Bir "adalet mücadelesi"dir sürüp gidiyor. Kimi zaman sokaklara taşıyor; kimi zaman TBMM kürsüsünde haykırıyor. Vatandaş adalet peşinde koşturup duruyor. Bu koşuşturmacada yıllar geçiyor, insanlar mahkeme kapılarında yaşlanıyor, çocuklar büyüyor, yaşlılar evlatlara hasret ölüyor, insanlar cezaevlerinde çürüyor.
1 kez yaşanacak bu kısa hayatta yıllar heba olup gidiyor. Her mağdur için bir felaket bu.
Hrant Dink için adalet mücadelesi 15 yıl sürdü ve maalesef karanlığıyla birlikte karara gidildi. Bir yargı klasiği olarak, azmettirici kesim hala aramızda dolaşıyor. Ölüm yıldönümünde Sosyal Haklar TV'de Avukat Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ile konuştuk. Türkiye'de yargıda bu kadar çok heyet değişikliğinin hem adaletin işleyişini saptırdığı hem de adalete olan güveni sarstığını özellikle vurguladı. "HDP Grubu’nun verdiği Hrant Dink cinayetinin araştırılması ile ilgili önergede yaptığım konuşmada AKP Grubu’na, cinayetin aydınlatılmasındaki en önemli iki kişi olan MİT görevlilerinin dinlenmesi kararından mahkeme heyeti değiştirilerek vazgeçilmesini sordum. Ses çıkaramıyorlar çünkü bu siyasi cinayet onların zamanında, onların mutlak iktidarı döneminde oldu, siyasi sorumluluklar var" dedi.
Bu mutlak iktidar döneminde hukukun üstünlüğünün hızla irtifa kaybetti. 2021 Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde Türkiye 139 ülke arasında 117'inci sırada yer aldı. 2020'de 128 ülke içinde 107’nci sırada yer almıştı oysa; görünen o ki listedeki yeni 11 ülkenin 10'u bizim üst sıralarımızdan girmiş. Bir dönem "Cemaat Yargısı" diye bir olgu vardı. Ortak menzile yürürken ayrışmayla birlikte kumpas davaları AKP iktidarına sıkıntı olmaya başlayınca, onlarda "yargı zaten cemaatin elinde" lafına sarıldılar. Sonra 15 Temmuz oldu ve o dönemin sahte delilci savcıları ile hakimleri fail oldular. Ardından gelen yeni AKP yargısı dönemi ise doğruya doğru, sahte delil peşinde değil; zira delile gerek duymuyor. "O bunu demiş, bu şunu demek istemiş, onlar da zaten iltisaklıymış" gibi geçmiş zamanın hikayesi kipiyle iddianameler, mütalaalar yazılıyor. AKP yargısının bu tahayyül adaletini uygulayıcı en büyük gücü ise "Gezen Heyet". Yani eğer cemaat yargısı dönemini sahte delillerle anacak isek, AKP yargısı dönemini de "Gezen Heyet" ile anacağız.
Son dönem davalarında sıklıkla mahkeme heyetlerinde değişimlerine tanık oluyoruz. Hatta bırakın bir davayı aynı heyetin bitirebilmesini, bazen eski heyetten tek bir yargıç bile kalamıyor dava sonuna. Örneğin Soma gibi 100 bin sayfalara ulaşan dosyalara sahip son derece teknik bir davada, ilk günkü heyetten tek kişi bile kalmamıştı. Oysa ilk heyetin başkanı 301 madencinin nerede, hangi noktada öldüğünü biliyordu. Kararı veren heyetin mahkeme dosyalarını değil okuyacak, muhtemelen sıraya dizecek dahi zamanı olmamıştır.
Peki heyetleri değiştirmedeki amaç ne? İstediklerini, husumet duyduklarını yargılatıp cezalandırmak, korumaya aldıklarını ise adaletten kaçırmak tabii ki. Soma'da şirket sahibinin yüksek ceza almasını önleme amaçlı iken, mesela Dink Davasında MİT tanıklığının önünü kesmek ya da ÇHD davasında ceza kesmek. Şöyle bir kare geliyor gözümün önüne: Hani savaş filmlerinde komutanlar koca bir harita üzerinde askerleri gezdirirler, planlar yaparlar ya. Galiba birileri de koca bir mahkemeler haritası üzerinde heyetleri gezdirip savunmanın hatlarını düşürüyorlar tek tek. Yani mesela 26. ACM'deki heyeti alıp 37. ACM'ye veriyor, sonra orada işi bitince 14. ACM'ye geliyor.
Mesela "Gezen Heyet" 26. ACM'de ne yaptı? Sırrı Süeyya Önder ile Selahattin Demirtaş'a propaganda suçunun yürürlüğe girdiği tarihten bu yana en yüksek cezayı kesti. Tam da Demirtaş'ın tahliye ihtimali varken, öyle bir ceza verilmeliydi ki istinafta kesinleşsin.
