın!” deyip, acıyı bal eyleyen kadınlar…
Asla öğrenemeyeceği halde kim, nasıl, nerede, niçin, niye sorularıyla yaşam boyu yüzleşen, sorunlar ne olursa olsun bana ne diyemeyen, her şey benden sorulur diye durumdan vazife çıkaran ve evin her şeyi olduğu halde, evin gerçek direği olduğu ancak göçüp gittikten sonra anlaşılan kadınlar!
Gittiği cilt doktoruna “derdim derinlerdedir!” diyen, gittiği kuaföre saçlarımı “çok kısa kes, ele gelmesin!” diyen, erken ağaran saçları için; “saçımdaki her beyazın bir acısı, bir anısı, bir öyküsü var!” diyen kadınlar…
Yaşadığı çağlayanları durgun bir göl gibi anlatan, mutsuzluğunu başını yere eğerek saklamaya çalışan kadınlar!
İşsiz kocasıyla, aşsız eviyle, duvara astığı diplomalarına üzüntüyle bakan çocuklarıyla yaşam savaşı veren, ülke nüfusunun yarısını oluşturan, tamamını doğuran sonra da boğazlanarak, bıçaklanarak öldürülen kadınlar!
Hem ana hem baba olan, bir yanda evini çekip çevirirken, diğer yanda yaşlı aile büyüklerini, çoluk çocuğunu idare eden ve asla yorulmayan kadınlar!
Hayattan çok küçük taleplerde bulunan, hiç kimseye yük olmayan, üzüntülerini saklayan, hayal kırıklıklarını, alaya alınan hayallerini hiç kimseye yansıtmayan, dayatılan koşullara hiç yakınmadan katlanan dayanıklı kadınlar!
Caydıran, sindiren, bezdiren, yaşamdan koparan kurallara kesinlikle uyması istenen, en masum istekleri bile alay konusu olan, spor yapması, sanata ilgi duyması, eğitim alması, kahkaha atması bile ona çok görülen kadınlar!
Kendi gücünü toplayıp kaderini değiştirmek istediğinde, “doğduğun ev kaderindir!” döngüsünden çıkmak için çaba gösterdiğinde, pompalıyla yere serilen kadınlar!
Giydiği tayt, sürdüğü ruj, yemeğe koyduğu tuz, telefonuna gelen mesaj bahane edilirken, “Kadın evin süsüdür, o bir çiçektir, ona annelik ve ev kadınlığı yakışır” diye taltif ve tarif edilen kadınlar!
Vücudu, elleri yüzü kezzapla yakılan, inanılmaz bir nefretin kurbanı olan, pişmanlık duyacağına bağırıp çağırarak; “istersem ben senin hayatını bitiririm” sözlerine her koşulda muhatap olan kadınlar…
“Gözüm döndü, bilincimi yitirdim, aklım gitti, cinnet geçirdim, hatırlamıyorum, pişmanım!” sözleri eşliğinde yöneltilen suçlamaları, her türlü sözlü, yazılı tacizi hak ettiği düşünülen, öldürülen yakılan, üzerine beton dökülen, uçurumdan aşağı atılan, intihar süsü verilen kadınlar…
Özetle; Hani daha çok kadınlar için deli dolu derler ya! Onun delisini atıp dolu demek daha doğru olur. Çünkü son zamanlarda hep erkekler cinnet(!) geçirerek kadınları öldürür oldu. Kimsenin umurunda değiliz ama öfke doluyuz. Boğazımızda kocaman bir yumrukla dolaşıyoruz. Nedense bitmiyor bu cinayetler, nedense erkekler doymuyor kadın öldürmelere, nedense yönetimler sessiz kalıyor bu kırım ve kıyıma! 800’ü bebek olan 3 bin çocuk, 17 bin kadının tutuklu ve hükümlü olarak yattığı hapishanelerde; karar vericiler kadın katillerine hürmette ve izzette sınır tanımazsa, o caniler iyi halle ödüllendirilirse, hırslı, hınçlı, hırçın, ayrıştıran, yok sayan siyaset dili devam ederse bu kıyım ve kırım yıllarca sürüp gider…