Bezmiş milyonların gücü adına: Kılıçdaroğlu’na açık mektup!

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Size bu mektubu apar topar yazıyorum, affedin. Haftasonu sizinle sohbet etme şansına sahip olacağım. Sizi tanıdıktan sonra...

Metin Solmaz Yazar metin@solmaz.net

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu,

Size bu mektubu apar topar yazıyorum, affedin. Haftasonu sizinle sohbet etme şansına sahip olacağım. Sizi tanıdıktan sonra değişebilecek fikirlerim işe karışsın istemiyorum o yüzden. Hem belki okumuş da olursunuz mektubumu.

Önce kendimi tanıtayım. Ben, 53 yaşına gelmiş ve şu memlekette aynı şeyleri yaşayıp durmaktan bezmiş; çok bezmiş bir sıradan insanım. Elbette bir temsil gücüm yok. Ama üç aşağı beş yukarı aynı şeylerden bezmiş milyonlarca insan olduğumuz kesin.

Sizden biraz cesur olmanızı rica edeceğim.

Sağcılar suç işliyor diyemeyen Demirel’in “şeffaf karakol” diye bağırdığını, Bahçeli’nin Apo’nun asılmasını engellediğini, Erbakan’ın İsrail’le ilk askeri anlaşmayı imzaladığını, Erdoğan’ın yıllar süren barış sürecini gördüm.

Yani siyasetçilerin kendilerinden beklenmeyen, acayip şeyler yapabildiğini biliyorum. Bu acayiplikleri anlatabildiklerini, kabul ettirebildiklerini de biliyorum.

Sizden de acayip şeyler yapmanızı rica ediyorum. Aman acayip dediğim yeni bir Ekmeleddin İhsanoğlu, Muharrem İnce yahut Mustafa Sarıgül değil elbette. Daha acayip bir şey. İnsanlık için epey sıradan, Türkiye siyaset hayatı için nedense acayip bir şey.

Sizden sıradan, hakikaten vasat bir demokrasinin tesisi için elinizden gelen bütün fedakarlıkları yapmanızı istiyorum.

Türkiye’nin sıradan, vasat, beton gibi düzünden, süssüz görkemsiz bir demokrasiye ihtiyacı var. Batı’da ortalama bir merkez sağ partinin rıza gösterdiği kadar düz bir demokrasiye.

Kavala’nın, Demirtaş’ın, gazetecilerin hak savunucularının dışarıda, talancıların, tacizcilerin, hayata, insana karşı suç işleyenlerin içeride olduğu, lümpenlerin böyle yüreklendirilmediği bir demokrasiye. Torpilin rüşvetin arsızlığın hakikaten cezalandırıldığı bir demokrasiye...

Halkın da herkesin zannettiği kadar acayip hassasiyetleri olmadığı görünüyor. Bakınız o kırmızı çizgilere… Öcalan’a açıklama yaptırılmıştı. Bahçeli “Teröristbaşı” dedikten sonra HDP’lilere onu dinlemelerini öğütlemişti. Yer yerinden oynamadı. Ama HDP herkesin kırmızı çizgisi. Güya LGBT-İ düşmanı bir ülke ama Zeki Müren sanat güneşi, Bülent Ersoy en muhafazakar devletin protokolünde.

Halk dediğimiz monoblok olmayan yapı aslında temel olarak aynı şeyleri sürekli dinlemekten sıkıldı. Yoksa nasıl anlatıldığına bağlı olarak her mantıklı şey herkese anlatılabilir.

Yanıbaşlarındaki medeni ülkelerin bu ezberlerle yakalanamayacağını, o ülkelerin nasıl olup da medeni olabildiklerini yeteri kadar insan biliyor.

Kırmızı çizgiciler o kadar bağırıyor ki biz sıradan insanların sesi duyulmuyor. Ama güçlü olan biziz.

Kemal bey, çok korkuyorum. Sayın Erdoğan’ın bir benzeri karşısına aday olarak çıkarılacak diye çok korkuyorum. Veya kırmızı çizgilerle dolu bir defter sahibi gelecek ve elinde kırmızı kalemle ülke yönetecek, yine onyıllar gidecek diye çok korkuyorum.

