Pek çok okurumdan “başlıklarınız ilginç ve güzel!” yorumunu alınca, şımarma hakkımı kullanabilir miyim diye düşündüm ve bugünkü başlığı damat bakandan çaldım! Hemcinslerimin söylem ve eylemlerini duyunca çalıntı başlık daha çok okunur algısına kapıldım! Umarım yanılmam…
Ankara’ya bağlı Çubuk ilçesi Akkuzulu köyünde Sn. Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişiminde olup biten gün yüzüne çıktıkça, bunun yönetimin dediği gibi; “Provokasyon yok, basit bir protesto eylemi” olmadığı o kadar açık ve net ki!
Konu çokça yazılıp çizildiği için, bu satırların yazarı da bu konuya sıkça değindiği için bugün işin kadın boyutunu ele alıp bir özeleştiri yapmak istedim. Düşündüren, ürküten, kaygılandıran, en çok da iç acıtan bu konuyu; Erkek egemen bir dünyada kadını yazan, kadını anlatan, kadını ön plana çıkaran eserler veren, kadınların dili olmaya çalışan biri olarak yazmadan edemezdim.
Uzatmayayım! Bizzat yaşayan görgü tanıklarının ifadesine, ses ve görüntü kayıtlarına göre; Çubuk’taki olaylar sırasında bir kadın; “Yakın o evi, yakın!” diye bağırırken, bir başka kadın da elindeki şemsiyenin demir ucunu Sn. Kılıçdaroğlu’nu gözüne sokmaya çalışmış...
İşte burada duruyor, kala kalıyor, işin bizi ilgilendiren boyutuna dalıyorum!
Hani bizim; Evlat, kardeş, gelin, eş, teyze, hala, yenge, arkadaş, dost, girişimci, ev kadını, torun, nine, büyük anne vb gibi sıfatlarımız, ya da şapkalarımız var ya!
Hani hayatın bizim omuzlarımıza yüklediği ağır yükler var ya!
Hani resmi ağızların özellikle son yıllarda bizden beklentileri ve bize dayattıkları var ya! (Çalışmak senin neyine? Evde otur, 5 çocuk doğur gibi)
Hani gelenek ve göreneklerin, mahalle baskısının bize yakıştırdıkları var ya!
Hani anne yüreğimizde acı çekene, dayak yiyene, hep sızlayan bir damar var ya!
Hani ana olmasak da, televizyonda çatışma duyduğumuzda kulak kesilip yaralı erlere hep dua ederiz ya!
Hani camların arkasında sabahlara kadar yürek çarpıntılarıyla beklenerek, perdelere gözyaşları silinerek, gurbetteki oğul yolu gözlenir ya!
Hani komşunun mapus oğluna mahkemeden gelecek iyi haber için adak adanır ya!
Hani arkadaşın hasta kızının iyileşmesi için dua ve gözyaşları birbirine karışır ya!
Hani evli ama işsiz oğulun kredi kartı borcu için, çocuğun okul önlüğü için, ev kredisi için el işi, yemek yapılıp satılır ya!
Hani çocuklar doysun diye hep tokuz ya!
Hani onların istediği ayakkabıyı alabilmek için baba yadigarı yüzüğü göz kırpmadan satarız ya!
Hani bir de bizim doğurmak, doyurmak, korumak, kollamak gibi temel bazı özeliklerimiz var ya!
İşte bu gerçeklerden yola çıkarak sormak istedim!
Evin direği olan kadın, evin çatısını oluşturan analar, ne ara evi yakma, insanların gözünü demir çubukla oyma noktasına geldi? Bunu biri izah etmeli? Bu iş yönetimin sivri ve ayrıştıran dilinden vazgeçmesiyle mi çözülür? Yargı gereken yasal süreci kayırıp kollamadan ve daha fazla zaman yitirmeden işleme mi koyar? Uzun süreden beri yönetimin diliyle yan gelip yatan akil insanlar devreye mi sokulur? Durum vahimden öte deyip Sağlık Bakanı işe el mi atar? Bimiyorum.
Bildiğim o ki; “vicdan bizi bu kadar mı terketti?” ya da “dünyaya getirenler, yaşatmak için her fedakarlğı yapanlar bu noktaya nasıl geldi ve getirildi?” Sorularına acilen yanıt arıyorum!
Yaşatmak fıtratımızda varken, yakıp oymak niye?
Önemli Not: “Milli irade nedir?” sorusunun yanıtı YSK’nın müthiş kararı sonucu ve 6 Mayıs itibariyle, AKP’nin seçim kazanmasıdır şeklinde yeniden düzenlenmiştir…