Son yıllarda gözleri görmeyenlerin, kulakları duymayanların sesi daha mı çok çıkıyor ne? Ekonomik başarıyı betona ve duble yollara bağlayan! Halkın mutluluğunu millet bahçelerinde ve şehir hastanelerinde arayan! Gençlerin isteklerini iş beğenmemek olarak yorumlayan etkili ve yetkili kişileri görünce gel de başlığın ayrıntılarına dikkat çekme…
Görmek, bakmak, duymak! Üç önemli kavram! Aslı bakabilmek, görebilmek ve duyabilmek olmalı değil mi? Misal tarlasını ekemeyen, ektiğini biçemeyen, biçtiğini satamayan, sattığının karşılığını alamayan, aldığıyla borcunu kapatamayan çiftçinin, köylünün, üreticinin yüzüne bakılıyor, sorunları görülüyor, sesi duyuluyor mu?
Örneğin asgari ücretle yaşama savaşı veren, açlık sınırının altındaki geliriyle dosta muhtaç, namerde el açmak zorunda kalan, borç batağında çıkış yolları arayan dar gelirlinin çilesi, çektikleri görülüp, duyuluyor mu?
Mesela işsizlik sarmalında kavrulup kalan ama işsiz sayılmayan, sigortası olmayan, elektrik, doğalgaz faturalarını karşılayamayan, yatağa aç giren çocuklarına, ayakkabısı olmadığı için okuluna terlikle giden evladına görünmemek için evine geç gelen babanın derdi görülüp, derman aranıyor mu?
Farzımuhal gençlerin gelecek kaygısı, öğrencilerin barınma sorunu, kadınların öldürülme oranı, sağlık personelinin dayak korkusu, esnafın içler acısı hali, işsizin bitmeyen iç çekişleri, üretenin- tüketenin arasındaki uçurum yetkililerce görülüyor mu? Ya da imdat seslerine kulak veriliyor mu?
İşsizinden çiftçisine, öğrencisinden öğretmenine, esnafından fabrikatörüne, hastasından hekimine, memurundan amirine, çalışanından patronuna herkesin sesi, gözü, kulağı olması gereken yönetim erbabına sormak gerek! Gerçek olmayan istatistik oyunlarıyla, tabana ve oya yönelik içi boş açıklamalarla, günü kurtaran cilalı sözlerle, yakın çevrenin koltuğu koruma adına verdiği gazla, milli ve yerli hisleri kışkırtmak, tabana mesaj vermek adına yeni açılan kartlarla gelinen noktada durup düşünmek zamanı gelmedi mi?
Bir soru? Bakmak, görmek, duymak! Ne kazandırır? Tersi neleri tartışmaya açar? Ya da neleri götürür?
Diğer bir soru? Tarihsel, toplumsal, siyasal, kültürel geçmişimizden geçelim! Kadınlarda işsizlik oranı yüzde 12.5. gençlerde yüzde 18’i bulmuşsa! Dar tanımlı işsiz sayısı 3.3 milyon, geniş tanımlı işsiz sayısı 7.3 milyona vurmuşsa! Tanımsız işsiz sayısı 10 milyona dayanmışsa. Bu durumda ne yapılır?
En önemli soru? “Utanmadan sıkılmadan işsizlik var diyorlar. Ne işsizliği ya?” diyen CB! Aslında haklı, çok doğru bir saptama yapmış! Adıyaman’da Gençlik ve Spor Bakanlığının 6 kişilik temizlik kadrosuna 3 bin kişi başvurmuşsa! Sağlık Bakanlığının 19 temizlik görevlisi kadrosuna 17 bin 86 kişi, 6 şoför kadrosuna 4089 kişi başvurmuşsa! İstanbul’da 100 güvenlik kadrosuna 16 bin 583 kişi, Şanlıurfa’da 60 temizlik işçisi kadrosuna 53 bin 224 kişi, 455 kişilik kadroya 114 bin kişi başvurmuşsa! Akdeniz Üniversitesi hastanesine alınacak 261 personel için 13 bin kişi başvuruda bulunmuşsa!
Tam da rekorlara doymayan yönetime uygun oranda başvuruda bulunanların hiç mi suçu yok? TÜİK imdada yetişmek için neyi bekliyor?
Önemli not: Fıtrattan kadere sicilimizin kara olduğu maden ocaklarındaki facialara bir yenisi daha eklendi. Bartın- Amasra’da 41 madenciyi daha kaybettik. Kurtulan işçi; “yaşadığıma nasıl sevineyim!” diye ağlarken! Oğlunu yitiren anne; “bana kim anne diyecek?” diye dövünürken! Yine panik, yine çaresizlik, yine koşuşturma ve yine acı birbirine karışırken! CB; “Biz kader planına inanmış insanlarız. Buna inandığımız için bunun ne dünü, ne bugünü, ne yarını hiçbiri zaman olamayacaktır. Bunlar her zaman olacaktır, bunu bilmemiz lazım” derken!
Şehit madencilerimize rahmet, yaralılara şifa, acılı ailelerine sabır dilemekten başka ne gelir elden…