Dünyanın en mükemmel yeri değil Türkiye hiç kuşkusuz. Ama kötü bir yer de değil. Kaçıp giden herkesin burnunda tütüyor. Yeterince uzun süre kötü yönetildik. Son 20 yıldan bahsetmiyorum. Ondan öncesine de dönmek istemiyorum. Daha iyisini hakettik.

Yanlış anlamayın. Daha iyisi derken Türkiye’de iyi yönetilmeyi beklemeyecek kadar ayaklarım yere basıyor. Biraz normal yönetilelim yeter.

Can dayanmaz şu memleketin incir çekirdeğini doldurmayacak problemlerle harcadığı onyıllara. İngilizce, Almanca, İtalyanca eğitim verilen bu ülkede insanların annelerinden öğrendikleri dili okullarda serbest bırakmak çok mu zor? Herkese düşman dememek, her şeye tedirgin yaklaşmamak yere biraz güvenli basmak çok mu zor? İnsana, çevreye, kadına, güçsüze karşı işlenen suçları cezalandırmak çok mu zor?

Zor belli ki.

HDP milyonlarca gazoz kapağı almadı. Oy aldı. Herkesle aynı oksijeni yakan milyonlarca insandan... Her partinin masanıza oturması gerekmiyor. Oturmasın. Ama o milyonlara rağmen bir aday belirlenebilir mi? Şu koca ülke o koca kalabalığa rağmen yönetilebilir mi?

Muhalefet habire HDP Türkiye partisi olsun diyor. MHP ne kadar Türkiye partisi? Ya CHP? Saadet? İYİP? Hepsi bir kimliğe yaslanmış partiler. HDP Türkiye partisi olmaya çalışıyor ayrı mesele. Ama buna gerek var mı?

Bir şeyin Türkiyeli olmasını istiyorsak o şey meclistir. Bütün kimlikleri temsil etmesi gereklidir. Ve o kimlikler de partiler vesilesiyle orada bulunur zaten. HDP'siz asla olmaz bu.

CHP’ye de size de kızmak çok kolay. Malzeme bol. Üstelik aşırı güvenli. Ama şu anda memleketin tek umudu sizsiniz. Üzerinde sakince anlaşılabilecek olan cumhurbaşkanı adayı da sizsiniz. Rüştünüzü yerel seçimlerde ve sonra sergilediğiniz dengeli politikalarla ispat ettiniz üstelik.

Ben, daha önce hiç merkez partilere veya bir sağ partiye oy vermedim. Son yerel seçimler hariç. Kazanmak üzere değil ezileni desteklemek üzere oy verdim. Bu sefer kazanmak üzere oy kullanmak istiyorum.

Bu seçimlerde size oy vermeye hazırım. Lütfen adaylığınızı açıklayın. Lütfen kadrolarınızı açıklayın. Lütfen memleketi nasıl düze çıkaracağınızı, hangi adımlarınızı kimlerle atacağınızı cesaretle belirleyin.

Herkesi memnun etmeye çalışmak gerekmiyor. Sıradan bir demokrasinin şu anda herkese yeteceğini bilmek kafi. Siz açıklayın, yürüyelim beraber.

Çünkü öbür türlüsü çok fena olacak. Sağcı ya da ulusalcı adayların kırmızı kalemleri var. Bu da helalleşme, yüzleşme yok demek. Üstümüz başımız kırmızı çizgi dolacak demek. Onyıllar daha incir çekirdeğini doldurmayan problemlere harcanacak demek.

“Güçlü lider” tamlamasını tekrarlayıp duranlara bakmayın. Size güçsüz demiyorum. Ama “güçlü lider”e ihtiyaç yok. Bu ülke güçlü liderden çok çekti. Yeter artık.

Bu ülkeye kararlı, ilkeli, sağlam duruşlu, işbirlikçi, başka insanlarla beraber hareket eden, cesur, dinlemeyi bilen, parmak sallamayan; modere eden bir lider lazım. Kırmızı çizgi çizmeyi seven değil sıradan insanı seven bir lider lazım.

Bir moderatör başkana ihtiyacımız var. Bir rock stara yahut bir türkücüye değil bir orkestra şefine ihtiyacımız var.

Bu seçimlerin sonrası var. Hiç bir şeyin bir günde olmayacağına göre ortalığın bir derlenmesi toplanması düzenlenmesi lazım.

