Seçim gününe dek bol siyasi analiz, televizyonlarda fazlaca tartışma, sabahtan akşama dek haber- yorum ağırlıklı siyaset ve vaatler konuşulacak- konuşuluyor. Bir süredir daha olumlu, umutlu, güler yüzlü bir hava esiyor ülkede. Milletçe baskın seçimi önce yadırgadık, sonra kanıksadık gibi. İşin matematiksel hesaplar boyutu, ittifaklar boyutu, manevra boyutu, beyanname boyutu, “baş ustalar acemilere koltuk teslim etmez!” boyutu var. Biliyorum, biliyorsunuz. Ancak bugün başka hiçbir şey söylemeden altını çizmek istediğim noktalar var.
İlki bu yazılara sıkılanınız, bıkanınız, kızanınız var biliyorum. Ama konular, hele de sorunlar değişmiyorsa elden ne gelir? Örneğin S.P ülkemizin kredi notunu 3 basamak daha indirerek bizi üçüncü lige düşürüp Bangladeş ve Umman’la aynı kategoriye sokuyorsa yazmayalım mı?
Tepeden inme gelen eğitim sistemi değişikliklerinin öğrencileri okuldan soğuttuğunu dile getiren velilerin sesine kulak vermeyelim mi? 16 yılda 15 kez değişen bir sistemden söz etmeyelim mi? Amacın ne olduğunu kararı verenlerin bile tam açıklayamadığı nedenlerle köklü üniversiteleri darma duman eden bir ülkenin yurttaşı olarak feryadımızı duyurmayalım mı?
“Eyyy Batı’nın!” üç yılda yaşadığını 3 güne sığdıran bir ülke olarak, her şeyi ben bilirim, her şey benden sorulur diyenlerin yönettiği bir ülkenin yurttaşları olarak; “Kibir, Tanrı’nın değersiz insanlara hediyesidir” şeklindeki atasözünün derin anlamına girmeyelim mi?
Suçlanan, karalanan, etiketlenen, dışlanan kadınlar ve gençler sessiz kalıyorsa, ya korktukları için ya da kaybetmek istemedikleri bazı değerler için eli kolu bağlı oturuyorsa, siyaseti de, halkı da kendilerini benzetmek isteyenler ucuzun ucuzu polemiklerle prim yaptığını sanıyorsa tüm bunları dile getirmeyelim mi?
Saraydan meydanlara her alanda aynı şeyleri anlatanlar, işsizlerin sayısının 87 ülkenin nüfusunu geçtiğini görmeyenler, dönüp Danimarka’nın, Finlandiya’nın, Norveç ve İrlanda’nın 4-5 milyon arasında değişen nüfuslarına baksınlar. Yine dönüp 6 milyon 402 bini bulan işsizler ordusuna bakmaya çalışsınlar. Bu acı gerçeği dillendirmeyelim mi?
Nüfusumuzun önemli bir kesimi için yoksulluk kronikleşmiş olarak artıyorsa, 3 milyon aile sosyal yardımla geçiniyorsa, işsizlik hız kesmeden tırmanıyorsa, iş kazaları can almayı sürdürüyorsa, ülkenin hakça ve eşit paylaşıma gereksinimi var demeyelim mi?
Ülkeyi yönetenlerin bir zamanlar dillerinden düşürmediği abartılı sözler vardı; “İş kazaları medeniyet göstergesidir.” Ya da “Batının özlemini duyduğu demokrasi bizde var” gibi. Yandaşların ayakta alkışladığı bu sözleri arşivlerden çıkarıp dolaşıma sokmayalım mı?
Yine Temmuz ayında bakan olan Fakıbaba’nın Ocak başına kadar Azerbaycan’dan Sırbistan’a, Gürcistan’dan Bulgaristan’a, Sudan’dan Tunus’a, Rusya’dan İtalya’ya, Bosna Hersek’ten Katar’a 16 ülkeyi ziyaret ederek, gitmedik ülke çalmadık kapı bırakmamasını, et fiyatlarını bi türlü düşürememesini ve büyük emeğini(!) alkışlamayalım mı?
Baskın seçim sonunda meydanlarda verilen söze göre ötekileştirme son bulacaksa, düşmanlaştırma bitecekse, bölünme- kamplaşma sona erecekse, hukukun üstünlüğü geri gelecekse, üreten ve hakça bölüşen güçlü bir ekonomi tesis edilecekse, tüm bunları gerçekleştirenler hoş geldi safa geldi…
Bu arada baskı, hile- hurda, tehdit, dayak -kötek son yılların yükselen değerleri oldu. Doğrusu bu kolay unutulacak bir fotoğraf karesi değil. Bazılarının adalet ve kalkınma diyerek nelere kadir olduğu ortada iken geçmişi ve yapılanları hemen unutmak olası değil…
“İlim sahiplerine hürmet ediniz. Kıymet biliniz, emanete hıyanet çirkindir, emaneti koruyunuz” diyen Hacı Bayram Veli’den yola çıkarsak! Kıymet bilenin yanında olup, emanete ihanet edenleri unutmayalım yeter…
Öneri paketi: 1 Haziran Cuma günü Avcılar’da kalabalık bir gruba parkta konuştum. Bundan sonraki durağım sanırım stadyum olacak! Siyasiler stadyumlarda propaganda yapıyorsa, biz neden bilgi birikimimizi kitlelerle arenalarda paylaşmayalım?