Sonra 26. ACM'den 37. ACM'ye gelindi; orada da ÇHD davasına yetişti. Zira bir önceki duruşmada ÇHD'liler tahliye etmişti. Sonra savcı itirazı ile yeniden tutuklandılar. "Siz misiniz tahliye eden, haydi dağılın" dendi ve bu kez "Gezen Heyet" 37. ACM'li oldu. O da ne, Canan Kaftancıoğlu Davası, Sözcü Davası düştü (!) önlerine. Derken orada görevini tamamlayıp 14. ACM'ye gelen bu "Gezen Heyet", işte Dink Davasını aldı önüne ve MİT görevlilerinin dinlenmesi kararını kaldırıp 15 yıl sonra karara gitti. Yine 14. ACM'de Can Dündar davasına bakıp mal varlığına el koydu, Enis Berberoğlu'nun AYM'den gelen davasını alt mahkeme olarak tanımadı. Beraate giden akademisyenlere ceza verdi. Mahkemenin önündeki son kritik dosya ise İBB.
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, gazetecilerin yargılanmasına ilişkin izlenilen davaların incelenmesiyle hazırlanan Adalet Gözlem Raporunda, “izlenilen davalarda heyetin sıkça değişmesi, tabiî hâkim ilkesine aykırı bir durum yaratarak yargılamaların tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunda şüpheler yaratmış ve zaman zaman da yargılamaların sürüncemede kalmasına neden olmuştur” belirlemesini yaptı.
Neler yaşanıyor bu süreçte: Bu sebeplerle "adalet mücadelesi" ifadesi çok kullanılır oldu. Çünkü vatandaş adına adalet mücadelesi veren bir yargı sistemi yok. Onlar adaleti kaçırıyor, vatandaş da adaleti kovalıyor.
Kimler yargılanıyor? Cinayetlerle azmettiricilerin bağını koparmak ve davayı kamu bürokrasisi, siyaset ve sermaye üçgenine bulaştırmamayı sağlayacak kurbanlar yargılanıyor. Yukarıda da belirtiğim gibi Çorlu Davasında bariz görülüyor bu. "Çok sayıda köprü ve menfez için rapor hazırladım, ancak birçoğu halen yapılmadı" diyen Köprüler Şefi sanık mesela.
Kimler yargılanmıyor? Üst düzey kamu bürokrasisi ve siyaset yargılanmıyor. Mesela Çorlu katliamına sebep olan kararlar, denetimsizlikler, ihmaller ve ihlaller silsilesinin en üst sorumlusu olan Ulaştırma Bakanı sıyrılıyor işin içinden. Soma Holding’e yüzde yüz kefil olan Enerji Bakanı fıtrat diyerek kurtulabiliyor. Milli Eğitim Bakanı'nın "denetleme sıkıntısı yok" dediği yurtta çocuklar yanıyor. Gensoru bile verilemiyor bakanlara.
İlginç deliller çıkıyor. Soma'da biri saha dışında uzakta bir pet şişe bulduğunu söylüyor. Savunma bunun üzerinden sabotaj iddiası kuruyor. Güneydoğudan gelen bir işçiye laf getirilmeye çalışılıyor, olmadı Fetullahın cinlerinden tutun 15 Temmuz'a kadar anlatılıyor. Mahkeme başkanı "buna bakmaya gerek yok" deyince ne oluyor? Heyet değişiyor. Sonra bir gün Müge Anlı’nın programına bir kadın çıkıp "Eşim Soma’yı yaktı, kaçtı" araştırılsın diyor ve duruşmaya yansıyor.
Yukarıdan yönlendirme bitmiyor. Tüm kritik yargılamalar öncesinde cumhurbaşkanlığı makamından yüksek sesle yorum yapılıyor. Anayasa Mahkemesi kararlarına kararları aleyhine konuşmak, açıktan yargıya talimat verildiğinin söylenmesi, tüm dava süreçlerinde yaşanıyor.
Koruma terfileri oluyor: Siz kamudaki sorumlunun yargılanmasını beklerken bakıyorsunuz kişinin tayini çıkıyor ya da terfi ediyor. Mesela Aladağ davası sürerken Adana İl Milli Eğitim Müdürü, Ankara İl Milli Eğitim Müdürü oldu. Yargılanan Aladağ İlçe Milli Eğitim Müdürü de bir ortaokula müdür yapıldı. Sermaye sahibi de ödülünü alıyor. Soma'da daha bedenler çıkarılmamışken, şirkete Amasya'da termik santral işi verilmişti.
Heyet tehdit ediliyor: Soma'da patron sanık bir celsede mahkeme heyetini işaret ederek haklarında gizli bir soruşturma yürütüldüğünü, bundan haberdar olduğunu belirtmiş ve en yukarısı ile bağlantısı olduğunu söylemişti. Mahkeme heyeti, hakkında bir şikayet olduğunu, soruşturma başlatılıp müfettiş görevlendirildiğini, duruşma salonunda sanık müdafilerinden öğrenmişlerdi.
Hiç olmadı af çıkıyor: Bu örnekler çoğaltılabilir, ama sosyal cinayet dediğimiz ve takipçisi olduğumuz bazı davaların örneklerini verdim ben. Tüm bu mücadeleler sonucunda bazen aileleri tatmin eden kararlar da çıkıyor davaların sonucunda. Örneğin Aladağ'da ilk kez yurt yöneticisi cemaat üyeleri ceza almıştı. Ama bu kez Devlet Bahçeli girdi devreye. Aladağ yine yanmaya başladı.
Son haber, Aladağ davasında savcılık bozma istedi. 31 Mart'ta yeniden yargılama var. Oradayız.