Sayın Kılıçdaroğlu, siz seçim kazanacakmış gibi konuşuyorsunuz. Yapmayın. Üzerinize fazladan sorumluluk almayın. Şu anda seçim kazanma sorumluluğu herkes üzerinde. Akşener’in, İmamoğlu’nun, Yavaş’ın, Soyer’in, Davutoğlu’nun, Babacan’ın. Hatta Demirtaş’ın.

Bu seçim berabere kazanılacak. Bu seçimleri siz tek başınıza kazanamazsınız. Siz kazansanız da biz kazanamayız. Memleket kazanamaz. Bunu size değil bu isimlerin hepsine söylüyorum. Bu seçimi hep berabere kazanmanız gerekiyor. Sizin moderatörlüğünüzde. Sonra da hep berabere yönetmeniz gerekiyor. Yine sizin moderatörlüğünüzde.

Ama çok basit bir gerçek var.

Parmak sallamayın. Bu ülke parmağa doydu. Basın sizin ayar vereceğiniz yer değil. Yapmayın. Zaten genel olarak ayar vermeyin. Memleket olarak bezdik her kızıldığında ayar verilmesinden.

Kimseyi “vaktinde iktidara yardım etmiş olmak”la suçlamayın. Ne yapsınlar istiyorsunuz? Devam mı etselerdi iktidara yardım etmeye?

Gelelim adaylığınızda risk görülmesine.

Siz yükseliştesiniz. Diğer adı geçen isimler zirvede. Zirveden daha yukarısı yok. Süreç başladığında gidebilecekleri bir yer yok. Ve aşağı inebilirler.

Kendinizi, adaylığınızı tartıştırmaktan korkmayın. Doğru iletişim budur. Adaylığınız tartışıldığında konuyu kapatmayın. Harlayın. Bırakın tartışsınlar. Elbette nahoş laflar edenler olacaktır. Sabredin. Doğru olan sizin adaylığınız. Ne kadar tartışılırsa o kadar iyidir. Çünkü her geçen gün haklılığınız daha da açık görünür olacak.

Zaten şu anda söylenenden daha ağır konuşulursa bu konuşanlara daha çok zarar verecektir.

Bir de şu var. Siz gücünüzü iki benzemezden alıyorsunuz esas olarak: HDP ve İYİP! Bu zor olduğu kadar büyük bir konfor da değil mi?

Ve İmamoğlu faktörü... İmamoğlu standart oy havuzunuz dışından oy alabildiğini ispat etmiş bir siyasetçi.

Neden adını bu kadar az duyuyoruz ağzınızdan?

CHP’li bir arkadaşım kulaklarıyla duymuş. Abant toplantınızda kürsüden açık açık “Benim adayım Kılıçdaroğlu’dur” demiş. Daha ne desin? Neden bunu bütün Türkiye duymadı? Neden dağ taş bunu konuşmuyor? Neden İmamoğlu’nun tam desteğini istemiyorsunuz? Belli ki o hazır.

Çok bilmiş iletişimciler onun parlamasını doğru bulmuyor olabilir. Yanılıyorlar. Sizi desteklediği sürece kim ne kadar parlasa o kadar iyi değil mi?

Aynı şeyler Mansur Yavaş için de geçerli. Yavaş’ın desteğini almanız da o kadar zor olmamalı. Yavaş da sizin yanınızda parlamalı.

Erdoğan’ı neden ona yakın birisiyle, benzeriyle uğurlayalım? Çılgınca bir fikir değil mi bu?

Bakınız 1990’larda müthiş bir fırsat vardı. Müthiş bir sivilleşme, çoğulculaşma. İslamcılar cesur davrandı, kazandı. MHP bile merkeze yanaşarak cansuyu aldı. Ama Deniz Baykal akıl almaz bir keskinlikle CHP’yi 1930’lara döndürdü. Ve bir fırsat kaçtı.

CHP şimdi tarihi bir fırsat yakaladı. Iskalamayın. Hepimize çok günah olur.

Herkes şapkasından bir tavşan çıkarma derdinde. Halbuki tavşana ihtiyacımız yok. Çok sıradan şeylere ihtiyacımız var.

Sıradan doğrulara, sıradan bir ahlağa, sıradan bir demokrasiye, sıradan bir iktisat yönetimine ihtiyacımız var.

Bezgin milyonların umudu olun. Adaylığınızı açıklayın.

Tüm yazılarını göster